Şuanda 89 konuk çevrimiçi
BugünBugün3871
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11595
Bu ayBu ay11595
ToplamToplam10480019
yeni oslo'nun zorunlu kodları PDF Yazdır e-Posta


AKP artık öğrenilmiş olması gereken yöntemini yeni Oslo konusunda da tekrarladı: ortaya bir görüş atarsınız ve değişik tarafların nasıl tepki göstereceğine bakarsınız. Tepkilere göre görüşü değiştirirsiniz ya da “zamanı değil” diye geri plana atarsınız.

Bugünkü yeni Oslo’nun birinci bölümünün kapandığı söylenebilir.

Başbakan Erdoğan’ın açıklamasına göre; yeni bir görüşme süreci başlayabilir, gerekirse İmralı ile de görüşülür, Kandil ile de... Sadece BDP muhatap alınmayacaktır.

Bu açıklamanın içindeki acemilik o kadar açık ki, iyi bir kurmay heyeti olan AKP’nin böyle bir hata yapması, kendi söylediklerini bile ciddiye almadıklarını, bunun bir deneme ve yoklama açıklaması olduğunu gösterir.

Kürt halkının silahlı gücü ile görüşeceksiniz, ama TBMM’deki yasal temsilcilerini ciddiye almayacaksınız!

İlk tepkiler geldi ve AKP bu tepkileri değerlendirerek ikinci Oslo için adım atacak ya da bir süre için bunu unutacaktır.

İlk ihtimalin daha ağır bastığını düşünüyorum. Yerel seçim tarihi öne alınıyor, cumhurbaşkanlığı seçimi de yaklaşıyor. Her hafta kamuoyu yoklaması yaptıran ve alınan sonuçlara göre politikasını düzenleyen AKP için tehlike çanları çalıyor.

Önceki seçimde AKP’yi seçtiği için pişman olanların ve bunu açıkça ifade edenlerin sayısı az değil. AKP yine açık farkla birinci partidir ama açık farkın büyüklüğü azalmıştır.

Kendi amaçları doğrultusunda CHP’ye göre daha bilimsel çalışan AKP’nin olumsuz gidişatını tersine çevirmek için yeni yollar üzerinde düşünmesi kaçınılmazdır.

Sorun da burada ortaya çıkıyor.

AKP’nin başından beri Kürt sorununun çözümü için açık bir planı olmadı.

Ne yapacaklarını kendileri de bilmiyorlar ve sorun da burada ortaya çıkıyor:

Ülkenin en önemli sorunu hakkında açık bir çözüm planınız olmadan, olmayanı varmış gibi nasıl gösterirsiniz?

Bunun bilinen yolu, büyük gibi görünen ama kısıtlı uygulanan yeniliklerden büyük genellemelere gitmektir.

Örneğin Kürtçe’nin ayrı bir dil olarak kabul edilmesi...

Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri ve devleti Kürtçe diye bir dil olmadığı konusunda yıllarca o kadar ısrar etti ki, bu ısrardan vazgeçilmesi, atılmak zorunda kalınmış da olsa, önemli bir adımdı.

Buradan hareketle kolaylıkla şu genelleme yapılabilir:

Kürtçe zamanla eğitim dili olacaktır. Gelişmesinin önündeki bütün kısıtlamalar kaldırılacaktır. Sonuçta herşey birdenbire olmaz, öyle değil mi?

Pratikte ise başka bir şey görülür:

Kürtçe’nin varlığı kabul edilmiş ve orada durulmuştur.

Kürtçe üzerinde verilen kavga, böyle bir dil var mıdır konusundan çıkmış; böyle bir dil nerede kullanılabilir konusunda yoğunlaşmıştır.

Kürtler bireysel yaşamlarında Kürtçeyi kullanabilirler. Kürtçe televizyon dinleyebilir, yayın çıkarabilir, okullarda seçmeli ders olarak alabilirler. Ama bu dilin Türkçe ile eşit statüye yükseltilmesini isteyemezler, kamu hizmetlerinde Kürtçeyi kullanamazlar.

