Şuanda 81 konuk çevrimiçi
BugünBugün3863
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11587
Bu ayBu ay11587
ToplamToplam10480011
suriye masalları PDF Yazdır e-Posta


Suriye’deki halk ayaklanması bir yılını doldurdu. Bu süre içinde 8000 kişinin hayatını kaybetmesi söz konusu oldu. Suriye’nin nüfusu Türkiye’nin üçte biri olduğuna göre, bu rakam bizim ölçülerimize göre 24 bin kişi demektir ve bir yıl için oldukça yüksek bir rakamdır.

Halk ayaklanması Beşir Esat rejiminin bazı demokratik reformları yapmaya söz vermesine neden oldu. Söz vermesine diyorum çünkü yönetim ağır bastığı ve geleceğini güvende hissettiği anda bunların geri alınması söz konusudur. Geçmişte de bunun örnekleri yaşanmış, Beşir Esat işbaşına geldiği zaman çok sayıda reform sözü vermiş ama ayaklanmaya kadar hiç birisi gerçekleşmemiştir.

Bu yönetimin reform yapmasının ancak zorla mümkün olabileceği bir kere daha görülmüştür.

Birinci reform Kürtlerle ilgilidir.

Yakın geçmişte Arap kuşağı adı altında çok sayıda Kürtün mülküne el konulmuş ve Suriye’de 1,5-2 Milyon civarında olan Kürt nüfusunun yaklaşık yüzde 30’u da vatandaşlık haklarından yoksun bırakılmıştı.

Bir ülkede doğup büyüyen bir insanı Kürt olduğu için vatandaşlıktan atıyorsunuz. Hiçbir kimliği bulunmayan ya da kağıt üzerinde mevcut olmayan bu insanlar ne eğitim ne de sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorlar, çalışma hayatında çok sayıda zorunla karşılaşıyorlardı.

Rejime karşı ayaklanma başlayınca muhalif güçleri bölmek amacıyla Kürtlerin gasp edilen vatandaşlıkları geri verildi.

Bir ülkede doğup büyüyen insanları, o ülkede yaşarlarken vatandaşlıktan atmak, bizde 12 Eylül rejiminin bile yapmadığı bir uygulamadır. Ancak bu ülkede iken konuştuğum ilerici bazı Suriyelilerin de belirttiği gibi, 12 Eylül rejimi bile Suriye için daha geniş demokrasi demekti.

Ağır cezalar veren mahkemeler olsa bile, en azından mahkeme vardı.

Savunma hakları kısıtlı olsa bile avukatlar vardı.

Suriye’de siyasi davaya bakan avukat suç ortağı olarak hapishaneye girerdi.

12 Eylül rejiminde bile ceza alıp hapishaneye girdiğinizde ne zaman tahliye olacağınız belliydi.

Suriye’de ise hapse bir kere girdiniz mi, hele de suçunuz siyasi ise, ne zaman tahliye olacağınız bilinemezdi.

Kürtler ayaklanma sayesinde şimdilik haklarına kavuştular.

Ama onların Türkiye’nin bile yapmadığı oranda vatandaşlık haklarının gasp edilmesi, Suriye’nin nasıl bir baskı rejimi olduğunu gösteriyor.

Örnekler bununla bitmiyor:

1981 yılı sonlarında Hama kenti zamanın devlet başkanı olan Hafız Esat’ın kardeşi ve Genelkurmay Başkanı olan Rıfat Esat’ın komutasındaki ordu tarafından yerle bir edildi. Ortadoğu’nun en büyük katliamı olan Hama katliamında kesin ölü sayısı belli değil, ama 40 bin civarında olduğu tahmin ediliyor.

Böyle bir vahşeti uygulayan bir rejimin adı bellidir: bu rejim bir baskı ve terör rejimidir.

Zaten devlet başkanlığının babadan oğula geçmesi, Hafız Esat’ın yerini Beşir Esat’ın alması da Suriye’deki rejimin gerçek karakterinin bir başka göstergesidir.

Suriye’nin anti-emperyalist olduğu bu ülkeyle ilgili masalın bir başka yanıdır.

11 Eylül 2001 sonrasında ABD değişik ülkelerde ele geçirdiği zanlı kişileri işkenceli sorgulardan geçirdi. Bu konuda uygulanan yöntemlerden birisi şöyleydi: Gözaltına alınan kişi bir ülkenin polisine teslim ediliyor. O ülke işkenceyle ifadeyi alıp kişiyi yeniden ABD’ye teslim ediyordu.

ABD bu iş için “işkence uçakları” denilen bir hava filosu bile kurdu. Bu uçaklarda havada işkence yapıldığı gibi, gözaltındaki kişiler de uygun bir ülkeye teslim edilip sonra geri alınıyordu.

Bu ülkelerden bir tanesi Suriye, diğeri Ürdün’dür.

