Şuanda 158 konuk çevrimiçi
BugünBugün1665
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9389
Bu ayBu ay9389
ToplamToplam10477813
TKEP'liler neye çok şaşırmıştı? PDF Yazdır e-Posta


Önceden de değişik kereler belirttiğim gibi Ağustos 1982’de Acilciler’den ayrıldım. Kısa süre sonra bu ayrılığa Suriye’deki bir bölüm yoldaş da katıldı. Bu sırada Müntecep kesici hazırlanmış bir provokasyonla öldürüldü. Aydın ve Hakan kaçırılarak ölümle tehdit edildiler.

Acilciler’in de üyesi bulunduğu Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi, sol içinde şiddet kullanmak ve insan öldürmek nedeniyle Acilciler’e ihtar verdi.

“Vallahi billahi kaza oldu” açıklamalarına rağmen ihtar verildi.

Büyük iddialara sahip olan, devrimci hareketin lideri olmaya oynayan Mihrac Ural’ın karizması fena çizilmişti.

TKEP-Acilciler ittifak bildirgesi halen yürürlükteydi. Bu bildirgeye göre iki örgüt giderek birleşecekti.

Böyle olmayacağını biliyordum. Bu İttifak Bildirgesi, TKEP’in ilişkilerini kullanarak daha geniş bir çevreye açılmak amacıyla yapılmıştı.

Ancak hiç sesimi çıkarmadım. Kendilerinin durumu görmesi daha iyi olurdu.

Bu arada Mihrac Ural kötü bir şamar daha yedi.

Bilinen numarası: büyük gürültü yaparak istediğini kabul ettirmeye çalışır…

Önce, “Engin’i partiye almayın” isteğinde bulundu. Teslim Töre ile kişisel dostluğu vardı ve üstüne üstelik ittifak bildirgesi de vardı. Bunları dayanarak alınmamamı istedi.

Gerekçe gösteremiyordu. Gösterdiklerine de kimse inanmıyordu.

Daha birkaç ay öncesine kadar göklere çıkarılan kişiydim.

Paris’te yaptıklarımızı sadece Suriye’dekiler değil, Türkiye’de hapishanede olanlar bile duymuş, gazetelerde okumuşlardı.

Kısa süre öncesine kadar göklere çıkarılan kişinin şimdi tu kaka olmasına doğal olarak kimse inanmazdı.

Mihrac Ural’ın yine tipik numarasıdır: yalan haberler yayarak karşı tarafın yanlış tepki göstermesini bekler.

“Engin’i TKEP’e almayacaklar, bana böyle söylendi” lafını yaydıkça yayıyordu ve ben de hiç sesimi çıkarmadan olduğum yerde duruyordum.

Ben başvurayım da siz almayın bakalım, olacak şey mi bu!

Nitekim TKEP’te böyle bir kararın olmadığı kısa sürede açığa çıktı ve ben de aday üyelik sürecinden bile geçirilmeden doğrudan üye oldum.

Ardından Mihrac Ural’ın TKEP’e küfürlü saldırıları başladı.

İttifak bildirgesi de fiilen kadük oldu.

1983 yılının ortalarında Merkez Komite’den arkadaşlar hayret ettikleri bir durumla karşılaştıklarını bana ilettiler. Bir tanesiyle, yanlış hatırlamıyorsam Sait ile uzunca konuştuk.

Söylediği özetle şöyleydi:

“Biz de Acilciler’i bir şey zannetmiştik. Büyük bir isimleri vardı. Teorik düzeylerini de iyi olarak bilirdik. Suriye’deki yöneticilerine bakıyoruz (Mihrac, Salih, Zafer ve Ali’yi kastediyor), bunlar geri insanlar. Bu örgüt bu kadar mı, başkaları yok mu?”

“Bu örgütü örgüt yapanlar ya öldü, ya hapiste ya da ayrıldı. Geriye de işte bunlar kaldı” dedim.

“Hayret ki hayret… Biz de bunları bir şey sanmıştık” deyip duruyordu.

