Şuanda 140 konuk çevrimiçi
BugünBugün3924
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11648
Bu ayBu ay11648
ToplamToplam10480072
değişimi hissetmek... PDF Yazdır e-Posta


Burada sözünü edeceğim değişim herhangi bir değişim değil. İnsan sürekli olarak değişir. Yeni bir yere gidersiniz, önemli bir kitap okursunuz, yeni bir insanla tanışırsınız ve bunların hepsi sizde bazı değişimlere yol açar.

Sözünü edeceğim bu tür değişimler değildir, bunlar sürekli olarak gerçekleşirler.

Kastettiğim değişim, belirli bir olay ya da belirli bir tarihten sonra, önceki gibi değil, değişik bir insan olduğunuzu hissetmenizdir. Buradaki tarih semboliktir ve önceki değişimlerin birikimi sonucu ortaya çıkmıştır. Biraz erken de olabilirdi biraz daha geç de olabilirdi, önemli olan o tarihten itibaren kendinizi farklı, önceki gibi olmayan bir insan olarak görmeniz, hissetmenizdir.

Hayatım boyunca bu tür dört değişim yaşadım, daha doğrusu sonucunu açık olarak hissettim. Bunlar, bugünden geriye baktığımda görüldüğü kadarıyla, bana önemli şeyler katan değişimlerdi. Bu katış birden olmaz, birikmiş ve sonuçta hissedilen bir değişime yol açmışlardı.

İlk değişim 1975’tir. TDAS’ın yazımını bitirdikten sonra kendimi farklı bir insan gibi hissettim. Bu durum o dönemdeki fotoğraflarıma da yansımış. O dönem dikkat etmemiştim ama yüzümün ifadesi bile değişmiş.

İkinci değişim 1978 yılı Ağustos ayıdır. Isparta cezaevinden isyan sonucu sürgüne giderken yolda artık daha değişik bir insan olduğumu hissetmiştim. Bu cezaevinde 11 ay kaldım ve benim için önemli bir okul oldu. Aylarca adli mahkumun en gelişmişiyle ya da İstanbul lümpeniyle aynı koğuşu paylaştım. Önceden bu kesimi tanımazdım, hiç bilgim yoktu. Cezaevinde başka bir hayatı tanıdım ve keşke sonraki aylarım da bir oranda adli mahkum arasında geçseydi diyebilirim.

Aydın’da kaldığım iki ay dışında siyasilerin dışında bağım olmadı.

Aydın cezaevinde adlilerin önde gelenlerinden birisiyle (Süleyman) birlikte kaçış planı yaptık, uygulamaya da koyduk ama başarılı olamadık.

Isparta cezaevinden Mehmet Kahraman’ı iyi hatırlarım.

“Çıkmaz sokaklara sapmışız be Engin kardeş” diye başlar ve anlatır da anlatırdı.

Bir akşam üç kişi kafaları çekiyorlar, birer de hap atıyorlar ve ardından işe çıkıyorlar. Kısa sürede beş kişiyi gasp ediyorlar. Gasp ettikleri de bir şey olsa bari… Hepsini toplasan bile bir şey yapmıyordu. Sonra yakalanıyorlar. 18’er yıldan beş gasp eder 90 yıl…

Hayatlarını bir hiç için bozuk para gibi harcamış çok sayıda insan tanımak fırsatım oldu.

“Yalan söylüyorsam mapushaneler mekanım olsun” sözü bu kesimin en büyük yeminidir.

Bu dönemde ben oldukça az konuşan, sürekli düşünen ve yazan bir tiptim. Geçmiş hayatım üzerinde çok düşündüm ve bol bol yazdım. Gelecek için kararlar aldım. Tabii bunların uygulanması birdenbire olmadı, ama bu yıllardaki düşüncelerim ve kararlarım sonraki yıllarda çok işime yarayacaktı.

Ve ne mutlu bana ki, o dönem yazdıklarımın tamamına yakını elime yıllar önce ulaştı. Bunları basacağım, el yazısını bilgisayara geçiriyorum.

