Şuanda 48 konuk çevrimiçi
BugünBugün3830
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11554
Bu ayBu ay11554
ToplamToplam10479978
hapishane mekanında üretmek PDF Yazdır e-Posta


 “Mapushaneler mekanım olsun” sözü, adli mahkumların büyük yeminlerinden bir tanesidir.

“Yalan söylüyorsam buradan çıkmak nasip olmasın, mapushaneler mekanım olsun.”

Bu söz eskiye aittir. Bir defada en az 20 yıl hapis yatanlar için söylenebilirdi.

1970’li yılların sonlarında 20 yıl aralıksız hapis yatıp tahliye olmuş tek kişi siyasi değildi. Adı Aziz Güçlü idi ve Sinop hapishanesinden kaçma teşebbüsünde bir jandarma erini öldürdüğü için bu kadar uzun süre yatmıştı.

Siyasilerde en çok yatan Hikmet Kıvılcımlı idi. 20 yıldan fazla hapishane hayatı vardı ama o da 20 yıl sürekli yatmamıştı.

Eskiden istisna olarak görülen bu durum giderek kural olmaya başladı.

Hapishanelerde 20 yılı geride bırakan siyasilerin sayısı az değil, hatta 30 yılı geçen bile var.

AKP ülkeyi büyük bir hapishaneye çevirdi ve sürekli olarak yeni hapishaneler yapılıyor. Çok sayıda tutuklu aradan aylar geçmesine karşın daha ne ile suçlandığını bile bilmiyor.

“Önce hapse at, sonra suç uydurursun” anlayışı gittikçe yaygınlaşıyor.

Biz dışarıdakilerin artık büyük bir politik kitleyi barındıran hapishanelerle yeterince ilgilendiği söylenemez.

Hapistekilerin avukat sorunlarıyla, değişik ihtiyaçlarının karşılanmasıyla, sağlık sorunlarıyla –sürekli engel çıkarılmasına karşın- ilgileniliyor.

Hapishanelerdeki politik kitle burada birkaç yıl kalan ve sayısı da fazla olmayan bir özelliğe sahip olsaydı, sayılanlar yeterli olurdu.

Sayı çoğalınca ve hapiste geçirilen yıllar da artınca bu ilginin de başka bir düzeye yükselmesi gerekir.

Hapishanede insiyatifiniz sınırlıdır, sonuçta karşı tarafın elindesiniz.

Keyfi uygulama ve baskılara karşı direnmek günlük bir olaydır ve mesele de burada ortaya çıkar.

Direnmek, önemli olmakla birlikte, sonuçta pasif bir eylemdir.

Karşı taraf size istemediğiniz bir şey yapmaya çalışıyor ve siz de buna karşı direniyorsunuz.

Hapishanede geride bırakılan yıllar arttıkça insanı asıl geliştiren özellik üretmektir.

Direnmek, üretmenin asgari koşuludur, denilebilir.

Hapishanede direnmeyen, teslim olan, genel siyasi kitleden kopan bir insan üretemez…

İnsanı asıl geliştiren, zor koşullara karşın üretmektir.

Bu üretim şiir, öykü, roman, resim, karikatür ve sayılabilecek daha başka şeyler olabilir.

Çok sayıda arkadaş gelişmenin ancak üretmekle mümkün olduğunu kendiliğinden anlamış durumda ve üretiyor. Hapishanelerde değişik konularda üretilenlerin sayısı sürekli artıyor.

Burada önemli bir mesele ortaya çıkıyor:

Üreten insan, üretiminin başkaları tarafından bilinmesini, dikkate alınmasını, değerlendirilmesini ister. Bunun için de bu üretimleri yansıtabilecek araçlar gereklidir.

Hüseyin Çelebi yarışması var. Bu yarışmaya hapishanelerden çok sayıda şiir ve öykü gönderiliyor. Ne ki, hapishanelerde sayısı sürekli artan politik insanlar düşünüldüğünde bu yarışmanın gerekli ama yetersiz olduğu da ortaya çıkar.

Yayın organları (günlük gazete, haftalık ya da aylık dergiler) hapishanelerden gelen ürünlere yer vermeli ve bu ürünleri üretenlerle yazışmalıdır.

Zor koşullarda yaşayan ve üreten bu arkadaşların kendilerini geliştirmelerine yardımcı olmalıyız.

Üreten ama ürettiği hakkında yapılan değerlendirmelerden haberi olmayan bir insan ne oranda gelişebilir, daha iyi ürünler verebilir?

Burada hapishane edebiyatından söz etmiyorum.

Edebiyat iyi ve kötü olarak ikiye ayrılır.

Edebiyat üretildiği mekana göre adlandırılmaz.

Hapishanedeki sayısı hiç de az olmayan arkadaşlarımızın daha iyi üretmesine nasıl katkıda bulunabiliriz?

Bunun en iyi yolu, o ürünleri yaymak, okurların değerlendirmesine sunmaktır.