Şuanda 140 konuk çevrimiçi
BugünBugün4696
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12420
Bu ayBu ay12420
ToplamToplam10480844
Savaşın da ahlakı vardır! PDF Yazdır e-Posta


 

Savaş ahlakın sustuğu, tarafların neyi gerekli görüyorlarsa onu yapabilecekleri bir mücadele değildir.

Savaşın ahlakı konusu, 1960’lı yıllarda ABD’nin Vietnam savaşına karşı çıkan Michael Walzer’in “Just and Unjust Wars” yoğun olarak gündeme gelmişti. Klasikler arasında sayılan ve aynı adla üniversitelerin felsefe bölümlerinde ahlak felsefesinin önemli kitaplarından birisi olarak sayılan bu kitap bildiğim kadarıyla Türkçeye çevrilmedi. Umarım kısa sürede çevrilir.

Yaklaşık 400 sayfalık kitap Antik Çağ’da Peleponezya Savaşı’nın incelenmesiyle başlar. O savaşta Atinalı komutanların aldıkları tutum ve bu tutumla ilgili olarak Atina halkı arasındaki tartışmaları aktarır.

Sonra aşamalı olarak günümüze gelir.

Birinci Dünya Savaşı’na özel bir yer ayrılmıştır. Çok sayıda askerin yazdığı mektuplardan ve anılardan alıntılar yapılarak örnekler verilir.

Ardından ulusal kurtuluş savaşları ve gerilla savaşları incelenir.

Temel düşüncenin değişik savaşlardaki görünümü ve neyin haklı neyin haksız olduğu ve neden böyle olduğu üzerinde durulur.

Savaşta öldürdüğü için bir askeri suçlayamazsınız, ama kendisine emir verilmiş olsa bile sivillere saldıran, esirleri öldüren askeri ve komutanlarını suçlayabilirsiniz.

Savaşın da ahlakı, belirli davranış kuralları vardır.

Savaş tarafların gerekli gördükleri her eylemi yapabilecekleri bir yer değildir.

Hatırlanacak olursa, Nürnberg Savaş Suçları Mahkemesi’nde Naziler de işledikleri savaş suçları nedeniyle yargılanmıştı. Nazi askerleri ise karşı ordulardaki askerleri öldürmeleri nedeniyle değil, savaşın kurallarına uymadıkları ölçüde yargılanmışlardı.

Nürnberg Mahkemesi galip tarafın adaletini yansıtıyordu çünkü Walzer’in terörizm dediği Hiroşima ve Nagazaki’yi yargılamamıştı.

Buradan ülkemizdeki olaylara gelirsek…

AKP hükümetinin ve ondan emir alan polisin yaptığı açık olarak suçtur.

Çocuklara, yaşlılara, kadınlara bile içine kimyasal madde karıştırılmış gaz sıkmak, doktorları gözaltına almak, revirlere saldırmak iki ordu arasındaki savaşta bile yapılmayacak şeylerdir. Yapıldıklarında savaş suçu kapsamına girerler.

Gezi Parkı’ndan başlayan ve ülkenin çok sayıda yerleşim birimine yayılan eylemlerde ise söz konusu olan iki ordu arasındaki savaş değildir.

Bir tarafta AKP’nin polis ve jandarması, öteki tarafta ise sivil halk vardır.

Polis, ordular ya da silahlı güçler arasında yapıldığında bile savaş suçu kapsamına giren saldırılar yapmaktadır.

Bunlar belgeleniyor ve kısa süre sonra gerekli uluslar arası kuruluşlara başvuru yapılacaktır.

AKP’nin yöneticisi olduğu bir ülkenin ne Avrupa Birliği’nde ne de Avrupa Parlamentosu’nda yeri yoktur.

Avrupa Parlamentosu tıpkı 12 Eylül döneminde olduğu gibi Türkiye’nin üyeliğini dondurmalıdır.

Claudia Roth’un “Bu hükümetle halk aynı değildir diyerek” bu önleme karşı çıkması, Yeşiller’in 1980’den sonra yaşadıkları evrimi de açıkça gösteriyor.

Kenan Evren yönetimiyle ülke halkı o zaman da aynı görülmemişti ama bu faşist yönetime karşı da gereken önlemler alınmıştı.

Büyük halk hareketleri her zaman insanların ve partilerin gerçek yerini gösterir.

Bir bölüm kendisine “sol” diyen kişinin hala değişik gerekçelerle AKP’yi savunduğunu görüyoruz, okuyoruz.

Yanlış yerdeler…

AKP’nin yanına gitsinler…

Sonuç nereye varırsa varsın Cumhuriyet tarihinin bu en büyük kitle eylemi (15-16 Haziran 1970’deki işçi eylemi iki gün sürmüş, 120 bin kişi katılmış ve İstanbul ve İzmit ile sınırlı kalmıştı) toplumda derin iz bırakacaktır.