Şuanda 67 konuk çevrimiçi
BugünBugün4634
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12358
Bu ayBu ay12358
ToplamToplam10480782
Bir ölümün ardından... PDF Yazdır e-Posta


Uğur Hüküm’ün 64 yaşında bir kalp krizi sonucu hayatını kaybettiğini öğrendim.

Bu sitenin okurlarının büyük bölümünün kendisini tanıyacağını sanmıyorum.

Eylül 1981, Paris…

12 Eylül’ü protesto yürüyüşü yapılıyor. Keyfim yerinde…

Üç ay önce geldiğim Paris’te iki sayı dergi ve muhtelif bildiriler yayınlamışız ve Cephe pankartı arkasında yaklaşık yüz kişi toplanmış…

Olacak şey değil…

Birkaç ay önce birkaç kişiydik ve o günün ölçülerine göre bu kentte kitlesel bir hareket durumuna gelmiştik.

Yürüyüş sırasında birisi yanıma geldi ve “Ben seni bir yerden tanıyorum” dedi.

Ben hatırlamadım. Biraz konuştuk nereden tanışıyoruz diye…

“ODTÜ’de ya da bir yürüyüşte seni görmüş olmalıyım çünkü siman hiz yabancı gelmiyor” diyordu.

Ev adresini verdi, Paris’in banliyölerinden birisinde oturuyordu.

Birkaç hafta sonra gittim.

Gece geç saatlere kadar konuştuk.

TİP üyesi idi ama kısa süre önce partiden yapılan tasfiyede ihraç edilenler arasındaydı.

O sırada TİP-TKP birleşme görüşmeleri vardı ve TİP yönetimi bu birleşmeye kuşkulu bakanları bile tasfiye ediyordu.

Karşılaştığı muamele nedeniyle hayli kırgındı…

“Burada bülten çıkarıyorduk. İşyerinde öğle arasında herkes yemeğe gittiğinde bülteni fotokopiyle çoğaltırdım. Sonra bir toplantı oldu. Eleştirilerimiz vardı. Behice Hanım’ı ağlattınız diye neredeyse üzerime yürüyeceklerdi…”

Birkaç kere bundan sonra hiçbir örgütte çalışmayacağını belirtti.

Kütüphanesine baktım. Çok sayıda Fransızca kitap arasında Birikim dergileri gözüme ilişti. Bu derginin ilk sayılarını okumuştum, sonra hapishane ve oradan oraya sürgün derken arada çok az sayı okuyabilmiştim.

Okumadıklarım arasından seçme yaptım, yaptım da yanımda götürebilecek miydim acaba?

Türkler, malum, yayını alırlar ve geri getirmezler…

Getirmek için söz verirler ve yine de getirmezler…

“Al, dedi, güven denilen bir şey vardır. Sen geri getirirsin.”

Sonra birkaç kere daha evine gittim. 12 Eylül, solun durumu gibi konularda epeyce konuştuk.

1981 yılının son gününde Paris’te üç apartman işgalini gerçekleştirdik ve sonraki günler boyunca başımı kaşıyacak zamanım olmadı. Basın ve televizyondan bizi mutlaka izlemiş olmalıydı ve bu arada bir kere daha görüştük mü, hatırlamıyorum.

Aynı yılın Ağustos ayında örgütten ayrıldım ve kısa süre sonra Almanya’ya gönderildim.

Hangi yıldı hatırlamıyorum, Paris’e geldiğim bir gün Uğur’u aradım. Askere gidip gelmişti. Pek bir şey konuşmadık ve artık Paris’te bulunmadığım için de görüşme fırsatımız olmadı.

İnsan dışarıdayken başka örgütleri tanıyamaz. Herkes kendi içine kapalıdır ve bir örgüt bir alanda varsa, ötekiler oraya giremezdi.

Farklı örgütleri tanımak ya hapishanede ya da ülke dışında sürgünde mümkündür.

Hapishanede de farklı komünler olduğu için tanımanız sınırlıdır.

1979 yazında Selimiye Askeri Cezaevi’nde İGD’liler ile aynı koğuşta kalmıştık.

Bir yanda silahlı mücadele örgütü Acilciler, öteki yanda TKP’li gençler…

Gayet iyi anlaşıyorduk. Kısıtlı günlük yaşantıda aramızda küçük bir sorun bile çıkmadı. Hatta Eylem Birlikçileri bana saldırdıklarında savunmuşlardı da…

“Aynı koğuşta kalıyoruz, tabii savunacağız” demişlerdi.

TKP’lileri daha sonra Almanya’da da tanıdım. TİP’lileri tanıdığımı söyleyemem…

Bu örgütteki hiyerarşi bizde yoktu. Hayret edilecek bir durumdu ama yoktu.

12 Eylül sonrasında Suriye’deki komiklikleri saymıyorum. Duyduklarım gerçekten komik şeylerdi, ülkede iken bizim böyle bir yapımız yoktu.

Önder geçinen bir tipin çevresinde yağcılarının bulunması, kendini devamlı şişirmesi aslında tipik bir Ortadoğu özelliğidir. Hakkında efsaneler uydurulur, bir süre sonra kendisi de bunlara inanmaya başlar.

Efsane uydurulması TKP’de de vardı. Ortalıkta pek görünmeyen yöneticiler hakkında büyük efsaneler uydurulurdu.

Ülke dışına gelince herkes birbirini tanıdı ve “Bizim yöneticimiz bu muymuş” diye hayretler içinde kalanlar oldu.

General elbisesi giymiş yüzbaşılar fazlasıyla sırıtıyordu.

Bu nedenle ayrılıklar yaşandı…

Devrimci hareketin sürgün tarihi, büyük fiyaskolarla dolu sürgün tarihi incelenmesi gereken önemli bir konudur.

Tarihimizin önemli bir parçasıdır, ama nasıl incelenebilir, nereden başlanabilir, halen bir yolunu bulabilmiş değilim…