İleriye doğru atılan bir adımdan genellemelere gidilmesi konusunda bir kısım basının da hayli çabası oldu.

“Biraz rahat durun, sorun çözülüyor” deniliyordu ve bu durum bir süre beklenti de yaratmadı değil...

Ardından ise sorunun çözülmediği, sadece çözülür gibi yapıldığı; eskiden “Kürtçe ayrı bir dil değildir” konusundaki direnmenin bu kez farklı bir noktaya taşındığı görüldü.

AKP sorunu çözmüyor, sadece çözüyormuş gibi yapıyordu.

Aynı yöntemi Oslo konusunda yeniden uygulamaya kalkmanın beklenen etkiyi yaratmaması şaşırtıcı değildir.

Yeni bir yöntem bulmaları gerekiyor.

 

BİRİNCİ OSLO’NUN DERSLERİ

Politika, yapmaktır. Politikada söylenene değil, yapılana bakılır.

Söylenen yapılanla uyum içindeyse ciddiye alınır, aksi durumda alınmaz.

Politika ne yazık ki okulda öğretilmiyor ya da kitaplardan öğrenilmiyor, yapılarak öğreniliyor.

Öğrenme süreci içinde sapmalar, hatalar kaçınılmaz oluyor.

Az olmayan sayıda insan Kürt halkının demokratik haklarını kazanmasını, çözümü istiyor ve bu istek bazan insanın gerçekleri görmesini de engelleyebiliyor.

AKP bir dönem çözüm konusunda inandırıcı oldu, bunu başardı.

Terminolojilerini değiştirdiler: Bebek katilinden Sayın Öcalan’a geçildi. Defalarca görüşme yapıldı, tartışıldı, metinler hazırlandı, bu metinler Oslo’ya götürüldü, orada yeniden konuşuldu.

Çözüm gerçekleşiyormuş gibi görünüyordu.

Bu nedenle o dönemde çözüm adına yapılıyor gibi görünenlerin gerçekte AKP’nin oyalaması olduğunu savunmam ilk dönemde eleştiri topladı.

Keşke yanılmış olsaydım ama AKP önce seçim için gerekli barış ortamını sağladı, ardından bu ortama artık ihtiyacı kalmadığını düşünerek saldırıya geçti.

Fransızların politik mücadeleyle ilgili güzel bir belirlemesi vardır:

Pratikteki her adımın teorik karşılığı yoktur; bir adımlar paketinin ise vardır.

Bu belirlemeyi şöyle açımlamak mümkündür:

Her adım üzerine teori kurmamak gerekir.

Bu bilindiği zaman kendimizi kolay genellemeler yapmaktan daha iyi koruyabiliriz.

AKP’nin stratejisinin ana noktası birkaç olumlu adımdan büyük genellemelerin yapılmasını sağlamaktır.

Sayın Öcalan hitabı ve görüşmelerin başlaması iyi adımlardır, ama buradan çözüme gidildiği sonucu otomatik olarak çıkmaz.

Çözüme de gidilebilir, önceki barikat bu kez başka bir noktada yeniden de kurulabilir.

Yeni barikatı ne kadar geç fark edersek, AKP de zaman kazanma amacına o kadar ulaşmış olur.

Türkler de Kürtler de genellemeci düşünceye yatkındır. Kolay genelleme yaparız ve aynı kolaylıkla da yanılırız.

AKP’nin zaman içindeki değişik söylemlerinin, tek tek siyasi çıkışlarının fazla etkisinde kalmadan, alttaki sürekli çizgiyi görebilirsek; her yeni durumda bu çizginin kendini nasıl ortaya koyduğunu da kısa sürede fark edebiliriz.

 

YENİ OSLO’NUN KOŞULLARI

Bunlar ifade edildi ve kısaca özetlenecek olursa:

Birincisi: AKP’nin çözüm planını ortaya koyması gerekiyor. Bu konuda zorlanacak çünkü tek tek bazı iyileştirmelerin ötesinde planı bulunmuyor.

