Şuanda 285 konuk çevrimiçi
BugünBugün3069
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10793
Bu ayBu ay10793
ToplamToplam10479217
içinden gelen sesi dinlemek... PDF Yazdır e-Posta


Bazı insanlar, sürekli değil ama bazı dönemlerde, içlerinden gelen bir ses duyarlar.

“Şöyle yapma, böyle yap”, “şuraya git” gibi sözler yükselir içlerinden…

Ben de o bazı insanlardan bir tanesiyim diyebilirim.

Nedir bu? Altıncı hissin sesli hali mi, yoksa başka bir şey mi, bilmiyorum.

Bildiğim bendeki böyle bir sesin varlığıdır.

Bu sesin söyledikleriyle mantığımın çatıştığı zamanlar oldu ve mantığıma uyduğum için de kaybettim.

Sonra da kendime kızdım.

Sesi dinle sesi, boş ver mantığı…

Bu da her zaman kolay olmuyor.

Anlaşılan sesin değerini anlamak için biraz burnumun sürtülmesi gerekiyordu, nitekim öyle de oldu.

Böyle yapma, kaybedeceksin, der, ben onu dinlemem ve kaybederim.

Hatırladığım ilk örnek 1964 yılında orta üçüncü sınıfta ikendi…

Yeni açılan fen liselerinin iki giriş sınavı vardı.

İlkine girdim ve bulunduğum sınıfta kazanan tek kişiydim.

Sonra ikinci sınava girdim.

Sınavın sonuna doğru canım sıkıldı, biraz daha zaman vardı, doğru olduklarından kuşkulandığım bazı cevapları kontrol edebilirdim, ama etmedim.

İçimdeki ses, otur yerine” demesine rağmen kağıdı verip çıktım.

Ve inanılması zor bir şey oldu: sınavı kaybettim ama birinci yedektim.

Yani kıl payı kaybetmiştim.

Fen lisesine gitseydim, sonraki hayatım mutlaka daha başka olacaktı.

İkinci örnek, 1968 yılında, 18 yaşındayım ve Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu’nun karşılıksız burs sınavına giriyorum.

Ekonomik bağımsızlığımı kazanmam için bu sözlü sınavdan geçmem gerek…

Çok sakinim ve içimden bir ses kazanacaksın diyor…

Sınav iyi geçti ama sonuçlar birkaç ay sonra açıklanacaktı.

1969 yılının ilk ayları, üniversitede analitik kimya dersinde final sınavındayım.

Dönemin bu en zor dersinde de sınıfın en iyisiyim.

Sınavın ortasında dersin hocası yanıma geldi ve ilgili sınavı sadece benim kazandığımı söyledi.

Şimdi bu söylenir mi!

Kalemi bıraktım, yazamıyorum.

Biraz zaman geçtikten sonra yazmaya çalıştım, ama yazamıyorum.

O sınavı kazanmanın benim için ne kadar büyük önem taşıdığını ve yanlış zamanda bana söylediğini sanırım hoca da anladı…

Yapmadığım soruları da yapmış kabul etti, zira sınavdan tam not aldım.

Ayaklarımın beni götürdüğü bir başka olay var ki, sonraki hayatımı bu kadar belirleyeceğini düşünemezdim.

Üniversite içinde o saatte birkaç arkadaşla birlikte o yöne doğru neden yürümüştüm, bilmiyorum. Belirli bir nedeni yoktu, sadece kendiliğinden o yöne gitmiştim.

Yolda yeni üyesi olduğum Sosyalist Fikir Kulübünün o sıradaki başkanı Ali Artun ile karşılaştık.

Ali beni görünce sanki aradığını bulmuş gibi hemen, Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu’nun yayın organı olan İleri’nin yazı işleri sorumlusu olmamı istedi.

Çok işim var, yapamam filan dedim.

