Şuanda 46 konuk çevrimiçi
BugünBugün4613
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12337
Bu ayBu ay12337
ToplamToplam10480761
Bunları yapabilir miyiz, sanmam! PDF Yazdır e-Posta


Meraklarımdan bir tanesi de Almanya’da yayınevlerinin yılda en az bir kere yayımladıkları kataloglara bakmaktır. Bu kataloglarda içinde bulunulan yıl içinde yayımlanacak kitaplar yer aldığı gibi, mevcudu bulunan bütün kitaplarının listesi de bulunur.

Her şeyi kayıt altına almak ve incelemek konusunda gösterilen performansa hem hayran olurum hem de canım sıkılır.

Bugün C.H. Beck yayınevinin kataloguna bakarken de böyle oldu.

Almanya’nın önde gelen yayınevlerinden birisi olmasa bile tanınmış bir yayınevidir.

İçine baktım ve yine canım sıkıldı…

Almanya’nın Nazi dönemindeki toplama kamplarının incelendiği dokuz ciltlik yaklaşık 5100 sayfalık diziyi gördüm. İlk cilt genel inceleme, sonraki ciltler ise toplama kamplarının incelenmesine ayrılmış.

İki ünlü toplama kampı Sachsenhausen ve Buchenwald 660 sayfalık bir cildin konusu örneğin…

Ciltlerin konusu olan kamplarla ilgili her şey anlatılıyordur.

Koşullar, kamp yönetimi, infazlar, tutuklular arasındaki ilişkiler gibi…

Bazı toplama kamplarında seçilip gaz odalarına gönderilecek olanlara Yahudi tutukluların eşlik ettiklerini öğrendiğimde çok şaşırmıştım.

İşbirlikçi her yerde ve her koşulda çıkıyor ve bunun sınırı yok…

Ciltlerin hepsini birden alırsanız 459 Avro…

Böyle bir çalışma için hiç pahalı değil…

İlgi alanıma girmediği için bu konuyu ayrıntılı olarak öğrenmem söz konusu değil…

Kitaplar her ciltte değişen bir ekip tarafından hazırlanmış.

İnsanın canı özellikle buna sıkılıyor.

Bu büyük iş ne bir kişi ne de birkaç kişi tarafından yapılamazdı.

Her kampla ilgili belgeleri toplayacaksınız, halen hayatta olanlarla konuşacaksınız, gidip yerinde inceleme yapacaksınız…

Bunlar ancak alanlarında uzman insanların birlikte faaliyetiyle mümkündür.

Türkiye solunda ve genel olarak toplumda kolay kolay olmayan da budur.

Birlikte çalışmak büyük meseledir.

Birlikte çalışmak genellikle daha verimli değil daha verimsizdir.

Bu durumu solda yapılan çok sayıdaki birlikte de görmek mümkündür.

Genellikle şöyle bir durum ortaya çıkar:

Diyelim üç örgüt birleşti ya da yakın işbirliği yapıyor.

Normal olarak birlikte üretilenin üç örgütün tek tek ürettiklerinin toplamından fazla olması gerekir.

Bütün, parçaların toplamından daha fazlasını ifade etmelidir.

Teorik olarak böyledir ama pratikte genellikle görülen üç örgütün tek örgütün ulaştığı düzeyin bile altında kalmasıdır.

Baştan hızlı çıkış yapılmış olabilir ama biraz zaman geçince performans hızla düşer ve o kadar düşer ki birlikteliğin anlamı kalmaz.

İnsanlar birbirleriyle uğraşmaktan teoride ve pratikte üretmeye zaman bulamazlar.

Herkes birbiriyle uğraşır, her kafadan bir ses çıkar, bitmek tükenmek bilmez tartışmalar sürer ve sonuçta da dağılınır. Ya da en azından insanlarda bir şey yapmak hevesi ve enerjisi kalmaz.

Ve ortada hala hiçbir şey yoktur…

Avrupa ülkelerindeki Türkiye solunun değişik bileşenleri bu durumu özellikle yaşadılar.

Özellikle diyorum çünkü buraya geldikten sonra yıllar geçti ve sonunda bulundukları ülkenin solunda geçerli sistemi uygulamaya karar verdiler. Ne ki, bir sistemi uygulamak ona uygun insan malzemesiyle mümkündür. Farklı bir sistemi aynı insan malzemesiyle uygulayamazsınız.

Nitekim de böyle oldu…

Bir konu tartışılır, herkes görüşünü söyler; bir kesimin görüşlerinde yakınlaşma olur, öteki kesimin olmaz.

Bu durumda tartışma saatlerce sürmez, sürmemelidir.

Birkaç çıkış yolu vardır:

Genellikle uzlaşma yolu aranır. Karşılıklı görüşler biraz değiştirilir ve uzlaşılır.

Veya karşılıklı olarak uzlaşılabilen konular üzerinde ortak faaliyete girilir, uzlaşma olmayan konuların çözümü geleceğe bırakılır.

Veya başka bir yol bulunur…

Türkiye solunda ise tartışma ya kesilir ve herkes yoluna gider ya da insanı bıktırırcasına sürer.

Kimsenin uzlaşmaya niyeti yoktur, çözüme niyeti yoktur ve bunun için de sürekli konuşarak herhangi bir şey yapmamak tercih edilir.

