Şuanda 352 konuk çevrimiçi
BugünBugün1802
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9526
Bu ayBu ay9526
ToplamToplam10477950
mısır'ın aynasında kendimize bakmak... PDF Yazdır e-Posta


Sol, değişik kanatlarıyla, Mısır’daki gelişmeleri değerlendiriyor.

Bu yazıda yeni bir Mısır değerlendirmesi yerine, sosyalistlerin Mısır’a nasıl baktığından hareketle, kendimize yönelik bir değerlendirme yapacağım.

Bir görüşe göre, Mısır’da devrim olmuştur. Bazıları ise “yarım kalmış devrim” belirlemesini tercih ediyor.

Bilgisizliğin önemli göstergelerinden bir tanesi genel konuşmaktır.

Kulağa hoş gelen bir kelimeyi alırsınız. Hazır çok sayıda insan da meydanları doldurmuş iken, “bu bir devrimdir” dersiniz. Belirlemeniz de akla yakın gibi görünür.

Kendisini marksist ya da marksist-leninist olarak tanımlayanların böyle bir analiz yapmaları tek kelimeyle hayret vericidir. Zira, “devrim” kelimesi kendi başına fazla anlam taşımaz. “Nasıl bir devrim” sorusuna cevap verilmesi gerekir.

Demokratik devrim mi, sosyalist devrim mi, yoksa başka türlü bir devrim mi?

Devrimin içeriğinin açıklanması gerekir.

Bu yapılmadığı gibi, devrim tanımı da son derece sorunludur.

Lenin, Nisan Tezleri’nde, devrimi, politik iktidarın sınıf bileşiminin değişmesi olarak tanımlar. 

Bu tarımdan hareket edersek; Mısır’daki gelişmelere devrim diyen ve kendisini marksist olarak tanımlayanların, bu ülkedeki politik iktidarın sınıf yapısında nasıl bir değişim olduğunu da açıklamaları gerekir.

Böyle bir açıklama duymuyoruz.

Devrim olmuş, ama hangi sınıf gitmiş, yerine hangisi gelmiş, belli değil…

Aynı belirleme “yarım kalmış devrim” saptaması için de yapılabilir.

Liberallerimizden birisinin tanımına göre ise, Mısır’da olan devrimdir, çünkü despotluğun toplumsal temeli yıkılmıştır.

Maşallah, maşallah…

Duyan da sanır ki, Hüsnü Mübarek’in toplumsal temelini sülalesi oluşturuyordu. Onlar kaçınca, toplumsal temel de sona erdi!

Mübarek ülkeyi 30 yıldır sıkıyönetimle yönetiyordu.

Kimdi sıkıyönetimi yürütenler?

Ordu ve polis…

Bu iki kuruluşa bir şey mi oldu?

Hayır olmadı, üstelik de Mübarek, yönetimi ordunun üst kademesine devretti.

Mısır’daki baskı aygıtları aynen duruyor.

Bu durumda diktatörlüğün toplumsal zemini nasıl ortadan kalkmıştır, bilinmez.

Burada şu ana kadarki durumdan hareket ederek değerlendirme yapıyorum. Seçimden önce veya sonra yeni önemli gelişmeler olursa, yeni bir durum değerlendirmesi yapmak gerekir.

Mısır’da olan, önceki yazıda da belirttiğim gibi, bir çeşit kültürel devrimdir.

İktidarın sınıf yapısının değişmediği, ama özgürlüklerin genişlediği bir durum söz konusudur.

Benzemez, ama daha iyi anlaşılması için, Batı Avrupa ülkelerindeki 68 hareketinin sonuçları örnek olarak gösterilebilir.

İktidarın sınıf yapısı değişmemiştir, ama değişik alanlardaki özgürlükler genişlemiştir.

Allah beterinden saklasın, diyeceğim, ama saklamıyor. Daha kötü başka bir değerlendirme var.

“Mısır halkı büyük oranda kendiliğinden devrim yaptı. Halk hareketinin arkasında herhangi bir örgüt bulunmuyor.”

Fakir Baykurt’un eski romanlarından birisinde şöyle bir değerlendirme vardır: “Köylünün aklı gözündedir.”

Ya da ancak gördüğüne inanır, diyebiliriz.

Bu değerlendirmeyi yapan kişi şöyle düşünüyor olsa gerek: Tahrir Meydanı’ndaki gibi bir miting bizde olsaydı, ortalık örgüt pankartından görünmezdi. Orada pankart olmadığına göre, demek ki örgüt de yok…

Kuşkusuz Tahrir Meydanı’nda toplanan çok sayıda insanın tümü bir ya da birkaç örgüte bağlı değil. Ama içlerinde Müslüman Kardeşler başta olmak üzere belirli örgütlere bağlı olanların sayısı az da değil… Sadece tepki toplamamak ve kitle hareketinin bütünlüğünü korumak için ön plana çıkmadılar, hepsi bu kadar…

Yapı olmadan hiçbir şey olmaz. Olaylar yapıyı aşabilir, yapı kitle hareketi tarafından sürüklenebilir. Bunların hepsi mümkündür. Ama yapı olmadan bir şey olmaz.

Bu yapıyı mutlaka Leninist örgüt olarak anlamamak gerekir.

 

KISSADAN HİSSELER

Birincisi: Sosyalistlerde büyük kitle hareketi için büyük bir özlem var. Anlaşılabilir bir özlem… Bu özlemin etkisiyle, Mısır’da olup bitene ister devrim, ister ayaklanma, ister halk hareketi desinler, asıl soruyu sormaktan kaçınıyorlar.

İkincisi: Bu soru şudur:

Mısır’da siyasal İslam ön plana geçecektir.

Siyasal İslam ile sosyalistler, karşı karşıya geldikleri her yerde kaybettiler.

İran’da böyle oldu.

Afganistan’da böyle oldu.

Filistin’de böyle oldu.

Komünist partilerinin bir bölümü siyasal islamcı örgütlerle birlikte çalışırlar: Mısır Komünist Partisi’nin yıllardan beri Müslüman Kardeşler ile, Lübnan Komünist Partisi’nin Hizbullah ile birlikte çalışması gibi…

Komünist partileriyle siyasal islamcı örgütlerinin aralarının görece iyi olduğu ülkelerde de, bu ittifakta ağır basan güç siyasal islamdır.

AKP siyasal islamcı bir parti olarak tanımlanamayacak olsa bile, İslami yönü güçlü bir partidir ve bizde de benzer bir durum vardır. İslamcılar sosyalistlerin eskiden kalesi sayılan bütün alanlara girmişler hatta ele geçirmişlerdir.

Soru somut olarak şöyledir:

Geniş bir coğrafyada siyasal İslam ile ittifak yapan sosyalistler daima azınlıktaki güç olarak kaldılar; siyasi islamla karşı karşıya gelenler ise ya dışlandılar ya da tasfiye edildiler.

Yaklaşık otuz yıldır sosyalistler siyasal islamcı örgütler karşısında sürekli yeniliyorlar.

Mısır’da er ya da geç yükselecek olan toplumun en örgütlü gücü olan Müslüman Kardeşler’dir.

Mısır’dan hareketle sorulması gereken soru ortada duruyor.

Ne ki, bu soru yeryüzündedir.

Biz ise henüz bulutların üzerinde dolaşıyoruz…