Şuanda 32 konuk çevrimiçi
BugünBugün3812
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11536
Bu ayBu ay11536
ToplamToplam10479960
suriyeli bir "albay": mihrac ural PDF Yazdır e-Posta


Okur aşağıda yorumlanacak yazıyı bu sitede yayımlanan Garson, Mihrac Ural’a hesap getir, yazısında okuyabilir. İlgili fotoğrafı da aşağıdaki linkten görebilir.

 

http://acilciler.files.wordpress.com/2012/10/miro-talimde.jpg

 

Albay belirlemesini nereden çıkardım?

Kendisi değişik biçimde söylüyor. 2000 kişiye kumanda ediyormuş!

Yaklaşık 400 kişiden oluşan tabur komutanı yüzbaşı olduğuna göre, 2000 kişinin komutanı da albay olur.

Buna da şükür, sayıyı az tutmuş. 8-10 bin kişiye kumanda ediyorum deseydi, tümen komutanı olarak general olacaktı!

Kendisini albay olarak gördüğünü gösteren başka bir işaret daha var.

Aynı yazıda dedesi Süreyya Ural’ın da albay olduğunu söylüyor.

Eh, torun Mihrac Ural ondan aşağıda kalacak değil ya!

Yalnız, muzırlığımı mazur görün, bu albaylıkta birkaç tane sorun var.

Mihrac Ural komutan, burasını anladık, üstelik de albay…

Herhangi bir birlikte komutan farklı elbisesiyle belli olur ve komutanlığını gösteren bir takım işaretler taşır.

Fotoğrafa bakıyorum: Mihrac Ural işportada satılan ve askeri denilen bir elbise giyiyor. Yanındaki üç kişiden ikisinin elbisesi de aynı. Üçüncü kişi ise sivil, kim bilir belki de siyasi komiser filandır…

Mihrac Ural’ın elbisesinde herhangi bir işaret de görünmüyor. Bildiğimiz işporta malı elbise işte…

Ayıp olmuyor mu şimdi!

Sen ki Binbaşı Ernesto Che Guevara’yı bile rütbe olarak aşmış bir adamsın.

İnsan bunu belirtmek için biraz farklı bir elbise giyer…

Hemen Malak Fadal’a söyle, elbisenin omuzlarına üç yıldız diksin…

Ama sakın bununla yetinme, cahilliğini göstermiş olursun…

Gerçi hem albayda hem de yüzbaşıda üç yıldız var ama ikisini birbirinden ayıran başka bir şey daha var…

Onu da sen öğreniver artık!

Yine de bu kadarına da şükür demek gerek…

Yazısında “halkım için siperlerde yatıyorum“ diyen Mihrac Ural, hatırlayacaksınız, daha önce de “yoldaşlarım için ot yedim“ derdi…

İyi ki de “kır gerilla savaşı“ yürütüyorum diye eklememiş…

Yıllardan beri bir türlü yapamadıkları kır gerilla savaşı üzerine teori üreten bazı arkadaşlar sadece küçük değil büyük dillerini de yutardı.

Mihrac Ural’ın her zaman olduğu gibi bol miktarda sallama ve palavra taşıyan yazısının son cümlesi özellikle önemli:

Rejime karşı ayaklananlara “peşinizi bırakmayacağım“ diyor.

Şimdi olmadı işte…

Unuttun galiba, hatırlatayım:

İbrahim ile benim de peşimi bırakmayacağını ilan etmiş ve hatta fotoğraflarımızın üzerine çarpı işareti filan atmıştın.

Çarpı atarken sen çarpıldın anlaşılan…

Şimdi bunu bırakmış, başkalarının peşini bırakmayacağım diyorsun…

Ayıp ayıp yani çok ayıp…

Gerçi bu çaresizliğini normal karşılıyorum…

Resimdeki tipine bakıyorum…

Antakya deyimiyle “allahı keptirmiş“ bir tip görüyorum.

Darbeler üst üste geldi…

Devrimci harekette, Acilciler arasında ve hatta Antakya’daki yandaş çevrende bile işin bitti…

Bunun üzerine Suriye’deki büyük isyan geldi…

Yıllarca örgüt parasını çaldın, insanları dolandırdın, değişik bahanelerle emeklerini çaldın ve hepsini cebine attın…

Biriktirdiklerini özellikle taşınmaz mallara yatırdın…

Büyük bir isyanın ülkesinde taşınmaz malın değeri oldukça azalmıştır…

Servetin hala var, Lazkiye, Bassit ve Şam’da var, ama değeri eskisi gibi değil…

Senin feleğin şaşmasın da kiminki şaşsın albayım!

1978 yılında Bursa genelevi önünde sıra beklerken polis tarafından çekilmiş fotoğrafını hatırlıyor musun?

Kimliğin olmadığı için geneleve de almamışlar…

Polis de nankör işte…

Arandığını iddia eden ama kimliksiz dolaşan Mihrac Ural’ın geneleve girmesine yardımcı olmamış…

 

Sen ancak orada albay olursun!

Aslında yazı burada bitmişti ama ikinci fotoğraf geldi.

Bu seferki daha da felaket…

Mihrac Ural kendi ifadesine göre bir taziyede…

 

http://acilciler.files.wordpress.com/2012/11/miro-taziyede.jpg

 

Fotoğrafa baktım baktım ve herif ne hale gelmiş diye düşünmeden yapamadım.

İki yanında iki zayıf kişi oturunca tam bir camız gibi çıkmış…

Gece siperlerde filan yatıyor ve sırtında yaralı taşıyormuş kendi ifadesine göre…

Ama işporta malı askeri giysi buruşuksuz ve ütülü…

Evinde de aynı elbiseyle fotoğrafın varmış.

Ne oldu sana böyle evladım?

Eskiden bu tür mizampaj işlerini iyi bilirdin…

Böyle göz göre göre de açık verilmez ki…

Eskiden daha haklı olabilirdin…

“Ben ne anlatsam inanacak keriz vardır“ diye düşünürdün.

Geçti artık o günler…

Bu mu savaşıyormuş?

Bu korkusundan evinden çıkmıyordur.

Yok canım o kadar da değil diyen varsa üç yıl kadar önce çekilip yayınlanmış şu fotoğrafa bakıversin:

 

http://www.thkp-c-acilciler.blogspot.com

 

Birkaç  yılda bu ne değişiklik böyle…

Eskiden “Lazkiye’nin tombulu“ derdim ama artık bu belirleme geçerliliğini kaybetti…

Şimdi “camız gibi olmuş“ belirlemesi daha uygun…

Efendim taziye sahildeki bir yerleşim biriminde yapılmış imiş…

Burası normal…

Mihrac Ural korkusundan Lazkiye çevresinden ayrılamaz…

Bırakın savaşmayı bu tip kıçını zor kaldırıyordur.

Ama bir nokta anormal…

Ben bu yerleşim yerinin deniz kıyısında değil de tren hattı yakınında bir yer olduğunu düşünüyorum. Belki ikisi de doğrudur…

Yakınlardan tren geçtiğine eminim.

Bunu nereden çıkardın? diye sorarsanız.

Bunu anlamayacak ne var?

Mihrac Ural’a baksanıza, trene bakar gibi bakıyor…

Allahı keptirmiş işte, başka ne denir!

 

NOT: Dün Bochum’da yapılan ve güzel geçen toplantıyla ilgili yazıyı sonar yazacağım.