Yöntem aynıdır ama hayata geçiren insanların özellikleri farklı olduğu için, “onlar böyle yapıyor” diyerek örnek aldığınız bulunulan ülkenin solunda ulaşılan sonuca siz ulaşamazsınız.

İnsan malzemesi farklıdır.

Neden derseniz, sosyalize olunan toplumsal koşullar farklıdır da onun için…

İlk kesim performansın esas olduğu toplumsal koşullarda büyümüştür ve bu özellik sola da yansır. Sonuçta yapabilmek önemlidir, bunun için de uzlaşmak daha kolaydır.

Bizde ise kendini göstermek, kendini dayatabilmek önemlidir.

Kişi hem iş yapmaz hem de yaptırmamaya çalışır.

Sonuçta da ortaya harcanan zaman ve enerjiye uygun bir sonuç çıkmaz.

Bu durumda en iyi çözüm yolu küçük sayılarla iş yapmaktır.

Sayıca az ama ne yapacağını bilen ve iyi organize olmuş bir ekip çok iş yapabilir.

Aynı amaçla bir araya gelmiş sayıca fazla olandan bile daha çok iş yapabilir.

İnsanların üzerine fazla yük biner, tartışmalar doğaldır ki olur ama bunlar çözülebilir.

Sonuçta ortaya iş koyarsınız ve bu da sizi rahatlatır.

Bu konuda yaşadığım önemli bir deneyi aktarayım:

Yazın Dergisi’ni 27 yıl yayımlandı ve bu uzun sürenin yaklaşık yüzde 90’ında derginin genel yayın yönetmeni oldum.

Almanya’da yayımlanan dergi 11 yıl boyunca Türkiye’de de yayımlandı.

Avrupa’da yayımlanmış Türkçe bütün kültür, kültür-sanat dergilerinin yayım süresini toplasanız bile bu kadar yapmaz.

Dergi sadece Almanya’da yayımlandığında kadro 2-3 kişiydi. Türkiye ve Almanya’da yayımlandığında ise 3-4 kişiydi.

Bu kadar!

Yazarlarla bağ kurmak, yazıları toplamak, dergiyi hazırlamak, baskıya vermek ve dağıtmak…

Bazı kitapçı ve gazete bayilerinin yanı sıra elden de dağıtılıyordu ve bu nedenle de dağıtanların sayısı da eklendiğinde birlikte çalışanların sayısı artıyordu.

Yine de sonuçta küçük bir sayı büyük iş yaptı.

Çok sayıda insanı bir araya getirip tartışarak ve moda deyimle “demokratik” şekilde bu dergiyi yayımlamaya kalksaydık, en fazla iki yıllık ömrü olurdu.

O da olabilirse tabii, en fazlası bu kadardır.

Geçmişte yayın hayatına yeni giren değişik dergilerin yayın kurullarına çağrıldım.

Yazı yazarım ama yönetime girmeyeyim dedim…

Bakıyorsunuz, herkes bir arada, Türklere özgü “demokratik iş” yapıyoruz.

Her kafadan bir ses çıkıyor, sonuç ya yok ya da bu sonuçla fazla ileriye gidilemiyor.

Proje iyi, böyle bir yayına ihtiyaç var, var ama bu iş böyle yapılmaz!

Anlatmanın gereği yok çünkü insanlar öğrenmek istemiyorlar.

Bir konuyu öğrenmek istiyorsanız önce onu bilmediğinizi kabul edeceksiniz.

Bizde herkes her şeyi bildiğini sandığı için öğrenmez…

Zaten biliyor, neden öğrensin?

Bazı dergi örneklerinde inanılır gibi değildi…

Maliyete bakıyorsunuz, kaç tane dağıtılabileceğine bakıyorsunuz (gerçekçi bir rakam olarak, yoksa insanların üfürmesine inanmayacaksınız); bu derginin ekonomik olarak yayımlanması mümkün değil, ama kime anlatıyorsunuz!

İki yıl dayanabilirlerse iyidir ve nitekim de böyle oluyordu.

Bir derginin dağıtılabilmesi için önce yayımlanabilmesi gerekir.

Sürekli zarar eden ve bazen de ciddi zarar eden bir dergi yayınını ne kadar sürdürebilir?

Bu tür hesaplar kimsenin umurunda değildi, ta ki parasız kalınıp ne yapılacağı düşünülmeye başlanılıncaya kadar…

Bu tür insanlarla tartışmamayı tercih ederim.

Varsa iddian, önce yaparsın, ondan sonra konuşuruz.

Hiç yapabilenle yapamayan bir olur mu?

Çok sayıda kişinin asıl derdi kendini göstermek…

Yaparak da kendini gösterebilirsin, ama hayır, yapmadan sadece konuşarak, uzun uzun tartışarak kendilerini göstermek istiyorlar!

Sonuçta herkes kaybediyor çünkü ortada bir şey yok…

Sadece uçuşan sözler var, somut hiçbir şey yok…

Bu tür çevrelerden sürekli olarak uzak durdum.

Başarılı küçük ekiplerin yapabilecekleri de sınırlıdır.

Başlangıçta verdiğim örneği, dokuz ciltlik ve 5100 sayfalık Almanya toplama kamplarını anlatan külliyatı küçük bir ekip gerçekleştiremez.

Her durumda yapabileceğini yapmak, hiçbir şey yapamamaktan iyidir.

Büyük görünen ama sonuçta çok az yapabilen ve hatta hiç yapamayan olmaktansa; küçük ama yapabilen olmak daha iyidir.