Şuanda 138 konuk çevrimiçi
BugünBugün3922
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11646
Bu ayBu ay11646
ToplamToplam10480070
1982'de örgüt mü vardı? (son) PDF Yazdır e-Posta


Bu bölümde de olaya ters yönden bakalım: 1982 yılı Ağustos ayında ayrıldığım THKP-C (Acilciler) değişik eksik ve hatalarına rağmen örgüt sayılabilirdi diyelim. Diyelim ki böyledir. Bu durumda 1988 yılındaki büyük ayrılığa kadar geçen altı yıl boyunca örgütün eylemine bakmak gerekir. Lenin’in Ne Yapmalı’da belirttiği gibi, Bir örgütün karakterini belirleyen, faaliyetinin politik içeriğidir.

Bu saptamadaki politik kelimesini kaldırıp, bir örgütün karakterini belirleyen faaliyetinin içeriğidir diyelim. Zira iddia ediyorum ki, 1982’de benim ayrıldığım yapı politik bir örgüt değildi, daha doğrusu politik bir örgüt olmak özelliğini kaybetmişti.

Öyle miydi değil miydi, bunu belirlemenin en iyi yolu 1982-88 arasında olup bitene bakmaktır.

1982-88 arasında bu örgüt ne yaptı?

Bilinen ve politikmiş gibi görünen tek faaliyet var:

ANAP binasının bombalanması bunlardan ilkidir. Bu eylemin Muhabarat’ın isteğiyle yapıldığı ortaya çıktı. Zaten bombalamanın ardından Mihrac Ural’ın yazdığı bildiri resmen utanç vericiydi: Semra Özal’a yönelik olarak “eşinize söyleyin; eline, beline, diline hakim olsun” deniliyordu. Çok politik bir ifade! Bu ifade, Muhabarat ve Cemil Esad’a sunulacak bildiri için yazılmıştır, belli oluyor.

Dernek açmak, dergi çıkarmak kendi başına anlam taşımaz. Bunlar politik bir örgüt değillerdi ve bu tür faaliyetler aracılığıyla başka türlü görünmeye çalışıyorlardı. Politika, masa üzerindeki örtü gibiydi; pisliği gizlemek için kullanılıyordu.

Muhabarat Acilcilerinin aktif olduğu bir alan var ama bu alanın devrimci mücadeleyle ilişkisi bulunmuyor. Tersine karşı devrimcilikle ilgisi bulunuyor.

Aktif olunan bu alan devrimci cinayetleridir. Örgüt içi ve örgütler arasında devrimcileri hedef alan cinayetlerdir.

12 Eylül’ün hemen arkasından Adana’da Ali Çakmaklı öldürüldü. Ardından 1982 Ağustosunda ben ayrılmadan kısa süre önce Günay Karaca’nın sınırda öldürülmesi istendi, ama görevi alan yapmadı.

Görüldüğü üzere büyük bazı pislikler ben ayrıldıktan sonra gelişmiyor, önceden de var.

1982 yılının sonraki aylarında Paris’te yapılan bir toplantıda konuşan Zafer, Güney Karaca’yı karanlık adam ilan ediyor.

Kısa süre sonra Müntecep Kesici öldürülüyor.

Acilcilerin Suriye’nin yanında Filistinliler arasındaki savaşa katılmalarına karşı çıkan Hanna Maptunoğlu öldürülüyor.

Zihni Alan, Gökhan Sac bunun arkasından gelen cinayetler…

Hepsinin yeri de Suriye…

Peki Avrupa’da ne yapılıyor?

İtalyan televizyonuna kadar yansıyan bir olay var: Papa suikastı sanığı Oral Çelik yakalandığında üzerinden Fransız iltica pasaportu çıkıyor.

Hangi örgüt adına alınmış bu pasaport?

Acilciler adına…

Kim almış?

Kemal Bayram, Mihrac Ural’ın yardımcısı…

Buna ses çıkaran var mı, yok…

Ne Mihrac ne de Zafer sesini çıkarmıyor.

Neden çıkarsınlar ki, hepsi aynı mal!

İnsanlardan toplanan ve cebe indirilen paraları saymıyorum.

Derken 1987 yılında kongre adı verilen bir toplantı yapılıyor.

Ne kongre ama, böylesi görülmemiş…

Bu sitedeki bir yazıda açıklandı: Kongrede katılanların haberi olmadan Cemil Esad Acilciler’in fahri başkanı seçiliyor.

Anadolu Komünist Partisi kuracağız diye yeri göğü inletirlerdi, kurulmuyor.

Cemil Esad’dan izin çıkmıyor da ondan…

Bu sözüm ona politik örgütün Muhabarat’a ne kadar bağlandığını gösteren iyi bir örnek…

Suriye’de bulunan Türkiyeli değişik politik örgütlerin tümü Acilciler’i Muhabarat’ın uzantısı olarak görüyor. Mihrac Ural’ın adamları Muhabarat’a değişik devrimci örgütler hakkında rapor yazıyorlar.

Mihrac Ural’ın Abdullah Öcalan’a yönelik suikast girişimine katılması bu sitede şahitlerinin ifadesiyle açıklandı.

Tabii unutmamak gerek, bu olağanüstü kongrenin olağanüstü bir de sonucu var: kongre kararları kayboluyor.

Gülmeyin, gerçekten böyle…

Neden, çünkü Kongre çoğunluğu Suriye’de tümü de Mihrac Ural ve eşinin üzerine olan malların tasfiyesine karar veriyor da ondan…

İyi ama, yaptırabilecek mekanizmalar olmadıktan sonra karar almanın ne anlamı var?

Kararlar kaybolur, olur biter, hepsi bu kadar!

Unutmadan, bir de evlere şenlik bir Merkez Komitesi seçiliyor.

Yedi kişi; Türkiye’den iki kişi var: birisi Haydar Yılmaz ve hapiste yani dışarıda işlevi yok; öteki kişi ise bunlarla ilişkisini kesmiş birisi, laf olsun diye konuluyor.

Geride kalan beş kişi de ülke dışında… Mihrac Ural’ın deyimiyle “devrime soyunmuş” olan örgütte Türkiye’den kimse yok!

Soyundun mu böyle soyunacaksın!

Şimdi gelelim sonuca:

1982-1988 arasındaki faaliyetin başlıca noktalarını sıraladım.

Bunlar politik faaliyetler değildir, dolayısıyla da bu örgüt politik bir örgüt değildir.

1982’de ayrıldığım örgüt politik bir örgüt olmak özelliğini kaybetmişti.

Var olan örgütün adına çete diyebilirsiniz, bir çeşit mafya diyebilirsiniz, Muhabarat’ın uzantısı diyebilirsiniz…

Sonuçta bu saydıklarım da örgüttür ama devrimci politik bir örgüt değildir.