Şuanda 117 konuk çevrimiçi
BugünBugün3900
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11624
Bu ayBu ay11624
ToplamToplam10480048
mülteci olmak... PDF Yazdır e-Posta


Biz garip bir halkız ve garip halkın da garip solu olur.

Durumu analiz etmek yerine kendi kendimize efsaneler uydururuz ve kendi uydurduklarımıza da inanırız.

Daha iyi olmak isteriz ve bu haklı bir taleptir.

Daha iyi olmak için de kendimiz çaba harcamaktan çok başkasının daha kötü olması için çalışırız. Ya da birilerini daha kötü yapınca kendimizin de iyi olduğunu sanırız.

Başka bir deyişle kötülük içinde görece iyi imiş gibi görünmek bizi tatmin eder.

Bir türlü kendimizi aşamayız, yeniden üretemeyiz ve bunu yapamayınca da uydurmalara başvururuz.

Mülteci olmak konusu bu alandaki güzel örneklerden bir tanesidir.

Bu konudaki iki tane efsaneyi ele almakla yetineyim:

Birincisi: 1980 sonrasında Avrupa ülkelerine gelen devrimciler arasında sadece PKK’liler mültecileşmedi. Diğerleri mültecileşerek dağıldılar.

Yüzeysel ve yanlış bir saptama…

Yüzeysel çünkü neden sorusunu sormuyor.

Sadece PKK’liler mültecileşmedi ise, neden böyle oldu?

1984 sonrasında yükselen mücadele Avrupa ülkelerine gelmiş PKK’liler için ciddi bir yönelim ve ayakta kalma olanağı sundu da onun için…

Türkiye devrimci hareketi ise aynısını yapamadı. Çok sayıda örgüt yıllarca ülkedeki gücünü aşırı abartarak propaganda yaptı ve militanlarını bir süre bu şekilde ayakta tutmaya çalıştı. Ama insanları yalana dayanarak fazla ayakta tutamazsınız, bir süre sonra yapılan aşırı abartıların ne kadar boş oldukları ortaya çıkar ve ardından hızla dağılma gelir.

Türkiye devrimci hareketinin merkezi 1981-85 arasında Köln idi denilebilir. Çok sayıda örgütün merkez kadrosu Avrupa ülkelerinde ve özellikle Almanya’da idi. 1990’lı yıllara kadar ülkeye oluk gibi para ve değişik olanaklar aktı. Bir bölüm insan geri döndü, ama yok, örgütlü bir mücadele geliştirilemedi.

12 Eylül sonrasında çok sayıda militanın ülke dışına çıkmak zorunda kalması ilk kez bu ülkedeki devrimci hareketin başına gelmiyor. Başka ülkelerden örgütler de bunu yaşadı ve zaman içinde kimisi kendisini yeniden üretti, kimisi üretemedi.

Ülke içinde güçlü bir örgütlenme yaratmak konusunda çıkış yolu bulunamaması önemli bir konudur ve basit saptamalarla çözülemez.

İki örnek vereyim:

1980 sonrasında TKEP’in merkez kadrosunun büyük bölümü ülke içindeydi. Sadece Plenum gibi toplantılar yapmak amacıyla geçici olarak ülke dışına çıkardı.

Bu durum partinin 1980’i yılların sonuna kadar gelişmesini sağladı. Ülkede üç yasa dışı yayı çıkarmak daha sonra da buna üç yasal yayın ekleyebilmek kolay iş değildir.

Sosyalist bloğun çözülmesi ve SSCB’nin dağılması bu partiyi derinden etkiledi.

Sadece bu partiyi etkilemedi tabii… Sovyetik ya da anti sovyetik herkesi etkiledi.

1990’lı yılların başında “Özal affı” denilen infaz yasasındaki değişiklikle çok sayıda 12 Eylül hükümlüsü serbest kaldı. Bu insanların önemli bir bölümü devrimci hareketten uzaklaştı. Kalanların da dışarıda önemli bir gelişmeye neden oldukları söylenemez.

Aradan 20 yıl geçti, olsaydı bunu hepimizin görebilmesi gerekirdi.

Bunun için önemli denemeler yapıldı, ki bunlardan en önemlisi ÖDP’dir ve fiyaskoyla sonuçlandı.

Demek ki ülkede kalmış olmak insanların devrimci kalmasına yetmediği gibi, kalanların da önemli bir başarı göstermesine yetmiyormuş.

