Şuanda 126 konuk çevrimiçi
BugünBugün2950
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10674
Bu ayBu ay10674
ToplamToplam10479098
thkp-c ve thko neden iki ayrı örgüttü? (2) PDF Yazdır e-Posta


Önceki yazıda da belirtmiştim: konuştuğum arkadaş THKO’nun kurucuları arasındadır. THKO’luların büyük bölümünün bulunduğu ODTÜ’dendir. Acık kimliğinin yazılmasını istemiyordu çünkü kendisi için gereksiz tartışmalara girmek istemiyordu.

Ona eskiden beri merak ettiğim soruyu sormuştum: THKP-C ve THKO neden iki ayrı örgüt olarak kuruldu?

Neden iki ayrı örgüt olduğunu daha alt kademeden birisi olarak biliyordum. THKO’lular bizden hiç hoşlanmazlardı. Pasifist ve fazla teorik bulurlardı. Biz de onları düşünmeden eyleme giren heyecanlı tipler olarak görürdük.

En yukarda durum nasıldı?

“Aramızda önemli bir ayrılık yoktu. Dede (Hüseyin İnan) ve Sinan Cemgil öteki arkadaşlara güvenmezdi.”

“Neden güvenmezdi?”

“TİP’teki ve değişik eylemlerdeki tutumları nedeniyle hoşlanmıyorlar ve güvenmiyorlardı.”

(Öteki arkadaşlar dediği Mahir, Ertuğrul ve THKP-C’nin öteki isimleridir.)

“Bu kadar yazı yazıyorsun ama bunları neden yazmıyorsun?”

“Bu yaştan sonra gereksiz tartışmalara girmek istemiyorum. Birileri kalkıp, yalan söylüyor, diyecek, suçlamalar gelecek…”

“Gelebilir, ama bunlar önemli konular. Devrimcilerin de bunları doğrudan yaşamış insanlardan bilmek hakkı var.”

“Tartışmalara girmek istemiyorum. Yine bir sürü laf söylenecek… Senin için de söylendi, biliyorsun.”

“Söylendi de bir şey mi oldu… Kritik konulara gireceksen, önemli bazı gerçekleri ortaya çıkaracaksan, bunları da göze alacaksın.”

Bu sözlerin ardından, gerçeği olduğu gibi anlatmanın kimseyi küçültmeyeceğini, devrimci hareketin önemli kişilerini alçaltmayacağını anlatmadım. Bunu o da biliyordu. Zaten biraz olsun düşünen insanların iki ayrı silahlı mücadele örgütü kurulmasındaki garipliği görmemesi mümkün değildi. THKP-C ve THKO arasında teorik farklılık vardı, ama çok da önemli değildi. İki ayrı örgüt olarak kurulsalar bile en azından aralarındaki ilişki daha iyi olabilirdi. Birbirleriyle yardımlaşmaları birlikte hapisten kaçmadan önce gerçekleşir ve daha da önemlisi bu dayanışma tabanda da gerçekleşirdi.

THKP-C ile THKO’nun tabanları arasında –Ankara için konuşuyorum- hiçbir zaman iyi ilişki olduğu söylenemez.

Bu durum sonraki yıllara da yansıdı. Bilebildiğim kadarıyla 1974-1980 dönemindeki THKP-C kökenli silahlı mücadele örgütlerini sayayım:

Acilciler, HDÖ, Devrimci Savaş, MLSPB, Eylem Birliği, Cephe Yolu, THKP-C Savaşçıları, Çayan Sempatizanları, Turgutlu gurubu ya da Kasabalılar…

Devrimci Yol ve Kurtuluş’u saymadım çünkü bunlar da THKP-C kökenli olmakla birlikte silahlı mücadele örgütleri değildi.

Bu dokuz örgütü yeniden gruplandırırsak:

Acilciler, HDÖ ve Devrimci Savaş’ın hepsi aynı kökenden gelmedir. Başlangıçta tek örgüttü, 1976 sonundan başlayarak iki, daha sonra üç örgüt oldular.

