Şuanda 136 konuk çevrimiçi
BugünBugün3920
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11644
Bu ayBu ay11644
ToplamToplam10480068
doğrusu bunu düşünmemiştim PDF Yazdır e-Posta


Bugün politik sürgünlerin ikinci bölümünü yazacaktım ve aslında büyük bölümünü yazmıştım da… Ardından bugün hiç düşünmediğim bir şeyle karşılaştım ve bir kere daha anladım ki yazılı kuralların bile değişen yorumları vardır. Mesele sadece kuralı bilmek değil, onun yorumunu da bilmektir.

Okumakta olduğum felsefe bölümünde birisi İngilizce olmak üzere iki yabancı dil bilmenin ve bildiğini kanıtlamanın zorunlu olduğunu daha önceki bir yazımda belirtmiştim. Daha zaman var ama son dakikaya kadar beklemeyeyim diye bugün bağlı olduğumuz Philpom’a gittim. Philpom, Philosophisce Promotionskommission’un kısa yazılışı… Felsefi doktora komisyonu demek ve neden bu ismi taşıyor sadece ben değil kimse bilmiyor ya da ben bilene rastlamadım. Neyse işte, gittim.

İngilizce bilgisini kanıtlamak kolay; hem iki ODTÜ diploması var hem de Teorik Kimya’da yaptığım yüksek lisansın İngilizce olarak yazılmış kural gereği ve ciltli olarak basılmış tezi vardı yanımda…

Mesele ikinci dilde… Türkçeyi kabul edecekler mi, bilmiyordum. Kabul ekmezlerse zaten biraz bildiğim Fransızcayı daha iyi öğrenmek ya da Latince kursuna gitmek gerekecekti.

İkinci dil olarak Almancayı kabul ettiler ve anlamadım.

Neden, diye sordum.

“Herkes en az bir dil bilir, normal olarak anadilini bilir. Türkçe anadil olduğu için kabul edilemez. Almanlar için de Almanca kabul edilemez. Ama Almanca sizin yabancı diliniz olduğuna göre kabul edilebilir.”

Ve ardından adam şöyle bir durdu:

“Almanca konuşuyorsunuz ama bu dili bildiğinize dair başka bir kanıtınız var mı?”

Ben de Goethe Üniversitesi’nden alınmış politik bilimler diplomasını önüne koydum, mesele bitti. Yeterli Almanca bilmeden burada üniversite bitirecek halim olmadığına göre…

İşin bu tarafını doğrusu hiç düşünmemiştim…

Sonraki gün politik sürgünlerin ikinci bölümünü yayınlayacağım. Daha sonraki gün ise “Nebil Rahuma nasıl kaçtı?” başlıklı yazı var.

Bu konuda söylenebilecek bir şey kalmadığını sanıyordum ama öyle değilmiş.

Politik sürgünler toplantısında karşılaştığım bir arkadaş Nebil Rahuma’nın 1978’de Bayrampaşa Cezaevi’nden kaçışıyla ilgili olarak yazdıklarımızın bazı hatalar içerdiğini söyledi. “Önemli hatalar değil ama madem yazılıyor hepsi doğru olsun.”

Ayrıntısına kadar hepsi doğru olsun tabii…

Bu kişi bu ayrıntıları nereden biliyor diye sorarsanız, aynı konuyu ben de merak ettim.

Bilmesi normal çünkü Nebil ile birlikte sahte tahliyeyle kaçan ikinci kişi olan Hacı Demirkaya ile karşılaşmışım…

Dünya böyle, beklenmedik rastlantılar oluyor.