Şuanda 75 konuk çevrimiçi
BugünBugün3856
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11580
Bu ayBu ay11580
ToplamToplam10480004
ben yalan söylerim, sen inanma PDF Yazdır e-Posta


Çok sayıda İranlı tanıdınız mı, bilmiyorum. Ben tanıdım ve tamamına yakınındaki ortak özellik rahatlıkla yalan söylemeleriydi. Sizi ilgilendiren bir konuda kandırmak için yalan söylemiyorlardı, rahatlıkla ve günlük yaşamlarının bir parçası gibi yalan söylüyorlardı. Merak edip neden böyle yaptıklarını sordum.

“Yalan bizim kültürümüzün parçasıdır. Ben söylerim, sen inanma.”

Bu kadar basit işte…

Bu basit gerçeklik Ortadoğu’da politikanın özüdür.

Sürekli yalan söylenir. Herkes de karşısındakinin yalan söylediğini bilir ve kendisi de öyle yapar.

Bu yalan politikaya özgü değildir ve zaten toplumsal hayata özgü olmayan bir özelliğin politikada yoğun kullanılması da mümkün değildir.

Suriye’de bulunduğum aylarda Arapların birbirleriyle karşılaştıktan sonraki konuşmalarını gülerek dinlerdim. Az buçuk Arapça anlamak neden söz edildiğini anlamak için yeterdi.

Yaklaşık yirmi dakika hal hatır sormakla ve birbirini yağlayıp ballamakla geçerdi.

Bizdeki, nasılsın, çocuklar nasıl, filan soruları vardır ve beş dakikada biter ya; orada ortalama yirmi dakika sürerdi. Söylenenin yüzde doksanına söyleyenin de inanmadığını belirtmeye gerek yok.

Bir gün televizyonda o sırada devlet başkanı olan Hafız Esat’ın konuşmasını dinlemiştim. Konuşmada arada bir duruyor, salondan birisi kalkıp şiir okuyordu. Konuşuyor, sonra yine duruyor, salondan (salon dediğim Meclis) birisi kalkıp bu kez Esat’ı yağlayıp ballayan bir nutuk atıyordu.

Kepazeliğin bu kadarı olur mu diyeceksiniz, ama böyleydi işte…

Kendini sürekli olarak başkalarına övdürmek burada devlet adamlığının olmazsa olmazı gibiydi.

Bunları söylememin iki nedeni bulunuyor:

Birincisi: Suriye devletinin veya başka bir bölge devletinin açıklamasına büyük ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Ya tümden yalandır ya da içinde mutlaka yalan vardır.

Örneğin Kürtlerle ilgili açıklamaları… Aslında Suriye’deki Kürtlerin öyle abartıldığı kadar sorunu da yokmuş!

Gesellschaft der bedrohten Völker (Tehdit Altındaki Halklar Örgütü) gibi tanınmış örgütler yıllardan beri tersi yönde açıklamalar yapıyorlar ve ben onlara inanırım. Suriye hükümetinin herhangi bir konudaki açıklaması güvenilir başka bir kaynak tarafından doğrulanırsa inanırım.

O yalan söyler, yalan onun kültürünün parçasıdır; sen inanmayacaksın.

İkincisi; bu politika kısa erimde baçı başarılar sağlayabilir, ama uyanıklık ve yalan temelinde bir yere varamazsınız.

Bunun açık örneklerinden bir tanesi minicik İsrail devletiyle bilmem kaç milyon nüfuslu Arap ülkelerinin yıllardan beri baş edememesidir.

Denilecektir ki, ABD bu devleti destekliyor.

Haklısınız, destekliyor, ama bundan ne çıkar?

Kendi beceriksizliğinizin, çaresizliğin sorumlusu olarak ABD’yi görmek doğru değildir.

1967 ve sonrasındaki savaşlarda SSCB Arap ülkelerini destekledi. Onlara büyük miktarda silah yardımı yaptı, ama İsrail’e karşı başarılı olamadılar.

ABD’nin desteği İsrail’in başarısı için yeterli olsaydı, Vietnam’ın da ABD’ye karşı savaşı kazanması değil, kaybetmesi gerekirdi.

Taliban 11 yıldır ABD başta olmak üzere NATO ülkelerine karşı savaşıyor. Bütün ülkeler bu savaşı kazanamayacaklarını ifade ediyorlar. Afganistan’daki savaş, ABD ve NATO için kaybedilmiş bir savaştır. Teker teker askerlerini geri çekiyorlar. Herkes çekildikten sonra geride kalan Afganistan hükümetinin ne kadar dayanabileceği de şüpheli…

Demek ki savaşan savaşabiliyor, savaşmasını beceremeyen, sürekli yalan ve abartmayla bir şeyler yapabileceğini sanan ise kaybediyor.

Filistin’de Hamas’ın (Suriye yönetimini terk edip Mısır’daki Müslüman Kardeşler’e yakınlaştılar, esasen geçmişte de bu örgütün Filistin’deki kardeş örgütü durumundaydılar), Lübnan’da Hizbullah’ın direngen mücadelesi söz konusuydu; ama bu kadar, ötesi yoktur.

İsrail, Arap denizinin ortasında yıllardan beri duruyor. Bu ülkeyi haritadan sileceğiz diye yeminler ediyorlar, açıklamalar yapıyorlar falan filan derken aradan 40 yıldan fazla zaman geçti.

Bu başarısızlığın nedenini kendilerinde aramak akıllarına gelmiyor.

Filistin halkının mücadelesi aynı zamanda Arap ülkeleri tarafından kırdırılan, birbirine düşürülen, bazı durumlarda Arap ülkelerinin ezdiği (Ürdün ve Suriye gibi) bir halkın mücadelesidir.

Politika yapma tarzının baştan aşağıya değişmesi gerek ama bu yönetimlerle bu değişim sağlanamaz.

Yalanla, abartmayla, çarpıtmalarla politikada fazla ileri gidemezsiniz.

Yazının sonunda Suriye’deki Kürtlerin durumuna değinmek istiyorum.

22 milyonluk Suriye’de Kürtler 1.5-2 milyon kadar…

Sayısal olarak az olmaları bu ülkedeki değişimde, propagandası yapıldığı gibi, kilit rol oynamalarının mümkün olmadığını gösteriyor. Ama abartmacılık bölgenin özelliğidir, Kürtler de abartıyorlar.

Bunun dışında gerçekçi bir tutumları var: taraf olmuyorlar ve bekliyorlar. Esat’a karşı olduklarını belli ediyorlar, ama bunu eylemlerle göstermiyorlar.

Nedenini konuştuğum bazı bölge Kürtleri gerçekçi olarak açıkladı:

“Esat gidecek, ama hızlı değil yavaş gitmeli… Suriye’de yıllardır bizi ezen baskıcı, despot bir devlet yapısı var. Çatışma uzun sürmeli ve bu devlet yapısı olabildiğince zayıflamalı… Zira Esat’ın yerine gelen (Müslüman Kardeşler) de bizi ezecek. Bu nedenle devlet ne kadar zayıflarsa, bizim için o kadar iyidir.”

Gerçekçi bir değerlendirme…

Her halk gibi onlar da çıkarlarını düşünüyorlar. Muhabarat devleti de denilen Suriye devleti olabildiğince zayıflamalıdır.

Nitekim sürekli çatışma içinde kaçınılmaz olarak zayıflıyor da…

Kürtlerin şimdiki tarafsızlığının amacı budur.