Yönetimini sosyal demokratlardan yeni aldığımız Kimya Öğrenci Derneği Yönetim Kurulu’ndayım, Dev-Genç’e gelir için kurduğumuz kantinin mali sorumlusuyum ve dersler derken hiç zamanım yok…

Yok derim ama Ali ısrar eder, bırakmaz…

Kabul ettim…

Bu olay beni 68’in adı bilinen insanları arasına sokacaktı.

Hiç düşünmemiştim ama böyle olacaktı.

İleri’nin 6. sayısının yazı işleri sorumlusu oldum.

Adım yazı işleri sorumlusu idi ama gerçek durum böyle değildi.

Yazıları toplamak, matbaaya götürmek, dergiyi almak ve ülke çapında dağıtımından sorumlu olduğum için o dönemin önde gelen isimlerinin tümünü tanıdım. Mahir Çayan’dan başlayın, Ankara’da aklınıza kim gelirse artık…

İleri bu sayıdan sonra kapandı ve yerine THKP-C’nin gayrı resmi yayın organı olan Kurtuluş Gazetesi yayınlanmaya başlandı.

Gazeteyi yayımlayan üç kişiden bir tanesi de bendim.

İleri Dergisi nedeniyle hiçbir sorunla da karşılaşmadım.

Halbuki yazı işleri sorumlusu olunca kısa yoldan hapse girmem gerekirdi.

Gerçi 6. sayıda “komünizm propagandası” bağlamında yazı olduğunu hatırlamıyorum ama 1971’de ne kadar uyduruk nedenlerle dava açıldığı bilindiğinden, benim için de bir dava pekala açılabilirdi.

Olay şansıyla birlikte oluyor.

İleri Dergisi’nin önceki yazı işleri sorumlusu Ersen isminde bir arkadaştı.

Tanımıyordum, sadece Hacettepe Üniversitesi’nde öğrenci olduğunu biliyordum.

1971 yılı sonbahar aylarında Mahir Çayan ve grubuyla Mihri Belli ayrılınca, Ersen o tarafta, ben ise Mahir’in tarafında kalmıştım.

Dev-Genç genel başkanı Ertuğrul da bu tarafta olduğu için İleri Dergisi de bu yanda olanların elinde kalmıştı.

Ne ki, derginin 6. sayısında benim adım yazmakla birlikte, Ankara Emniyet Müdürlüğü Basın Bürosu’nda derginin sorumlusu olarak Ersen görünüyordu.

Normal olarak devir teslim işlemi yapılması gerekirdi.

Ancak o günkü olayların akış hızı içinde bunu ne ben, ne Ersen ne de bir başkası düşündü.

Ersen’e bu sayı nedeniyle dava açıldı mı, bilmiyorum, ama bana açılmadı.

12 Mart 1971’den sonra hapse girseydim, en geç 1974 affında çıkardım, ama sonraki hayatım daha değişik olabilirdi. En azından kurucularından birisi olduğum örgüt muhtemelen hiç kurulmazdı, o örgüte adını veren broşür, Türkiye Devriminin Acil Sorunları hiç yazılmazdı.

İngilizce bir kitapta “Türkiye’deki terörist örgütler” bölümünde İleri Dergisi sorumlusu olarak adımı görünce epeyce şaşırmıştım.

Mahir Çayan hakkında yazılan biyografik kitaplarda da adım bu nedenle yer alır.

O gün ayaklarım beni oraya götürmese bunların hiç birisi olmayacaktı.

Başka olaylar da anlatabilirim.

Sesin bana kızdığı olaylar da vardır…

“Sana bu kişiye güvenme demiştim, al başına belayı şimdi” gibisinden olaylar…

Suç bende, bir şey söyleyecek halim yok…

Elli yaşından sonra bile akıllanmamışım demek ki…

Onu dinlemem gerekirdi, yapmadım.

Ama biliyorum, o işini bilir…

Kısa sürede de bildiğini gösterdi zaten…

Ben de onu dinlemeye söz verdim.

Kimsenin lafını dinlememesiyle tanınan ben, onu dinlemeye söz verdim.