Şuanda 365 konuk çevrimiçi
BugünBugün1813
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9537
Bu ayBu ay9537
ToplamToplam10477961
Ateşkes nerede var? PDF Yazdır e-Posta


Bildiğiniz gibi, Türkçe garip bir dil… Çok sayıda kavramın başka anlamlarda kullanımı söz konusu. Buna bir de genellemeci mantık eklenince, görünürde aynı kavramlarla konuşan insanların, gerçekte birbirinden oldukça ayrı konulardan söz ettikleri ortaya çıkıyor.

Barış, bunun bilinen güncel örneğidir.

Hiç kimse, “savaş istiyoruz, barışa karşıyız” demez, nitekim demiyor da…

Konuya sadece kullanılan kavram çerçevesinde yaklaşırsanız, herkes birbiriyle anlaşıyormuş gibi görünüyor.

Kavramın içeriğini dikkate aldığınızda ise, birbiriyle anlaşıyormuş gibi görünenlerin, gerçekte birbirlerinin sert karşıtları olduğu ortaya çıkıyor.

Barış ama nasıl bir barış!

“Teslim olun, adalete sığının” anlayışı da bir çeşit çözümü ve barışı savunuyor, öyle değil mi?

Demokratik özerklik kapsamında barışı savunanlarla, yukarıdaki barış anlayışını savunanların birbiriyle ilgisi yoktur.

Aynı kavramı kullanmalarına karşın, birbirlerine karşıdırlar.

Benzer bir durumu ateşkes, silahların geçici olarak susması, çatışmasızlık süreci gibi kavramlarda da görebiliriz.

Ateşkes olarak da adlandırılan süreç bir süreden beri varlığını sürdürüyor.

AKP, bu sürecin, seçimlere kadar sürmesini, silahlı çatışmaların yeniden başlamamasını istiyor.

Bu şekilde genel geçer bir çerçevede baktığınızda mevcut durum ve gelişmeler olumluymuş gibi görünüyor.

Kavramların dış görünüşteki büyüsüne kapılmayıp da, içeriklerini incelemeye başladığınızda ise, durumun hiç de böyle olmadığı görülür.

Kullanılan anlamıyla ateşkes ne demektir?

Ordu birlikleriyle PKK arasındaki silahlı çatışmaların durması ve buradan kaynaklanan can kayıplarının sona ermesidir.

Aylardan beri bu konuda belirgin bir gelişme bulunuyor.

Askeri operasyonlar tümüyle durmuş denilemez. Hiç çatışma ve can kaybı olmuyor da denilemez, ama sayı önemli oranda azalmıştır.

Bu azalmada mevsim koşullarının büyük etkisinin bulunduğu da dikkatten kaçırılmamalıdır.

Yıllardan beri kış aylarında çatışmalar azalır. Bu kez daha da fazla azalmıştır.

Burada dikkat edilmesi gereken şudur:

Ateşkes kavramı, dağdaki bir güçle, ordu arasında silahlı çatışma olmaması anlamında kullanılmaktadır.

Ateşkesin coğrafi kapsamı dağdır.

Ateşkes farklı ülkelerde farklı coğrafi kapsamlar taşımıştır.

İngiliz Hükümeti ile İrlanda Cumhuriyet Ordusu arasındaki ateşkesin coğrafi alanı dağ değil, kent olmuştur. Silahlı çatışmalar kentlerdeydi ve ateşkes de bu coğrafyada yapılmıştır.

Dikkatimizi kendi coğrafyamıza çevirdiğimizde ise şunu görürüz:

Ateşkes dağlarda ya da daha genel bir deyimle kırsal alanda var.

Diyarbakır’dan Şırnak’a kadar büyük yerleşim birimlerinde ise ateşkes değil, tersine gittikçe sertleşen bir çatışma ortamı söz konusudur.

AKP’nin Kürt halkının muhalefetine karşı politika değiştirmesi birkaç yıl önce olarak görülmeye başlamıştı.

Bugün artık belirginleşen bu politika değişikliğinin birkaç ayağı vardır:

Birincisi; dağlarda ya da genel olarak kırsal alanda ateşkes. Bu ateşkes, uygun bir fırsat yakalandığında saldırmayı dışlamıyor, ama genel anlayış silahlı çatışmaların tümüyle ortadan kalkmasa bile iyice azalmasıdır.

İkincisi: Ordunun geri plana çekilmesi, yerini polisin alması...

Köy ve mezralara göre görece büyük bir nüfusun yaşadığı alanlarda denetim, ordudan polise geçecektir.

Bu polis, eski polis değildir. Çok sayıda yeni kadroyla sayısı artırılmış, modern silahlarla donatılmış, toplusal alanın her yanını denetleyebilme için gerekli uzmanlara sahip bir polistir. Dinleme ve internet uzmanları özellikle önemlidir.

Üçüncüsü: Bu polis, her çeşit keyfiliği ve şiddeti uygulayan ancak genellikle silah kullanmayan bir özelliğe sahiptir.

Bu konuda kendisine açık talimat verildiği belli oluyor.

Öğrenci gösterilerinde hamile kadınları tekmeleyip bebeklerini düşürten de bu polistir, hastanelerin acil servislerine gaz bombası atan da… İşçilerin normal bir protesto eylemine bile vahşice saldıran da bu polistir, sendikacının gözünün içine biber gazı sıkan da…

Geçmişte ordu ile birlikte çalışan yargı, bu kez ve daha yoğun olarak polisle birlikte çalışıyor.

Keyfi gözaltılar, keyfi tutuklamalar arttıkça artıyor.

Ülke “askeri demokrasi”den, “polis demokrasisi”ne geçmiştir ve bazıları da bu geçişi “demokrasiye geçiş” sanmıştır!

Diyarbakır’dan Şırnak’a kadar Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları illerde, “polis demokrasisi”nin aşırı örneklerini sık sık görüyoruz.

BDP kadrolarının düzmece kanıtlarla hapishanelere doldurulmasından, çok sayıda çocuğun tutuklanmasına; şiddet unsuru içermeyen barışçı gösterilere bile polisin saldırmasından, keyfi arama ve göz altılara kadar…

AKP, görece büyük yerleşim birimlerindeki saldırısını tırmandıracaktır.

“Bu türlü bir çatışmada ben kazanırım” mantığıyla hareket ediyor.

Polisin saldırganlığını yargının hukuksuzluğu tamamlıyor.

Yapılana, kısaca, “ateşle oynamak” adı verilebilir.

Dağlarda rüştünü ispat etmiş silahlı bir güç var ve onunla silahlı çatışmaya girmek istemiyorsunuz.

Kentlerde ise, o silahlı güçle bazen örgütsel ama genellikle de derin bir duygusal bağa sahip insanlara karşı ise, öldürmenin dışında, her çeşit zorbalığı uyguluyorsunuz.

Bu iş bir yerden çatlar, haberiniz olsun!