Bu kesim silahlı mücadele grupları arasında en yaygın olan grubu oluşturur.

MLSPB, THKP-C Savaşçıları ve Çayan Sempatizanları da başlangıçta tek gruptu, sonra üç parça oldular.

Dokuz tane ayrı silahlı mücadele gurubunun var olmasının teorik temeli nedir? diye sorarsanız, bunu ben de bilmiyorum.

Acilciler, HDÖ ve Devrimci Savaş ile ötekiler arasında teorik farklılıklar vardı. Biz, “Mahir Çayan revizyonistleri” olarak bilinirdik.

Peki, ötekilerin arasındaki farklılık neydi?

1979 yılında Selimiye Askeri Cezaevinde Eylem Birliği ve THKP-C Savaşçıları ile birlikte kaldım. Birkaç kişi de MLSPB’den vardı.

Aramızda çok sayıda tartışma oldu ve aralarında teorik farklılık göremedim.

Ne farkı, neredeyse kelime kelime aynı şeyleri söylüyorlardı: Mahir Çayan kesintisiz Devrim II-III’te gerekeni yazmıştır, fazlasına gerek yoktur.

Bu kesimin en büyük iki örgütü olan MLSPB ile Eylem Birliği arasında ne fark vardı; anlayamadım.

MLSPB’den kopmuş THKP-C Savaşçıları ile –İstanbul’da 12 Mart sonrasının 1. Şube Müdürü Ilgız Aykutlu’yu infaz etmişlerdi- MLSPB arasında ne fark vardı?

Teorik bir fark yoktu, güvensizlikler vardı.

Görünen odur ki, THKP-C ile THKO’nun ayrı kurulması, 1974 sonrasında THKP-C kökenli örgütlerde de benzeri mantığın sürmesine yol açmış.

1974 sonrasında THKO’yu savunan ve silahlı mücadele yürüten Türkiye Devriminin Yolu adlı bir örgüt de vardı. Bu kesimin içinde ayrılık oldu mu, bilmiyorum.

Konuştuğum arkadaşa son sözlerim şöyle oldu:

“Sizler konuşmazsanız, bir takım tiplerin ortaya çıkıp o dönemi yalan yanlış anlatmalarına, yazmalarına kızmak hakkınız da kalmaz.”

Söylediğine göre, o dönemden bir kişi THKO tarihini kitaplaştırmıştı ve yakında yayınlanacaktı. İyi bir çaba ama yine de bütün soruların aydınlatılabileceğini sanmıyorum. Çünkü konuştuğum arkadaş o kitaba belgeye dayanmayan hiçbir şey konulmadığını söylüyordu.

Bazı şeylerin belgesi olmaz. Olayların gelişimi ve birbiriyle uyumu vardır, birkaç da şahitlik –belki- vardır ve açıklama tamamdır.

Belge olsa daha iyi olur, ama her şeyin belgesi olmaz.

Devrimci hareket içinde bazı kişiler ciddi polislik suçlamasıyla karşı karşıya kaldılar. Bunun için belge mi aranmıştı ya da kişinin üzerlerinde polis kimliği mi bulunmuştu?

Hayır! Olaylar birbirine uyuyordu ve buradan da sonuç çıkıyordu.

Yıllar sonra da o zamanki şüphelerin ne kadar doğru olduğu anlaşılacaktı.

Açık konuşmak her zaman iyidir. Gerçek kötü bile olsa insanların gerçeği bilmeye hakkı vardır. Her durumda gerçeğin bilinmesi yalanın bilinmesinden daha iyidir.

Kaldı ki, üzerinde konuşulacak olan sosyalist hareketin 1965-1972 arasındaki büyük tarihidir. Efsaneleştirilmiş büyük tarihidir…

Her efsanenin eksikleri ve gedikleri vardır. Bunların bilinmesi efsaneyi yıkmaz, ama somutlaştırır.

Bekleyelim bakalım, bir yerlerden başlar elbette…