Şuanda 145 konuk çevrimiçi
BugünBugün4283
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12007
Bu ayBu ay12007
ToplamToplam10480431
entelektüel gelişmenin bileşenleri 2 PDF Yazdır e-Posta


Okumadan hiçbir şey olmaz. Biliniyor, okumadan yazmak özellikle internetin ortaya çıkmasından sonra yaygınlaştı. İnsanlar okumuyorlar ama yazıyorlar, ama işte öyle yazıyorlar. Okumadan okumaya da fark var. Bilgi kitaptan öğrenilir. İnternet ana bilgi kaynağı değildir, tamamlayıcı bilgi kaynağıdır. Ana bilgi kaynaklarını bilmiyorsanız internette dolaşarak ancak birbiriyle uyumsuz ve eksik bilgiye sahip olabilirsiniz.

İnternetin bilgiyi demokratikleştireceği iddia edilirdi. Bilgi herkes için ulaşılır olacak ve böylece de demokratikleşecekti.

İnternet bilginin hızlı yayılmasını sağlıyor ama hangi bilginin?

İnternette belirli bir konuyla ilgili olarak tek çeşit bilgi değil, birden fazla ve genellikle de birbirine ters düşen bilgiler yaygınlaşıyor. Hangisinin doğru ya da doğruya daha yakın olduğunu nasıl saptayacaksınız? Bunun tek yolu temel kaynaklar bilgisine sahip olmaktır. Sanal bilgiyi değerlendirmenin başkaca sağlıklı yolu da yoktur. Aksi durumda internet tartışması denen şey kolaylıkla karşılıklı saçmalamaya dönüşebilir. Birisi bir kaynaktan edindiğini tekrarlar ötekisi öteki kaynaktan edindiğini… İkisi de yanlıştır ve sürekli tekrarlamayla da doğru ortaya çıkmaz.

Bilgiyi değerlendirmek, bilgiden sonuçlar çıkarmak istiyorsanız, önce bilgiye sahip olmak gerekir. Bu olmadan yapılan değerlendirmelerin anlamı yoktur.

Örnekleyecek olursak:

Arap baharı ile ilgili değerlendirmeler içinde bulunduğumuz durumun kötülüğü hakkında yeterince aydınlatıcı oldu. Arap baharı gerçekte yüzümüze ayna tuttu ve hangi durumda olduğumuzu bize gösterdi.

Tunus ve ardından da Mısır’da olaylar başlayıp iktidarlar devrilince marksist ve hatta marksist-leninist olduğunu iddia eden bazı tipler bunun devrim olduğunu söyleyip bir de bu devrimi selamladılar.

Burada teorik bir saptama değil, psikolojik bir olay karşısındayız. Orada halk harekete geçti, bizde bir türlü geçmiyor. Biz yapamadık, bari onlar yapmış olsun! deyip, sonra da olup bitene devrim deyip çıktılar.

İnsan marksist-leninist olduğunu iddia ediyorsa, önce bu teorideki devrim tanımı nedir, ona bakar, ondan sonra da gerçekleşenin devrim olup olmadığına karar verir.

Lenin, Nisan Tezleri’nde devrimin tanımını yapmış: politik iktidarın sınıfsal bileşiminin değişmesi…

Buradan hareketle bir ülkede politik iktidarın sınıfsal bileşiminin nasıl değiştiğini ortaya koyarsın ve buna da devrim dersin.

Ama ne gezer! Anlaşılan odur ki, Nisan Tezleri’ni okumamışlar bile…

Okumamış olmak konuşmayı, süslü laflar sarf etmeyi engellemiyor tabii…

Bu tür tiplerle dalga geçmeyi tercih ederim. Doğal olarak saldırıya uğrarım ama bilgisiz, cahil bir insan olduğunu bıkmadan tekrarlarım.

Onun derdi sözüm ona tartışıp, senden öğrenip sana satmaktır, ama yağma yok.

Herkesin bilmedikleri var, ama bu kadar iddialı konuşuyorsan, önce cahilliğini kabul edeceksin ki başka bir konuda da aynısını tekrarlamayasın…

Devrim diyenler Arap ülkelerindeki gelişmelerden istediklerini bulamadılar. Tunus ve Mısır’da toplumda yıllardan beri örgütlü olar İslamcılar, üzerlerindeki baskı kalkar kalkmaz ön plana geçiverdiler.

Bu sefer başka bir “teori” ortaya çıktı: Arap baharının itici gücü emperyalizmdi. Emperyalizm ve Siyonizm Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek için Arap baharı denilen süreci gerçekleştirmişti.

Bu sözüm ona teoriye gülünmez bile!

Komik bile değil, sadece bunu savunan insanların bir de sosyalist geçinmelerine bakıp acımamak elde değil…

Herkes yanlış bir görüş savunabilir, olabilir, ama bu kadar da düşülmez ki!

