Şuanda 205 konuk çevrimiçi
BugünBugün4301
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12025
Bu ayBu ay12025
ToplamToplam10480449
PKK ve emperyalizm PDF Yazdır e-Posta


Epeyce yandaşı olan bir görüş var. Buna göre, PKK, Türkiye Cumhuriyeti devletiyle barış yapmaya karar vererek emperyalizmin işine yarayan bir adım atmıştır, dahası emperyalizmle anlaşmıştır.

Burada anlatılmak istenen, PKK’nin ABD ile oturup anlaşma yapması olmasa gerek…

Böyle bir iddiası olan varsa, bu anlaşmanın içeriğini de açıklamak zorundadır.

Yukarıdaki iddia ile anlatılmak istenilen, PKK’nin son adımının ABD’nin ya da emperyalizmin işine yaradığıdır.

Nasıl işine yarıyor diye soracak olursak, emperyalizmin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme planının bir parçası olarak Türkiye’nin bölgede ön plana çıkarıldığından ve PKK ile savaş da TC’yi zorladığından dolayı da PKK’nin barış yaptığından söz edilecektir.

Bu oldukça yetersiz bir açıklama…

Bu sitede yer alan “Ne oluyor?” başlıklı yazıda açıkladığım gibi, gerçekte olan şudur: Türkiye bölgenin yükselen gücüdür ve bir süredir tıkanır gibi olan bu yükselme yeni bir ivme kazanmaktadır. TC, bu yükselmesinde başta PKK olmak üzere Kürtleri eskisi kadar rakibi ya da düşmanı olarak görmemekte, tersine belirli oranda ittifak gücü olarak değerlendirmektedir.

Kürtler denilince birbirinden farklı özneleri tek isim altında topluyoruz.

TC, özellikle Barzani yönetimini ya da Güney Kürdistan’ı bölgesel müttefikleri arasında görüyor. Eskiden tersi bir tutum söz konusuydu. Ne ki, Güney Kürdistan Türkiye tarafından ekonomik olarak istila edildikten sonra bu tutum değişti.

PKK’nin de Türkiye ile birlikte bölgede kendisinin ve genel olarak Kürtlerin yükselmesine –bazı istekleri yerine getirilmek şartıyla- şu an için itirazı yoktur.

İleride ne olur, bilemeyiz ve analizi bugünün koşullarından hareketle yapmak gerekir.

Şimdilik silahlar sustu, kalıcı bir barış söz konusu değil. Olabilir mi, bilmiyoruz, ama bu ortam belirli aksamalarla da olsa sürecekmiş gibi görünüyor.

Yine adı geçen yazıda açıkladığım gibi, PKK, bölgedeki savaşta iki taraftan birisini tutmak durumundaydı: Ya ABD, Türkiye, Suudiler tarafından olacak ya da Rusya Federasyonu, İran tarafında yer alacaktı.

Mevcut konumunu sürdürmesi ya da ikinci tarafta yer alması durumunda ağır bir askeri saldırıyla karşılaşacaktı.

Türkiye bir süredir ABD’den insansız ve silahlı hava araçları istiyor, ABD vermiyordu.

Türkiye’nin şu anda kullandığı insansız hava araçları silahsızdır. Görür ve bildirir. Savaş uçaklarının havalanıp bildirilen hedefi vurması gerekir ve bu da önemli bir zaman kaybı demektir.

Predator ya da Hellfire tipi insansız hava araçları ise silahlıdır. Hedefi görünce merkeze bildirir ve merkez doğrudan ateşleme yapabilir.

ABD bu silahlarla Afganistan’da Taliban’ın çok sayıda yönetici kadrosunu ortadan kaldırdı. Savaşı yine kazanamadı ama karşı tarafa ciddi kayıp verdirdi.

PKK anlaşmasaydı ABD bu silahı Türkiye’ye verecekti.

PKK savaşı kaybetmese bile şimdiye kadar olduğundan daha ciddi kayıplar verecekti.

Bir örgütün kendisini abartması anlaşılabilir bir şeydir ama Ortadoğu’da on bin kadar gerillayla yapabilecekleriniz de sınırlıdır.

PKK bunu görmüş ve büyük bir güçle dolaylı da olsa savaşa girmekten kaçınmıştır.

Burada konunun öteki tarafına geliyoruz:

TC ile PKK arasındaki savaşın durması ilk etkisini Suriye’de gösterecek.

PKK, Batı Kürdistan’a daha fazla güç gönderebilecek ve Kamışlı başta olmak üzere henüz yönetimi ele geçirilmemiş Kürt yerleşim birimlerini de Esad yönetiminin elinden alacak.

ABD bunu ister, Türkiye de en azından hayır demez…

PKK’nin burada yaptığı TC ve ABD ile karşılıklı çıkara dayanan bir anlaşma değil midir?

Evet, öyledir.