Bir iki iyileştirme yapalım, ne olacak bakalım, sonra yeniden plan yaparız.

AKP’nin anlayışı budur.

CHP biraz tutarlı olabilseydi, bu konuda ağırlığını koyabilirdi, ama şimdilik umut görünmüyor.

İkincisi: Müzakere özgür taraflar arasında yapılır.

Abdullah Öcalan özgür olmamanın ötesinde tecrit koşullarında tutulmakta ve psikolojik baskının her çeşidine maruz kalmaktadır.

Bu durumdaki bir insan nasıl sağlıklı müzakere yürütebilir?

İşinize gelmeyince koster bozuk, hava muhalefeti var gibi değişik nedenlerle İmralı dışıyla irtibatı da kesebilirsiniz.

Nitekim aylardan beri yapılan da budur.

Erdoğan’ın “Gerekirse İmralı ile de görüşme yapılır” demesi bu koşullar altında anlam taşımıyor.

Abdullah Öcalan’ın yaşam koşullarında önemli bir düzelme yapılmadan, tecrit kaldırılmadan, mevcut koşullarda görüşme yapmak, ikinci Oslo’ya ilkinden daha da geri bir noktadan başlamak olur.

 

ASGARİ GÜVEN SORUNU...

Tecridin bugün kaldırılması yarın yeniden uygulanmayacağı anlamına gelmez.

Burada çözüm için görüşmenin asgari şartı, asgari güven sorunu ortaya çıkıyor.

Taraflar arasında asgari oranda bile olsa güven olmadan çözüm için masaya oturulmaz, oturulsa da sonuç alınamaz.

Bu konuda AKP’nin asgari iki adım atması gerekiyor: Tecridin kaldırılması ve operasyonların durdurulması.

Bunlar gerçekten asgari koşullardır. Aslında Başbakan da bunun farkındadır.

Tecrit konusunu baskı aracı olarak kullanmakla sonuç alınamayacağını görmüş olmalıdır.

Operasyonların durması konusunda ise çarpıtmaya başvuruyor ve diyor ki:

“Güvenlik güçlerinin silah bırakması düşünülemez.”

Böyle bir şey talep eden mi oldu?

Olmadığını Başbakan da biliyor.

Ordu ve polis silah bırakmayacak; operasyon yapmayacak, silah kullanmayacak; istenilen budur.

Silah bırakmakla, operasyon yapmamak birbirinden çok ayrı şeylerdir.

PKK defalarca ateşkes ilan etti.

Ateşkes ilan edince silah bırakmadı, sadece eylem yapmadı.

Silahı bırakmamak onu kullanmak anlamına gelmez.

Başbakan aradaki farkı mutlaka biliyordur, ama konuyu çarpıtmayı tercih ediyor.

Bir yandan çözüm için müzakerelerde bulunacaksınız, diğer yandan ise müzakeredeki muhatabınıza yönelik operasyon yürüteceksiniz.

Böyle bir davranışın amacı ancak karşınızdakini beklentiye sokup, hareketsiz bırakıp daha rahat operasyon yapmak olabilir.

Bu şekilde de müzakere yürütülmez.

CHP, muhalefet yapmayı, AKP’nin yaptığının tersini yapmak olarak anlamasa, bu konuda işlevli olabilir, AKP’yi açık politika belirlemeye zorlayabilirdi.

Bu konuda şimdilik umut görünmüyor.

Bu durumda önemli bir yük, çok sık başımıza geldiği gibi, Türkler arasındaki sol muhalefete kalıyor.

Bu muhalefet zayıf, ciddi zaafları bulunuyor ama birkaç yıl öncesine göre daha iyi, burası da açık...

Çözüm yolu uzun ve oldukça çetin...

Birlikte yürüyeceğiz...

Yürüyüşün sonunda sadece ülkenin en önemli sorunu çözülmeyecek, aynı zamanda bu ülke de önemli bir dönüşüm geçirecektir.