Şuanda 196 konuk çevrimiçi
BugünBugün3002
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10726
Bu ayBu ay10726
ToplamToplam10479150
suriye ve yeni iç savaş PDF Yazdır e-Posta


Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda konuşan bir BM yetkilisi, Pillay, Suriye’de 300 tanesi çocuk olmak üzere 5000 kişinin öldürüldüğünü açıkladı. Ölü sayısına çatışmalarda ölen askerler dahil değildir.

Pillay, Beşir Esat yönetiminin insanlığa karşı suç işlediğini ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne sevk edilmesi gerektiğini belirtti.

Suriye, kısa süre önce, Arap Birliği’nin gözlemci gönderme isteğini de kabul etmedi.

Arap birliği, çatışma bölgelerini görmek amacıyla ülkeye 500 gözlemci göndermeyi önerdi, bu istek Suriye yönetimi tarafından kabul edilmedi.

Suriye’de büyüyen bir iç savaş sürüyor.

Kuşkusuz İran, Fransa, ABD, Türkiye ve akla gelebilecek başka ülkeler işlerine gelen tarafa değişik desteklerde bulunuyorlar.

Ama iç savaşın kökü içerdedir. Esat sülalesinin yıllardır süren diktatörlüğü, ülkeyi yağmalaması, işsizlik ve inanılmaz boyutlara ulaşmış rüşvet ve yolsuzluklar halkın bir bölümünü patlama noktasına getirdi.

Bu patlama yeni değil.

30 yıl önce, bu günlerde, Hama kenti, zamanın Genelkurmay Başkanı Rıfat Esat tarafından muhalefet merkezi olduğu gerekçesiyle yerle bir edilmişti.

Ölü sayısı en az 10 bin kişiydi. Bazı kaynaklar 30 bin rakamını vermektedir.

Suriye, Türkiye’nin üçte biri kadar nüfusa sahiptir. Bu rakamların Türkiye için anlamını merak ediyor iseniz, üç ile çarpmanız gerekir.

Bu ülkede bir yıldan az sürede –Türkiye ölçeğine göre- 15 bin kişi öldürülmüştür.

 

ESAT REJİMİNE KARŞI OLANLAR-YANDAŞ OLANLAR

Arap Baharı denilen (şimdilerde Arap Sonbaharı daha uygun bir isimlendirme olur) alt üst oluş sırasında yeni bir iç savaş konsepti ön plana çıktı.

Arap Baharı’nın önde gelen özelliklerinden bir tanesi, anti-ABD ve anti-İsrail sloganların neredeyse hiç duyulmamasıdır.

Arap ülkelerindeki baskı rejimleri, yıllardan beri, İsrail ile olan sorunları, kitlelerin dikkatini dışarıya çekmek için kullanırdı.

Sözüm ona anti-emperyalist ülke, İsrail’e karşı gibi görünüyor, ama içerde de ağır baskı rejimi ve büyük yoksulluk bulunuyor.

Böylesi rejimlerin son örneği Suriye’dir.

Suriye’deki Baas rejimine karşı olanlar biliniyor.

Halkın bir bölümü de karşı ama burada sadece ülke dışındaki güçlerden söz ediyorum.

Yandaş olanlara gelince:

Birincisi: İran’dır. İran, Suriye’nin en önemli müttefikidir. Suriye’de rejim değişirse Ortadoğu’da yalnız kalacağını düşünmektedir. Nitekim, daha Suriye’de rejim değişmeden, Suriye ve İran’ın yıllardan beri desteklediği Filistin’deki Hamas bu ülkeden uzaklaşmış ve merkez bürosunu Şam’dan Kahire’ye taşımıştır.

Filistin’deki Hamas, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in uzantısı sayılabilir.

İkincisi: İsrail’dir. Şaşırmayın, Suriye’de rejim değişikliğini hiç istemeyen güçlerden bir tanesi İsrail’dir.

Suriye-İsrail sınırı yıllardan beri sorun bulunmayan bir sınırdır. Daha önce Mısır sınırı da öyleydi.

Esat yönetimi bazen halkın dikkatini dışarıya çekmek için anti-İsrail söylemin dozunu artırır, ama yine de Esat yönetimi, İsrail için, kötünün iyisidir.

Suriye’de serbest seçim yapılırsa Baas iktidardan gidecek, yerine Müslüman Kardeşler ağırlıklı bir yönetim gelecektir. Bu durum, İsrail’in hiç istemediği bir şeydir.

Nitekim Mısır’da Mubarek’in iktidardan uzaklaştırılması ve son seçimi de büyük oranda Müslüman Kardeşler’in kazanmasıyla birlikte, İsrail ile Mısır arasındaki ilişki de eskisi kadar güzel olmak özelliğini kaybetmiştir.