Bu konuda Batı ülkelerinin gazetelerinde çok sayıda haber çıktı. Suriye’de işkence gören kişilerin beyanatları ve fotoğrafları yayınlandı.

ABD ile Suriye arasındaki ilişkiler bir süreden beri kötü, ama iyi olsaydı Beşir Esat yönetiminin gerekli işbirliğinden kaçınmayacağını şimdiden söylemek mümkündür.

Suriye masalının bir başka veçhesi, bu ülke yönetiminin İsrail’e karşı olmasıdır. Evet, lafta karşıdır, gerçeklikte ise değildir. Beşir Esat yönetiminin bölgedeki önemli destekçilerinden bir tanesi İsrail’dir. İsrail, Esat yönetimini kötünün iyisi olarak değerlendiriyor. Mısır’da Müslüman Kardeşler seçimlerde çoğunluğu kazandıktan sonra bu ülke ile İsrail’in arası eskisine göre bozuldu. İsrail, Mübarek yönetimini arıyor ve benzer bir durumun Suriye’de de başına gelmesini istemiyor.

Yazının sonunda şu soruyu sormak gerekir:

Suriye’ye dış müdahaleye karşı mı çıkılmalıdır, yoksa dış müdahale şart mıdır?

Şart ise bu müdahale nasıl olmalıdır?

Soru başka türlü de sorulabilir:

Bir ülke yönetimi, değişim isteyen halkı katlediyorsa, buna seyirci mi kalınmalıdır, yoksa müdahale mi edilmelidir?

Birincisi: Suriye’ye her türlü dış müdahaleye karşı çıkanlar, nedense İran’ın müdahalesi konusunda susuyorlar.

Suriye’de çok sayıda İranlı askeri uzman ve pastar bulunuyor. İran, Suriye’ye askeri malzeme gönderiyor ve bu ülke askerlerini göstericilere karşı eğitiyor.

“Türkiye isyancılara silah veriyor” diyenlerin bu konuda susması dikkat çekicidir.

İkincisi: Suriye’de bir yıldan beri kanlı bir iç savaş sürmektedir. Bu savaşa dışarıdan karışanlar çoktur, ama savaşın kökenleri içerdeki muhalefettedir.

Üçüncüsü: Suriye’nin yabancı güçler tarafından işgal edilmesine karşı çıkanlar, bu ülkenin yıllardan beri Lübnan’ın önemli bölümünü işgal altında tuttuğu konusunda seslerini çıkarmıyorlar.

Suriye masalları, Suriye yönetimi için uyduruluyor.

Bazı ulusalcı akımların Suriye yönetimini desteklemek için bu ülkeye gidip kendilerine ekonomik destek verilmesini talep ettikleri buradan bile duyuluyor.

Normal karşılamak gerekir. Ulusalcılarımız Saddam’ın da yanında yer almışlardı ve aynı Baas rejimi Suriye’de de bulunmaktadır.

Saddam’ı savunmakla Beşir Esat’ı savunmak aynı şeydir.

Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesine karşı çıkmak, Saddam’ı savunmayı gerektirmezdi.

Ortada Irak’a müdahale edecek başka güç bulunmayınca maydan ABD ve müttefiklerine kaldı.

Suriye konusunda durum biraz daha iyi… Birleşmiş Milletler yetersiz de olsa işin içine girmiş durumda. Bu ülke için en iyi çözüm, Annan Planı uyarınca çok sayıda gözlemcinin bu ülkeye gönderilmesi ve ateşkesin sağlanmasıdır. Bu kolay iş değildir. Beşir Esat’ın terör rejimi iktidarı bırakmamak için elinden geleni yapacaktır.

Herkes biliyor ki, Hama katliamının ve benzeri çok sayıda olayın hesabı sorulacaktır, sorulmak zorundadır.

Ateşkesin sağlanmasının, demokratik reformların gerçekten yapılmasının ve geçmişteki ağır insan hakları ihlallerinin hesabının sorulmasında uluslar arası kuruluşların etkin olmasını savunuyoruz.

Eksikleri olabilir, ama bu kurumların etkinlikleri desteklenmelidir, çünkü bunların dışında iki seçenek vardır: Ya Esat rejimi katliamını sürdürecektir ya da dışarıdan askeri müdahale gerçekleşecektir.

Çok sayıda Türkiyeli devrimci geçmişte şu veya bu oranda bu ülkeyi görmüş olduğu için Suriye’deki rejimin gerçek özelliklerini biliyor.

12 Eylül rejiminin bile bu ülke için demokrasi demek olduğu saptaması bu ülkeyi hiç görmemiş olanlara garip gelebilir.

Görenlerden sorun derim, “maalesef doğru” diyorlar.

Keşke başka türlü olabilseydi, ama öyle değildir.