Üçüncü değişim 1982 sonudur. Aradan bunca yıl geçtikten sonra bile 1982 yılını somut olaylarıyla düşündüğümde yaptığım tek önemli hata bulamam. Müthiş bir yıldı ve beni başarıdan başarıya koşturan da eski birikimlerim üzerinde yükselen pratikti.

Dördüncü değişim 2005 yılıdır. Almanya’daki büyük pratiğin üzerine gelen iki önemli olay kafa yapımda ve düşünme tarzımda önemli değişikliklere neden oldu: Almanya’da üniversiteyi bitirdim ve Demokratik Sosyalizm Partisinde yıllarca bölgesel düzeyde sorumlu olarak çalıştım. Teorik ve pratik olarak çok şey öğrendim ve öğrendiklerimin birikimi bende hem teorik hem de pratik değişimlere yol açtı.

Beşinci değişim henüz olmadı ama geldiğini hissediyorum. 2005’in ardından iki önemli gelişme oldu:

İlk olarak, sosyal psikolojiyle yakından ilgilendim ve bu alandaki eksiğimi tamamladım. Ek olarak, analitik düşünmeyi öğrendim. Felsefe eğitimine başlangıç bile bu konuda bana önemli katkı yaptı diyebilirim. Bu katkı daha da artacak ve değişim daha fazla belirginleşecek…

İkinci olarak, ne Fransa’da ne de Almanya’da iken “Türkiye’de iken şöyleydim böyleydim” gibi sözler etmedim. Bunlara ihtiyacım yoktu zira Avrupa ülkelerinde ilk yıldan itibaren büyük bir pratiğim vardı. Bir de 15-20 yıldır ülke dışında bulunup da hala ülkede yaptıklarından başka anlatacak şeyi bulunmayanları esefle karşılarım. Ülkede iken şunu bunu yapmışsın, tamam; peki bunca yıldır burada ne yaptın? İnsanın bu soruya vereceği doyurucu yanıtlar olmalıdır.

Bu nedenle olsa gerek çok kişi beni eski Acilci olarak bilmezdi ya da bilse bile bu durum çok geride kalmış bir pratik olarak değerlendirilirdi.

Geçmiş belirli oranda karanlıklar içinde kalmıştı.

Ve ikinci önemli gelişme de budur: bu geçmişi geri aldım.

Bu geçmişe üşüşen leş kargalarını kovaladım, kovaladık ve onu geri aldık.

Eğer Özgür Medya kurulmasaydı böyle bir geri alış söz konusu olmayabilirdi ya da daha geç gündeme gelebilirdi.

Ardından Mihrac Ural’ın bana savaş açması geldi ve katlettiği Ali Çakmaklı ile Müntecep Kesici rüyasına girdiğinde gördüğü karabasanda bile rastlanılamayacak kadar feci bir şekilde o geçmişi geri aldık.

O geçmiş orada hakkı olanların yeniden eline geçti.

Kimsenin hakkına sulanmam ama hakkımı da kimseye yedirmem ve deyim yerindeyse bağırta bağırta alırım.

Bu süreçte bazı insanları çok şaşırttığımı biliyorum.

Doğrusu ben de şaşırdım.

Mihrac Ural’ın 30 yıl öncesinde kaldığını ve hala aynı yöntemlerle sonuç alabileceğini sandığını düşünememiştim, inanmakta zorluk çektim. Turgut Özal’ın deyimiyle “bıraktığımız yerde otluyormuş”.

Karşılarında tahmin ettiklerinden bambaşka bir tip buldular.

Bakalım beşinci değişim dönemi ne zaman biter…

Bana uzun sürecek gibi gelmiyor…

 

Yarın akşam felsefe fakültesinde 19. yüzyılda Afrika’daki Fransız sömürgeciliğini normatif yönden inceleyen bir konferans var. Bu nedenle yarın yeni yazı olmayacak…