Şuanda 82 konuk çevrimiçi
BugünBugün3865
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11589
Bu ayBu ay11589
ToplamToplam10480013
Anjel Dikme PDF Yazdır e-Posta


Bu isim kim derseniz, Paris’teki arkadaşlar tanırlar.

İki defa birkaç saatliğine görüşmek imkanım oldu ve şimdi kötü hasta olduğunu öğrendim. Yazı yazdığı ve benim de üye olduğum bir yer var, orada yazılarını görüyordum. Barış yanlısı, düşmanlıkların ve haksızlıkların bitmesini isteyen bir kalemi vardır. Ermeni asıllıdır. Beni en çok etkileyen yazısını ne zaman okumuştum, hatırlamıyorum. Annesinin küçükken kendisine “Sokakta sakın bana mama deme” diye tembih ettiğini anlattığı bir yazıydı.

Mama derse Türk olmadıkları anlaşılacaktı…

Türkçesi birçok Türkten daha iyi… Paris’te bir radyoda program yapıyordu.

Bakmayın şişman birisi olmadığıma, boğazıma düşkünümdür ve güzel yemek yemeyi severim.

Hapse girmeden önce arada bir Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki Hacı Salih lokantasına gider, kabak dolması ve ekmek kadayıfı yerdim. Güzel yaparlardı.

Kaçtıktan sonra da arada bir yine bu lokantaya gittiğim oldu.

Adana’ya gittiğimde de ilk fırsatta oturup bir buçuk kuşbaşı yemiştim.

Öleceksek, iyi yemek yiyelim öyle ölelim, değil mi efendim…

Anjel Hanım’ın evinde birkaç arkadaş yemek yedik ve ne kadar güzel yemek yaptığını kendisine de söyledim. Yaprak sarma ile zeytinyağlı barbunyaya bayılmıştım. Kendisi nerelidir ve hangi kentte kalmıştır, bilmiyorum, ama yemeklerde İstanbul tadı vardı.

Anne tarafım İstanbullu olduğu için bu kentin yemeklerini severim ya da bu kent usulünce yapılmış yemekleri…

Hiç huyum değildir ama kendisine de söylemiştim yemeklerinin ne kadar güzel olduğunu…

Sağlık sorunları olduğundan söz etmişti konuşmalar arasında, şimdi öğrendiğim kadarıyla sorunları ağırlaşmış.

Çok sayıda yazı arkadaşı kendisini teselli eden cümleler yazmışlar.

Ben de acil şifalar diliyorum ve gerçekçi bir insan olduğum için benim şifa dilememle bir şey olmayacağını biliyorum. Ama en azından psikolojik destek olabilir…

Anjel Dikme, yazılarına da yansıdığı gibi, duygulu bir insan…

İnsanları seven yumuşak bir insan…

Zor, biliyorum ama, böyle yapmamaya çalışın diyeceğim…

Son otuz yılda en fazla ne öğrendim, biliyor musunuz?

İnsanları tepelemesini öğrendim…

Birine bir vurursun, bir de duvar vurur; bunun nasıl yapılacağını öğrendim.

Benimle uğraşanları uğraştıklarına pişman ettim…

Feryat figan edip beni oraya buraya şikayet ettiklerinde ise, kızmak ne kelime, bazen zevkten dört köşe olduğum bile oldu.

Demek iyi vurmuşum, aferin bana yani…

Anjel Dikme beni biraz zalim bulabilir…

İtiraz etmem ve hatta zalimliğimle övünebilirim de…

Benimle uğraşan hesabını iyi yapmak zorundadır. Kazanırsa, helal olsun; kaybederse, hiç acımam…

Bizim ülkemizin insanı böyle Anjel Hanım…

Bakın ne anlatacağım…

On yıl kadar önceydi. O gün havaalanındaydım. Bir yolcu aldım, Türk imiş, yolda konuşuyoruz. Daha doğrusu Türkler anlatmadan duramazlar ya, bu da anlatıyor.

Yıllardır ülkeye gidememiş, bazı icraatları varmış, bu nedenle gidememiş.

Konuşurken kullandığı kelimelerden sağcı olduğu belli oluyordu.

Biraz da ben konuştum ve kullandığım kelimelerden ne olduğumu anladı.

Sonra sordum:

“Bunca yıl sonra nasıl buldun ülkeyi?”

“Biliyor musun, eskiden ülkücü ülkücüye benzerdi devrimci devrimciye benzerdi. Şimdi hepsi puşt olmuş.”

Kafası çalışan adam, ne diyeyim…

Aradan geçen on yılda durum daha iyi olmadı, daha kötü oldu.

İyi insanlar var, ama kötüler daha fazla, bu kötülerin önemli bölümü ise doğru dürüst kötü olmayı bile beceremeyenler. Pabucun pahalı olduğunu görünce ağlamaya başlayanlar… Adamın dediği gibi bunların da ismi var…

Bunlara gereken yerde dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek gerek Anjel Hanım…

“Ama böyle de olmaz ki…” diyeceksiniz, ama olsun…

Tekrar acil şifalar diliyorum…

Moralinizi iyi tutun…

İnsanın psikolojisi bozulursa bedeni iyice bozulur, unutmayın…