Şuanda 297 konuk çevrimiçi
BugünBugün1764
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9488
Bu ayBu ay9488
ToplamToplam10477912
Kaddafi ve halka karşı savaş PDF Yazdır e-Posta


Libya, Kuzey Afrika’da Tunus ile Mısır arasında kalan bir ülkedir. Değişik Arap ülkelerinde yönetimlere karşı gösteriler yapılır ve bunlardan azıları başarıya ulaşırken, Libya’daki İslam ve sosyalizm adıyla bezenmiş padişahlık sisteminin bundan azade olması düşünülemezdi.

Libya’yı öteki Arap ülkelerinden, özellikle Mısır ve Tunus’tan ayıran bazı özellikler var.

Öncelikle tarihle başlayalım…

Libya yıllarca Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kaldı.

Libya’nın sınırı bulunan ülkelerden Cezayir 1831’de, Tunus ise 1881’de Fransa tarafından işgal edildi. İngiltere de 1882’de Mısır’a yerleşti.

Kuzey Afrika’da sömürge elde etmek isteyen İtalya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 1911’de gerçekleşen savaşı İtalya kazandı ve Libya, İmparatorluktan koptu.

Zamanın padişahı Sultan V. Reşat’ın savaş için Libya’ya gönderdiği komutanın adı Mustafa Kemal’di.

İtalyan işgalinin ardından bu ülkede Ömer Muhtar önderliğinde gerilla savaşı başladı ve 1931 yılına kadar sürdü. İtalyan ordusu tarafından yakalanan Ömer Muhtar, yetmiş yaşının üzerinde olmasına karşın, Bingazi’de idam edildi.

Ömer Muhtar, Libyalıların ulusal kahramanıdır.

İkinci Dünya Savaşı sırasında özellikle Bingazi ve Tobruk’ta İngiltere ve Almanya orduları arasında şiddetli savaş yaşanır. Nazi Almanya’sının ünlü tank birlikleri komutanı, çöl faresi olarak bilinen Rommel, bu bölgedeki savaşlarda adını duyurmuştur.

Libya 1951 yılında bağımsızlığını kazanır.

1969’da Kaddafi’nin başında bulunduğu subaylar darbesiyle Kral 1. İdris devrilir.

Başka bir deyişle, Kaddafi ve sülalesi 42 yıldır ülkeyi yönetmektedir.

Kaddafi’nin ilk büyük projelerinden bir tanesi, Arap alemini birleştirmekti. Bu amaçla Mısır Devlet Başkanı Nasır, Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad ile görüşmeler yürüttü, ancak sonuç alamadı.

Arap ülkelerindeki halkın tümü Arapça konuşur, büyük çoğunluk kendisini Arap olarak görür ve yine büyük çoğunluk da Müslümandır. Bu kadar ortaklık, tek devlet çatısı altında bir araya gelmeye yetmez.

Burada söz konusu olan sadece emperyalizmin “böl ve yönet” politikası değildir.

Arap ülkelerinde yıllardan beri egemenliklerini sürdüren kesimler arasında aile diktatörlükleri önemli yer tutar. Hiçbir aile birleşerek ayrıcalıklarını bırakmak istemez.

Ek olarak, İngilizcede “path dependence” adı verilen, bulunulan yerde sahip olunan özelliklerin, bu yere gelinceye kadar geçilen yol tarafından belirlenmesi de söz konusudur. Bu yolu dikkate almadan tarihin derinliklerinde ortaklıklar aramaz herhangi bir sonuç vermez. Çok eskiden ortaklık bulunsa bile, bugün bunun anlamı kalmamıştır.

Örnek olarak, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin 1990 sonrasında Kafkasya ve Orta Asya’daki “Türki cumhuriyetler”le yakınlaşma çabası gösterilebilir.

Bu ülkeler ve halkları, 19. yüzyılda Çarlık Rusya’sının işgalinden önce “büyük Türk yurdu”nu (Turan) oluşturuyorlardı. Aradan yüz yıldan fazla zaman geçtikten sonra aynı anlayışın öne çıkarılmaya çalışılması hüsranla sonuçlanır.

“Tek millet iki devlet” olarak adlandırılan Türkiye ile Azerbaycan arasında bile yakınlaşma sınırlı kalır.

Azeri Türkçesi Anadolu Türkçesine yakın olmakla birlikte, iki halk en az yüz yıl bambaşka tarihler yaşamışlardır. Bu farklı süreci dikkate almadan, tarihin derinliklerinde ortaklık aramak fazla sonuç getirmeyen bir çabadır.

Benzeri bir durum Arap ülkeleri için de söz konusudur.

Sonraki yıllarda “birleşik Arap ülkesi”nden söz edilmez olur.

Kaddafi’nin, sülale egemenliğine uygun olarak, dengesiz ve hatta egzantirik politikalar izlediği belirtilmelidir.

Sözüm ona ABD’ye karşıdır ve bu karşıtlığını 1988’de İskoçya üzerinde Lockerbie’de bomba patlaması sonucu düşen Pan American yolcu uçağına yönelik sabotajda rol alarak da göstermiştir.

Libya kimliği belirlenen iki ajanı yıllarca teslim etmeyi reddetmiştir.

Libya petrol zengini bir ülkedir ve bütün zenginliği de buradan kaynaklanmaktadır.

Kaddafi, petrolden elde edilen gelirle büyük inşaat faaliyetlerine yönelmiş, çok sayıda (Türkiye de dahil) inşaat firmasına bu alanda iş vermiş, petrol yataklarının işletilmesini yabancı petrol tekellerine açmıştır.

Petrolden elde edilen gelir belirli oranda halkın refah düzeyinin yükseltilmesinde kullanılmakla birlikte, ülkede tam bir keyfi yönetim vardır, Mısır ve Tunus’taki gibi göstermelik bile olsa demokratik bir işleyiş söz konusu değildir.

Bu durum kendisini göstericilere karşı alınan tavırda da gösteriyor.

Libya savaş uçakları Kaddafi rejimi aleyhine gösteri yapan halkın etkin olduğu kentleri bombalıyorlar.

Bu durum, 1979’de diktatör Somoza’nın iktidarı kaybetmesinin kesinleşmesi üzerine, Nikaragua hava kuvvetlerine başkent Managua’yı bombalama emri vermesine benziyor.

O yılların Nikaragua’sı ile bugünün Libya’sı tek adam ve sülalesinin yönetimi, bu kliğin elinde toplanan büyük servet yönlerinden birbirlerine benziyorlar.

Somoza da Kaddafi de sıkıştıkları zaman halka karşı savaş açıyorlar.

Hava bombardımanının yanı sıra Kaddafi’nin iki oğlunun komutasındaki seçme birlikler de halkın üzerine ateş açıyor.

Ülkenin kendi malları olduğuna inanıyorlar ve bu mallarını halka karşı koruyorlar!

Libya’da rejim karşıtı militan gösterilerin arkasında örgütlü bir güç bulunuyor mu?

Ön plana çıkmamakla birlikte, 1859’da ölen, sufi temelli Müslüman kardeşliğin kurucusu Muhammed al Senussi yandaşlarının ayaklanmada en azından kısmen etkin olmaları söz konusudur.

Her durumda görülen, Kuzey Afrika haritasının daha fazla yeşile boyanacağıdır.