Sait, Müntecep öldürüldüğünde Suriye’de idi.

Sürekli olarak, “Yanarım yanarım, dağ gibi adamı devirdiler, ona yanarım” derdi.

Mihrac için “soytarı” belirlemesi 1983 yılında Sait’e aittir.

Ben ondan aldım.

1982 sonrasında yaptıkları en akıllıca iş, Almanya’yı boşaltmaları oldu.

Zaten ayrılanların ardından geriye pek bir şey kalmamıştı ve onlar da herhangi bir faaliyet göstermediler. En azından hissedilebilir bir faaliyetleri olmadı.

Olsaydı, zorunlu olarak pratik içinde karşılaşacaktık ve karşımda tutunamayacaklarını biliyorlardı.

Benimle uğraşan olmadı, benim de bu tiplerle uğraşmak gibi bir niyetim yoktu.

Uğraşmak sadece vakit kaybetmek olurdu.

Kaç yıldır Almanya’da idiler. Marifetleri var ise, şimdiye kadar kalıcı bir şeyler yapmış olmaları gerekirdi, ama yoktu.

Düşünürüm düşünürüm ve her seferinde kendimi kutlarım.

Olabilecek ilk fırsatta ayrılmakla son derece doğru bir iş yapmışım.

Orada kalsaydım, bırakın örgüt içi cinayetlere, Muhabarat uşaklığına ödün vermeyi, kendimi de çürütürdüm.

Resmen çürürdüm.

Bazı arkadaşlar ayrıldığım için bana kızıyorlarmış.

Anlayışla karşılıyorum.

Düşünceleri şöyle:

“Ayrılmasaydın, bu örgüt de bu kadar kötü bir duruma gelmezdi.

Herkesin hatası eksiği var, senin de var, ama senin açık ilkelerin de var.”

Önceden de söylediğimi hatırlıyorum, ama yeniden belirteyim:

Evet, kalsaydım, hem Mihrac’ın hem de kuklalarının hakkından gelirdim.

Gelirdim ama yüzde 70 oranında ben de biterdim.

Pisliğin içinde yaşayıp, o pisliğe hiç bulaşmamak mümkün değildir.

Bunun için de kalmaya değmezdi.

1982 sonrasında örgütün hızla çözülmesinin nedeni, yaşanılan o ayrılıktır.

Baştan beri biliyordum ve birlikte ayrıldığımız arkadaşlara da söylemiştim, hatırlarlar:

Ayrılarak büyük bir sihri bozduk. Bu örgütte herhangi birisi olmadığımı herkes biliyor. Bir de gittiğim yerde başarılı oldum mu, bu iş bitmiştir. Bunlar bu işi götüremezler.

Tıpkısının aynısı oldu…

Önümüzdeki yıl 1982 ayrılığının üzerinden 30 yıl geçmiş olacak…

Örgütün kaderini belirleyen bir ayrılık olduğu şuradan belli oluyor ki, aradan bu kadar zaman geçmiş, hala konuşulabiliyor.

Arkadaşlarımız bugünkü beni 1982’ye yerleştirerek yanlış bir mantık yürütüyorlar.

Örgütte 5-6 yıl bile daha kalsaydım, kesinlikle bugünkü ben olamazdım.

Bir de şu var, irade dışında ortaya çıkan bir durum var:

1982-1988 arasında Avrupa çapında müthiş bir pratik yaşadım.

Bu sadece benim marifetim değildi. Pratik yaşanabilecek bir ortam vardı, ben de bunu değerlendirdim.

Aynı pratik 1988 sonrasında yaşanamazdı. Zira 1989’da Berlin Duvarı yıkıldı ve sol büyük bir çöküntüyle karşı karşıya kaldı.

Ortam yoğun bir pratik için hiç ama hiç uygun değildi.

1982’de böyle bir durumun ortaya çıkacağını kimse bilemezdi.

1982’de harekete geçmeseydik, sonraki yıllarda işimiz hiç de iyi olmayacakmış…