Arap aleminin en büyük ve önemli ülkesi Mısır’ı ele alalım.

Hüsnü Mübarek yönetimi Tahrir Meydanı’nda günlerce süren gösterilerin ardından devrildi. Durum halen sakinleşmiş sayılmaz ama eskisine göre belirgin bir azalma söz konusu. Toplumda yıllardan beri örgütlü olan Müslüman Kardeşler, üzerilerindeki kısıtlamalar kalkınca seçimlerde kolayca çoğunluğu sağladılar.

Eğer bu süreç emperyalizmin ve de siyonizmin desteğiyle hayata geçmiş ise, bu sözüm ona görüş sahiplerinin cevaplandıramayacakları bir soru var:

ABD ve İsrail’in Mübarek yönetimiyle nasıl bir sorunu vardı ki, onu değiştirmek gereğini hissetti?

Öyle ya, bir iktidarı devirmeye yöneliyorsanız, onunla sorununuz var demektir.

ABD ve İsrail’in Hüsnü Mübarek iktidarıyla hiçbir sorunu yoktu ve dolayısıyla onu devirmek için nedeni de yoktu.

Aksini iddia eden varsa, iktidar devirmeye yol açacak kadar önemli olan sorunların neler olduğunu belirtmek zorundadır.

ABD ve İsrail ile Hüsnü Mübarek döneminin Mısır’ı arasında önemli denilebilecek hiçbir sorun yoktu.

ABD ve İsrail, Mısır’da yönetim değişikliği olmasını istemezdi.

Sorunları olmadığına göre neden istesinler?

Demek ki bu değişim onlara rağmen olmuştur.

Mısır’da Müslüman Kardeşler yıllardan beri toplumun değişik kesimlerinde yaygın örgütlülüğe sahiptir. Bu örgüt yarı legal durumdaydı. Seçimlerde kısıtlı sayıda aday gösterebilirdi. Diğer yandan yoksulluk, işsizlik ve rüşvet toplumun her yanını sarmış ve iktidara karşı önemli bir tepkinin birikmesine yol açmıştı.

Bu tepki patladı. Olan budur.

Devrimci bir önderlik yoktu, bu nedenle toplumun en örgütlü gücü olan Müslüman Kardeşler halkın düzene karşı tepkisini yönlendirebildi demek eksik olur.

Mısır Komünist Partisi yıllardan beri Müslüman Kardeşler ile ittifak halindedir, birlikte çalışmaktadır. Ya da Mısır’da zaten zayıf olan solun en büyük bileşeni yıllardan beri (ayaklanmanın çok öncesinden beri) Müslüman Kardeşler ile birliktedir. Başka sol nüveler vardır ama etkisiz denilebilecek kadar zayıftırlar.

ABD ve İsrail, iradeleri dışında ortaya çıkmış bu duruma kendilerini uydurdular ve Müslüman Kardeşler’i karşılarına almamaya özen gösterdiler. Müslüman Kardeşler de zaten buna hazırdı ve ek olarak Mısır ordusunun konumu da vardı. Türk ordusunun ekonomi de dahil olmak üzere toplumun değişik kesimlerinde ne kadar geniş bir örgütlülüğe sahip olduğu biliniyor. Türk ordusu bu konuda Mısır ordusu yanında zayıf kalır. Mısır’da bu örgütlenme daha açık ve daha güçlüdür.

Mısır ordusuyla Müslüman Kardeşler arasında ilerde sorun çıkar mı, çıkarsa ne olur, şimdiden bir şey söylemek mümkün görünmüyor.

Görüldüğü üzere güncel bir gelişme bilgi temelinde ve güçler dengesi analizi üzerinde yapılır.

Dahası da var…

Filistin’deki Hamas yıllardan beri İsrail ile savaşır. Hamas’ın kurulmasında FKÖ’yü bölmek amacıyla İsrail’in sağladığı destek vardır. İsrail bu politikasında önemli başarı sağlamış ve ortaya fiilen iki Filistin çıkmıştır: FKÖ’nün Filistin’i ve Hamas’ın Filistin’i…

Mısır’daki Müslüman Kardeşler ile Filistin’deki Hamas kardeş örgütlerdir.

Bunu bile bilmeden bölge hakkında analiz yapmaya ancak “cahillik işte, insanı konuşturuyor” denilebilir.

Hüsnü Mübarek yönetimi, ABD ve İsrail ile çok iyi ilişkileri nedeniyle Hamas’ı dışlamıştı, bu nedenle de Hamas’ın merkez bürosu Şam’da idi.

Mısır’da Müslüman Kardeşler seçimlerde çoğunluğu sağlayınca Hamas Şam’ı terk etti ve merkez bürosunu Kahire’de açtı.