Suriye’de de benzer bir durumun ortaya çıkması İsrail’in hiç istemediği bir değişikliktir.

İsrail, Suriye’nin hasmı değil, yandaşı sayılır. En azından kendisi açısından Esat yönetiminden daha iyisi olmadığı için…

Üçüncüsü: Lübnan’daki Hizbullah’tır. Lübnan, Suriye yanlılarıyla karşıtlarının sürekli çatışma içinde olduğu bir ülkedir. Büyük Suriye projesi Lübnan ve Hatay’ı kapsamaktadır. Lübnan’ın büyük bölümünü uzun süre işgali altında tutan Suriye, dış zorlama sonucu buradan çekilmek zorunda kaldı, ama Lübnan’da etki savaşı sürmektedir.

En son Ürdün yönetiminin de Beşir Esat’ın çekilmesini istemesi ve Arap Birliği’nin de tavır almasıyla birlikte, Suriye’nin Arap ülkeleri içinde desteği kalmadı sayılabilir.

Suriye, bu nedenle, Rusya Federasyonu’na yaslanıyor.

Dördüncüsü: RF, Suriye’deki rejimin bir başka desteğidir. Suriye, bu ülkeye Tartus limanında üslenme izni verdi. Ek olarak, RF, Ortadoğu’da varlığını bir şekilde belli etmek istemektedir ve SSCB zamanından yakın ilişkisi olan Suriye’deki rejimin düşmemesini istemektedir. (Okur SSCB ile RF’i karıştırmamalıdır!)

 

YENİ İÇ SAVAŞ

Yeni iç savaşın ilk örneği Libya’da görüldü.

Bu savaşın özelliği şöyledir: Halkın bir bölümü tarafından desteklenen yönetime karşı halkın öteki bölümü karşı çıkıyor ve savaşıyor. Halkın karşı çıkan bölümü desteklenir ve iktidarı alması sağlanır ve mecbur kalınmadıkça savaşa doğrudan müdahale edilmez.

Libya’da Kaddafi güçlerinin halkın bir kesimine karşı katliama yönelmesi, yerleşim birimlerini bombalaması üzerine önce Arap Birliği tavır aldı, ardından Güvenlik Konseyi’nden gerekli karar alındı.

Bu temelde uçuşa yasak bölge ilan edildi, ama yetmedi. Fransız ve İngiliz uçakları Kaddafi ordusunun mevzilerini bombalamaya başladılar, ama bu iki ülke de –en azından açık olarak- Libya’daki savaşa asker göndererek karışmadı. Bunun yerine muhalefeti silahlandırmayı ve desteklemeyi tercih ettiler.

Libya savaşında ABD ön plana çıkmadı, geride durdu.

ABD’nin ön plana çıkması, Arap ülkelerindeki anti-Amerikancılığı kışkırtabilirdi. Bu nedenle Fransa ve İngiltere ön planda rol oynadılar.

Benzer bir durum Suriye’de de vardır, ama durum daha karışıktır.

Libya’da bile askeri müdahaleye ihtiyatla yaklaşan NATO’nun, Suriye’ye doğrudan müdahale edeceğini sanmıyorum.

Türkiye de doğrudan askeri müdahaleye girmeyecek, bunun yerine Suriye’deki muhalefet değişik yollardan desteklenerek gelişmesi sağlanacaktır.

Suriye’yi uzun süreli bir iç savaş bekliyor.

Kimse mümkün olduğu kadar doğrudan karışmıyor, sadece tuttuğu tarafın güçlenmesine çalışıyor.

RF ve İran, Baas rejimini desteklerken, Türkiye ve ötekiler muhalefeti destekliyor.

Başka türlü söylenirse: “Suriye’de emperyalizmin oyunları var” demek boş bir saptamadır.

RF’i sosyalist bir ülke olarak düşünmüyorsunuz sanırım…

Ya İran, Türkiye ile rekabet halindeki alt emperyalist bir ülke değil midir?

 

KÜRTLER

İddia edilenin aksine, Kürtlerin, Suriye’deki iç savaşta büyük rol oynayabileceğini sanmıyorum.

İlk neden, sayılarının az olmasıdır. Yaklaşık 23 milyon nüfuslu Suriye’de 1.5 milyon civarında Kürt yaşamaktadır.

Kürt nüfus arasında KCK’ye yakın bir örgüt etkin olmakla birlikte, bu nüfus içinde birlik bulunduğundan da söz edilemez.

Beşir Esat iktidarı, tıpkı kendisinden önceki Hafız Esat iktidarı gibi, Kürtlerin yaklaşık yüzde 20’sini yıllarca vatandaşlık haklarından yoksun bıraktı.