Bunun için yazılı bir metin oluşturulup altına imzaların atılması gerekmez.

Bir anlaşmadan en fazla çıkarı sağlayacak olan, her zaman olmasa bile genellikle gücü en fazla olandır.

ABD ve muhtemelen de TC bu anlaşmadan PKK’den daha fazla yarar sağlayacaktır, ama PKK’nin yarar sağlayacağı da açıktır.

PKK bu anlaşma ile kendini koruyor, denetimi altındaki Kürdistan parçasını genişletmek imkanı buluyor ve artık savaştan yorulmuş kitlesine de nefes aldırıyor.

Buraya kadar sanıyorum anlaşıyoruz.

Burada şu saptama yapılıyor: PKK, emperyalizmle anlaştı.

Evet, bir yönden böyle oldu ve bunda garip olan nedir?

PKK’nin politikaya nasıl baktığını tarihteki değişik örneklerden hareketle saptamak mümkündür:

Kendini korumak ve amacına ulaşmak için mevcut koşullar çerçevesinde gerekli görülen uzlaşmaları yapmak…

İddialarını tekrarladığımız arkadaşların ise, bir güç amacına ulaşmak için nasıl yol izler, konusunda herhangi bir görüşleri bulunmuyor.

Amaçları kuşkusuz var, ama bu amaca nasıl ulaşılır konusunda genel geçer söylemin ötesinde herhangi bir görüşleri bulunmuyor.

Tarihten üç örnek vereyim:

1917 Ekim devriminin ardından Bolşevikler, Rusya’nın girmiş olduğu savaşı durduracaklarını söylemiş olmalarına karşın, farklı bir durumla karşılaştılar.

Alman orduları saldırıya geçmişti ve Bolşeviklerin arasında “savaşa devam” anlayışı gelişmişti.

Lenin ise farklı görüştedir ve ağır şartlarla da olsa Alman emperyalizmiyle barış yapılmasından yanadır.

Bu barışın iki handikapı vardır:

Birincisi, ağır koşullar söz konusudur. Büyük bir alan Almanlara bırakılacaktır.

İkincisi, Alman devrimi beklenmektedir ve Alman emperyalizminin Rusya ile savaşı kazanması bu ülkedeki devrimi olumsuz etkileyecektir.

“Emperyalizm ile barış yapılmaz, savaşa devam” anlayışı Bolşeviklerin arasında bile yaygındır.

Lenin ise genç devrimin ne pahasına olursa olsun korunması için ağır bile olsa barıştan yanadır. Alman devriminin garantisi yoktur. Sovyet devrimi ise yapılmıştır, ama savaşacak durumda değildir ve korunması gerekmektedir.

Sonuçta Almanlarla Brest-Litovsk barışı yapılır. Ağır bir barıştır ve Sovyet Rusya geniş bir alanı kaybetmek zorunda kalır.

Demek ki emperyalizmin temsilcilerinden birisi ile ağır barış bile yapılabiliyormuş.

İkinci örnek, Hitler-Stalin anlaşmasıdır.

Nazi Almanyası ile SSCB arasında yapılan anlaşmadır.

Bu anlaşma her iki tarafa da yararlı olmuş, Hitler, önce Batı Avrupa ülkelerine saldırabilmiştir.

SSCB ise iki yıllık arayı kullanarak (1939-41) Avrupa’nın bu en güçlü ordusu karşısında savaşa hazırlanmıştır.

Üçüncü örnek, 1941-45 arasında SSCB-ABD ittifakıdır. Hitler Almanyasına karşı savaşta ittifak yapılmıştır ve bu ittifak iki tarafa da yaramıştır.

Kuşkusuz iki taraf da bu anlaşmayı olabildiğince lehine kullanmaya çalışmıştır.

Hem PKK hem de TC aralarında henüz oluşmamış ama oluşmakta olan anlaşmayı kendi lehlerine kullanmak için ellerinden geleni yapacaktır.

Bu anlaşma ne oranda oluşur, ne kadar sürer, ne zaman bozulur, bilmiyoruz.

Anlatmak istediğim, belirli bir gücün kendini korumak ve amacına ulaşmak için kendine çizdiği yol uyarınca anlaşma yapmasıyla, kuru söylemle politika yapmak anlayışı arasındaki farklılıktır.

PKK neden militarist-monarşist bir diktatörlük olan Esad yönetimini savunsun?

Esad’ı savunmak isteyenler varsa, savaşa katılsınlar ve savunsunlar…

Şu veya bu tutumu almak somut iştir.

İnternette konuşmakla herhangi bir sonuca varılmaz.

İnternet gerçek hayatta var olanı en fazla yüzde yirmi yukarı çıkarır ya da aşağı indirir, fazlasını yapamaz.

Gerçek hayatta yoksan, sanal alemde var gibi görünsen bile ne olur?