Bunun anlamı, Hamas’ın İsrail’e karşı yürüttüğü savaşın Müslüman Kardeşler yönünden destek bulmasıdır.

Demirel’in deyimiyle sorarsak: Var mı bunun başka bir izah tarzı?

Hamas düne kadar emperyalizme ve siyonizme karşı savaşan bir örgüt olarak değerlendiriliyordu.

Ne oldu şimdi, emperyalizmin uşağı mı oldu?

Biraz daha geriye gidelim…

İsrail’in Gazze Şeridi’ne yaptığı ağır saldırı döneminde Hamas bütün imkanlarıyla savaşıyordu ve o dönemde bir kısım sol örgüt de Hamas’ı anti emperyalist bir güç olarak ilan etmişti.

Görüntüye bakarak teori üretmenin bir sonucu olan bu anlayışa o zaman itiraz etmiştim. İsrail ile Hamas arasındaki savaş, iki gerici güç arasındaki savaştır. İşgal altındaki bir ülkeyi savunmak bir gücü anti emperyalist yapmaz. Ya da buradaki anti emperyalistliği dikkatli değerlendirmek gerekir.

Eğer emperyalizme karşı savaşmak belirleyici faktör ise, Taliban’ı neden atlıyorsunuz, diye sormuştum.

On yıldan beri sadece ABD’ye karşı değil bütün NATO’ya karşı savaşan Taliban var. Bu anti emperyalist savaşı neden desteklemiyorsunuz?

Taliban da Afganistan’daki işgalin bitmesini, ülkesinin bağımsızlığını savunuyor.

Taliban gerici de Hamas ilerici mi sanki?

Hamas’ın İngilizce yazılmış Kuruluş Bildirgesi’nde örgütün amacı “şeriat devleti kurmak” olarak belirlenir.

Birkaç yıl önce Hamas’ı göklere çıkaranlar, şimdi bunu unutuverdiler.

Hamas değişmedi ama derme çatma teoriler çökünce unutuldular…

Son nokta politik uygulamalarda ortaya çıkan yan sonuçlarla ilgilidir.

Önemli bir politik eylem yapıldığında bunun bütün sonuçları önceden görülemez. Beklenmedik gelişmeler ortaya çıkabilir. Böyle  bir gelişme olmasını istememişsinizdir, ama iradeniz dışında bazı yan sonuçlar ortaya çıkmıştır.

Abdullah Öcalan, “AKP’yi biz iktidara getirdik” diyor…

Hem doğru hem yanlış…

Doğru, çünkü süregiden savaşta başarılı olamayan önceki hükümetler yerlerini AKP’ye bıraktılar…

Yanlış, çünkü PKK’nin böyle bir amacı yoktu. AKP iktidarının ortaya çıkması istenmeyen bir sonuçtur.

Başka iki örnek verilirse:

Türkiye, Suriye’de Kürtlerin hareketlenmesini ve kendi özerk bölgelerini kurmaya .yönelmesini kesinlikle istemezdi.

Batı Kürdistan’ın şekillenmesi, Türkiye’nin Suriye’de uyguladığı politikanın yan sonuçlarından bir tanesidir. Öngörülemeyen bir sonuçtur. Sonuç böyle oldu diye “bunu Türkiye istedi” demek herhalde doğru olmaz.

Bir başka örnek, kandil ile ilgilidir.

Eğer ABD’nin Irak’a müdahalesi ya da Birinci Irak Savaşı olmasıydı, Kandil de olmazdı.

İlk savaşın sonunda Kürtleri korumak amacıyla ilan edilen Irak’ın kuzeyindeki uçuşa yasak bölgenin sonuçlarından bir tanesi de Kandil’in ortaya çıkması oldu.

PKK’nin Kuzey Irak’ta ortaya çıkması Birinci Irak Savaşı ile doğrudan ilgilidir.

Bu, istenilmeyen bir sonuçtur. Uygulanan bir politikanın öngörülemeyen yan sonuçlarından bir tanesidir.

PKK ile savaş sürecinde çok sayıda köy boşaltıldı. Bu insanlar barınabilmek ve yaşayabilmek için genellikle Batı ve Güney kentlerine göç ettiler. Eskiden belirli bir bölgeye özgü olan Kürt sorunu böylece ülke çapında yayılmış oldu.

Hiçbir hükümet böyle bir şey olsun istemezdi, ama bu işler istemekle olmuyor.

Silahlı isyanın yerel desteklerini yok etmek için köyleri boşaltıyorsunuz ve ardından hiç düşünülmeyen başka sonuçlar ortaya çıkıyor.

Dünyayı değiştirebilmenin ilk koşulu onu doğru anlamaktır.

Yanlış anlıyorsanız, süreçleri doğru analiz edemiyorsanız, değiştirme şansınızı baştan kaybetmişsiniz demektir…