Arap Baharı’nın da itici etkisiyle Suriye’de gösteriler başlayınca da, muhalefeti bölebilmek amacıyla, vatandaşlığı gasp edilenlerin haklarını hemen geri verdi.

Suriye yönetimlerinin politikasını bilenler, Kürtlere haklarının verilmesinin de geçici bir uygulama olduğunu bilirler. Ayaklanma bastırılabilirse, o haklar geri alınacaktır.

Muhalefet de Kürtlerin haklarına oldukça sınırlı yaklaşıyor.

Bunun önemli nedenlerinden birisi, Türkiye’nin desteğinin sağlanmasıdır.

Muhalefete göre, Esat yönetimi devrildiğinde, Kürtlere özerklik verilmeyecektir.

Bu durum, Kürtleri beklemeye itiyor.

Bu bekleme, bugünün koşullarında, özellikle Baas yönetimine yarıyor.

Ne ki, muhalefet geliştiğinde, Kürtler de açık tavır almak zorunda kalacaklar.

Rejimle birlikte muhalefete karşı çarpışmaları beklenmiyor.

Baas rejiminin yıllardan beri Kürtleri ezen bir terör rejimi olduğunu iyi biliyorlar.

Bakalım ne yapacaklar?

 

YA BİZ NE YAPACAĞIZ?

Kahrolsun emperyalizm ya da her türlü dış müdahaleye karşıyız demek anlam taşımıyor. Ya da bunun anlamı, Baas rejimi muhaliflerini öldürmeye devam etsin demektir. Suriye’deki terör rejimini meşrulaştırmaktır.

Bunu istemeyebiliriz, ama söylediğimizden zorunlu olarak bu sonuç çıkar.

Politika, yapabilmek demektir.

Politika, isteklerini ifade etmek ve ardından kenara çekilmek değildir.

Politika, verili koşullarda, yapılabilecek olanı yapmaktır.

Suriye’de iki kent, Hama ve Homs, büyük oranda muhaliflerin elinde bulunuyor.

Bu kentler Suriye ordusu tarafından çevrilmiş durumdadır ve yeni bir kitle katliamının eli kuşağındadır.

Emperyalizme ben de karşıyım, ama bu durum, “peki biz ne yapacağız? sorusunu ortadan kaldırmıyor.

“Suriye’deki değişim halkın kendi eseri olmalıdır” saptaması, güzel bir saptamadır, ama niyet belirlemesinin ötesinde anlamı yoktur.

İktidar ancak iyice zorlandığında ve ancak yarım yamalak reform yapıyorsa ve muhalifleri sürekli katlediyorsa, Suriye halkı kendi kaderini nasıl tayin edecektir?

Baas partisi ve Beşir Esat yönetimi önemli ve kalıcı reform yapamaz. Zira reform yaparlarsa, iktidarı kaybedecekler ve yedikleri ülke servetinin ve öldürdükleri insanların hesabını da kaçınılmaz olarak verecekler…

Bu durumda, ortaya herhangi bir seçenek koymadan, sadece karşı olmanın pratikte anlamı yoktur.

Bu ülkeye ve benzeri çatışmaların yaşandığı öteki ülkelere de Birleşmiş milletler Barış Gücü askerlerinin gönderilmesi gerektiğini daha önce değişik kereler ifade ettim.

Bu arada solcularımızın bilgisizliğine de şaşırdım, biliyordum ama bu kadarına da şaşırdım.

BM Barış Gücü’nü NATO ile karıştıran mı ararsınız, yoksa bu gücü düzenli ordu zanneden mi?

BM Barış Gücü savaşmaz. Kendini korumak için hafif silah taşır ve çatışan tarafların arasında konumlanarak çatışmaların durdurulmasına çalışır.

BM Barış Gücü yerine silahsız gözlemciler de gönderilebilir.

Bu gözlemciler çatışmaların yoğunlaştığı bölgelerde görev yaparlar uluslar arası kamuoyuna aydınlatıcı bilgi verirler.

Gözlemcilerin gözü önünde katliam yapmak imkansız olmasa bile, zordur.

Bu önerinin değişik mahzurlarının bulunduğu söylenebilir, katılırım.

Daha iyisini bilen varsa, söylesin, diye de eklerim.

Bir ülkede süreklilik gösteren katliam, dış askeri müdahale için yeterli gerekçedir.

Hem yaşama hakkını, temel insanlık değerlerini savunacaksınız, hem de komşunuz ülkede aylardan beri günde 15-20 kişi ölürken sesinizi çıkarmayacaksınız…

O zaman ciddiyetinize kim inanır?

Kendi seçeneğimizi savunamazsak, Türkiye ve öteki ülkelerin seçeneği kendi yolunu açacaktır.

Tek seçenek varsa, olacağı da kaçınılmaz olarak budur.