Son genel seçimde Türkiye solunun hepsini toplasanız oy oranı yüzde birkaçı geçmez.

Haklısın diyelim; Avrupa ülkelerine gidenler dağıldı, mültecileşti…

Peki seni tutan mı oldu, sen yapsaydın ya!

Ülkenin durumu ortada…

Bir yanda neredeyse 30 yıldır süren bir savaş var; diğer yanda ise aşırı gelir dengesizliği, artan işçi ölümleri, sürekli tutuklamalar ve çeşitli baskılar…

Ortam sosyalist bir hareketin gelişmesi için uygun, ama küçük başarıların dışında pek bir şey yok…

Bunun sorumluluğunu ülke dışındakilere atamazsın…

Önce aynaya bakacaksın, sonra başkalarına söz söylemek hakkın olur.

PKK’nin Avrupa ülkelerinde farklı bir gelişme göstermesinin başta gelen nedeni ülkedeki mücadeledir. Bu mücadele olmasaydı ne çok sayıda Kürt Avrupa ülkelerine gelmek zorunda kalırdı, ne de gelenler arasında mücadeleyi sürdürenler önemli bir genişlikte olurdu.

Avrupa ülkelerinde tahmini olarak bir Milyon kadar Kürt yaşıyor. Bunların hepsi PKK’li değil; ama olanların sayısı az da değil…

PKK’nin Avrupa kitlesi içinde burada örgütlenmiş insan sayısı hayli fazladır.

Avrupa ülkelerinde doğmuş çok sayıda Kürt büyüdüğünde PKK’li oldu.

Bunların bir bölümü savaşa gitti ve orada hayatını kaybetti.

Demek ki sadece Avrupa ülkelerinde yaşamak kendi başına olumsuzluk değilmiş.

Ek olarak PKK’ye yakın medyanın –televizyon ve haber ajansı dahil- önemli bölümü Avrupa ülkelerinde bulunuyor.

Eğer bu insanların yıllarca gözlerini dikebilecekleri bir mücadele olmasaydı, bu mücadelenin başarısı olmasaydı, sonuç tam tersi olurdu.

Buradaki insanlar da oradaki mücadeleye önemli destek verdiler…

Sonuç olarak kimse, Avrupa insanı yozlaştırır, mültecileştirir gibi teoriler uydurmasın…

Bu uydurmanın asıl nedeni kendini kurtarmaktır.

Sen bir şey yaptın da tutan mı oldu?

İkincisi: Gelmiş olduğun ülkede değişik nedenlerle fazla bir şey yapılamıyor. Çaba harcanıyor ve bu çaba dışarıdan da destekleniyor ama kayda değer sonuçlar görülmüyor.

Bu durum Avrupa ülkelerindeki Türkiyeli devrimcilerin otomatik olarak mültecileşmesine (bu kelimeden yozlaşmak, dağılmak anlaşılıyor) mi yol açmalıdır?

Türkiye solu inanılmaz derecede kendi içine kapalı, içinde yaşadığı topluma ilgisiz bir soldur. Bu alanda çaresizlik düzeyine gelmiş yeteneksizliğini örtmek için de suçu Avrupa ülkelerinde bulur.

Efendim Avrupa insanı yozlaştırıyor vb. vb.

Duyan da sanır ki Türkiye insanı yozlaştırmıyor.

Orada yozlaşan çok sayıda devrimci bulunmuyor. Orada çok sayıda insan devrimciliği çoktan bırakmadı sanki…

Yozlaşmaya yatkın olan, bunun için fırsat kollayan her yerde yozlaşır…

Avrupa ülkelerindeki türlü çeşitli barlar eski devrimcilerle –ya da hala devrimci geçinenlerle- dolu da Türkiye’dekiler dolu değil mi sanki?

Sosyalist mücadelenin Türkiye’ye özgü olduğunu size kim söyledi?

Sosyalist mücadele dünyanın her yanında var, var ama bunun sadece bizde olduğunu sanmak ya da kendimizi önder sanmak gibi bir hastalığımız da var.

1990’lı yılların ortaları, ÖDP yeni kurulmuş…

Partinin o zamanki sekreteri Yıldırım Kaya örgütlenme çalışmaları için Almanya’da…

Bir konferanstaki saptaması şöyle: Biz bir birlik partisiyiz. Alman soluna da birliğin ne demek olduğunu göstereceğiz.

O zaman da söylemiştim, helal olsun yani, başka denilebilecek şey yok…

Almanya’da o yıllarda benim de üye olduğum PDS (Demokratik Sosyalizm Partisi) var ve ancak yüzde 5 oy alabiliyor.

Biraz boyunu göster de ondan sonra konuş demek gerek ama biz konuşuruz ve ardından gelen seçimde de yüzde sıfır virgül bilmem kaç oydan fazlasını alamayız.

Madem iddialısın yapsana, ülke dışından sana o kadar maddi imkan da gitti üstelik…

Avrupa ülkelerinde yıllardan beri bulunan Türkiyeli devrimcilerin yozlaşmasının ve hatta bitmesinin asıl nedeni, bulundukları ülkedeki mücadeleyle ilgilenmemeleridir.

Sosyalist mücadele her yerde var. Bir insanın başka bir ülkede on yıldan fazla zamandır bulunup da bu ülkedeki solla ilgilenmemiş olması, sadece kendi çapsızlığını ve içe kapanıklığını gösterir.

Durumu doğrudan bilmeyenler için söyleyeceklerime inanmak zor, ama gerçektir.

İnsanlar yıllardır yaşadıkları ülkelerde dili şu veya bu oranda öğrendiler.

Öğrendiler de ne okuyorlar ya da ne yapıyorlar diye sorarsanız, orası tam bir felakettir işte.

Sosyalist bir insan olduğunu iddia ediyorsun; bulunduğun ülkedeki başlıca sol örgütleri ve bunların yayın organlarını sayabilir misin diye sorsanız, çoğunluk sayamaz.

Bulunduğu ülke solunun gazetelerini ve önemli teorik yayınlarını okumayı bırakın, Türkçe olanın dışında günlük gazete bile okumaz.

Ülkesindeki herhangi bir sol içerikli eyleme katılmaz. Katılanlar vardır ama oran oldukça azdır.

Bu durumda yozlaşma ve çürüme olmasın da ne olsun?

Bu çürümenin sonuçlarından bir tanesi kendi dışındaki gelişmeyi abartmak ve böylece kendi çıkışsızlığına çözüm bulduğunu sanmaktır.

Arap ülkelerindeki hareketlenmeyi devrim sananlar bir dönem az değildi.

Haydi başlangıçta sandılar diyelim, olabilir; sonuçta herkes hatalı değerlendirme yapabilir.

Bu devrimin hala sürdüğünü sanmak, hala bunu zannediyor olmak ise bence politik değil psikolojik bir sorundur.

Kendi açmazlarını, yetersizliklerini başkaları üzerinden gidermeye çalışmakla ilgilidir.

Biliyorsunuzdur, dünyanın önemli finans merkezlerinde işgal hareketi vardı. İnsanlar önemli finans merkezlerinin çevresini işgal ediyordu.

Bunlardan en önemlileri New York ve Frankfurt’ta gerçekleşti.

Önemli bir eylemdi ve bu eylemle ilgili olarak Türkiye’deki sosyalistlerin değerlendirmelerine baktığınızda hayretler içinde kalırdınız.

Meğer burada neler oluyormuş da haberimiz yokmuş…

Aslında gerçeği anlatmıyorlardı, özlemlerini anlatıyorlardı.

Her ülkenin Türkiye benzeri bir ülke olmadığını dışarıya kapalı olanlar anlayamazlar.

Atarlar tutarlar, abartırlar ve sonra da unuturlar.

İşgal hareketi bir anlamda bitti, gerçekte ise değişik yollardan sürüyor.

Nasıl oluyor derseniz, bilen pek yoktur.

İlgi bitmiş ve neredeyse unutulmuştur…

Bunları gördükçe yıllar önce verdiğim ve yapmaya çalıştığım kararın doğru olduğunu yeniden görüyorum: Kendine faaliyet ve öğrenme programı çıkar ve buna sadık kal.

Sosyalist imiş gibi görünmek kolay, biliyor musunuz?

Ermeni soykırımını savunursunuz, PKK’nin mücadelesini haklı bulursunuz ve kendiniz de hiçbir şey yapmazsınız; sadece yaparmış gibi görünürsünüz.

Kayda değer bir şey yapmadan böylece politik bir insanmış gibi görünürsünüz ya da gerçekte kendinizi kandırırsınız.

İnanır mısınız, Türkiye’de ve Avrupa’da bunların sayısı az değil…

Bu da yozlaşmanın, kendini kandırmanın başka bir çeşididir.

Aman benden uzak dursun!