Şuanda 47 konuk çevrimiçi
BugünBugün4614
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12338
Bu ayBu ay12338
ToplamToplam10480762
Kürtlerin köye dönmesi çözüm müdür? PDF Yazdır e-Posta


Cemil Bayık’ın köye dönüş çağrısı 8 Temmuz günkü Fırat haber Ajansı sitesinde yayınlandı. Önce aşağıdaki okuyun.

 

Bayık’tan köye dönüş çağrısı

HABER MERKEZİ 08.07.2013 12:14:47

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık Türkiye metropolleri ve Avrupa’ya göçertilmiş Kürt halkına köye dönüş çağrısında bulunarak, “demokratik uluslaşmanın en büyük hamlesi köye dönüşle olacaktır” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık Kürtçe günlük gazete Azadiya Welat’ta bugün yayınlanan köşe yazısında Türkiye metropolleri ve Avrupa’daki Kürdistanlılara köye dönüş çağrısı yaptı.

Bayık, yazısında Kürdistan’daki savaş boyunca milyonlarca Kürdün Türkiye metropollerine ve Avrupa’ya göçertildiğini hatırlattı. Bunun bilinçli bir soykırım politikası olduğunun altını çizen Bayık, buna verilecek en güzel cevabın köye dönüş olduğunu belirterek, “Demokratik uluslaşmanın en büyük hamlesi köye dönüşle olacaktır” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Bayık, “Köye dönüşler birkaç ailenin dönüşü ya da yazın birkaç ay tatil yapmak için geri gitme biçiminde olmamalıdır; bir yurtseverlik tutumu, tarihe ve toprağa sahip çıkma biçiminde olmalıdır. Bu dönemin en temel görevlerinden biri de budur. Köye dönüşü de bir serhıldan olarak görmek gerekmektedir” diye ekledi.  

Bayık’ın “Kadim topraklar bizi bekliyor” başlıklı köşe yazısı şöyle:

Türk devleti, Kürdistan’ı insansızlaştırıp kültürel soykırımı tamamlamak için milyonlarca Kürt’ü Türkiye metropollerine ve Avrupa’ya göçertti. Türkiye’de gelişen kapitalizmin karın tokluğuna çalışan ücretli köleleri haline getirdi. Diğer taraftan kapitalizm de Kürtleri, Kürt kültürünün derinliklerine kök saldığı köylerinden kopararak kültürün katledildiği şehirler ve Türkiye metropollerine doldurdu. Köyünde, kasabasında Kürtlüğün en güzel değerleriyle, kişiliği olan, morali yüksek ve kendisiyle barışık bulunan Kürtler kapitalizmin yarattığı varoşlarda yarı ölü yaşama mahkum edilmişlerdir. Köyünden ve ülkesinden kopan Kürtler diri diri kültürel soykırım mezarına girmişlerdir.

Köylülükle özdeşleşmiş Kürtler şimdi neredeyse tümüyle köylerden uzak yaşamaya mecbur edilmişlerdir. Binlerce köy şimdi ölüm sessizliğindedir. Belki bazı dönüşler olmuştur, ama bu köyler kültürü üreten eski köyler haline gelememiştir. Eskiden yüz hane olan bir köy şimdi 10-15 hanedir. Bu, köylere dönüş değildir; köylere dönüş o köyün kapasitesi kadar tarım ve hayvancılık yapacak kadar nüfusa sahip olmakla mümkündür.

Maraş, Malatya, Sivas, Adıyaman ve Dersim’deki köyler bilinçli bir biçimde boşaltılmıştır. Amaç buralarda başlattıkları Türkleştirmeyi göç yoluyla tamamlamaktır. Bu alandaki Kürtler bilinçli bir devlet politikasıyla Avrupa’ya ve Türkiye metropollerine göçertilmişlerdir. Şuanda Avrupa’da yaşayan Kürtlerin çoğunluğu Maraş, Sivas, Malatya, Dersim, Erzurum ve Adıyaman Kürtleridir. Herhalde fiziki soykırım yapsalardı bu kadar Kürt’ü ortadan kaldıramazlardı. Kaldı ki, artık böyle toplu fiziki soykırımlar yapma koşulları yoktur.

Maraş, Malatya, Sivas ve Dersim alanlarında özel savaş bilinçli bir göçertme politikası izlerken, 1990’lı yıllarda devlet zoruyla, köylerin yakılıp yıkılmasıyla 5-6 milyon Kürt ülkesinden kopartılmıştır. Eskiden göçertilmiş ve çoğu asimile edilmiş birkaç milyon Kürt de metropollerde yaşamaktadır. Birçok halkın nüfusunun bu sayıdan az olduğu biliniyor. Kürtlerin üçte biri, hatta daha fazlası ülkelerinden kopartılmıştır.

Bu, bilinçli bir soykırım değil de nedir? Bu soykırımın da 1926 Şark Islahat Planıyla bilinçli yapıldığı netleşmiştir. Zaten bu belge bir soykırım planıdır, soykırım belgesidir. Tarafsız bir uluslararası mahkeme bu belgeyi bir soykırım planı olarak değerlendirir; Türkiye’yi de soykırım yapmaktan mahkum eder.

Dünya’da böyle açık soykırım belgesi bulunmaz. Ya da soykırımı bu düzeyde bilinçli ve planlı yapan bulunmaz. Ermeni tehciri bile bazı gerekçelere dayandırılmıştır. Şark Islahat Planı ise açıkça soykırım yapılmasını emretmektedir.

Köye dönüş; yeniden Kürt kültürüyle tanışmak, Kürt kültürü ortamında yaşamak ve kültürel soykırıma verilecek en iyi cevaptır. Demokratik uluslaşmanın en büyük hamlesi köye dönüşle olacaktır.

Köye dönmek, köylere anlam vermek, Türkiye'nin birçok bölgesine gidip karın tokluğuna ve aşağılanarak yaşamaktan kurtulmaktır. Her yıl onlarca Kürt kamyon kasalarında can veriyor. Birçoğu kötü koşullardan dolayı çaresi olmayan hastalıklara yakalanıyor. Tarihte insanlığı doyuran Kürdistan coğrafyasında bu duruma düşürülmek büyük bir trajedidir.

Köylere dönüş yapılıp Kürdistan coğrafyası tarım ve hayvancılığa açıldığında yeni bir yaşam doğacaktır. Köyler Kürtlüğün tüm güzelliğinin yüzlere yansıdığı cıvıl cıvıl insanların mekanı olacaktır. Türkiye'nin metropollerindeki soluk yüzlü Kürtler gidecek, neşenin hakim olduğu bir kültür ve sosyal yaşam fışkıracaktır.

Köye dönüş tam bir ulusal kurtuluş mücadelesi ve hamlesi olacaktır. Kırk yıllık mücadelenin yarattığı özgürlük ve yurtseverlik ortamında çekilen acıların, bedellerin ödülü; yeni bir Kürdistan toplumu ve bu toplumun özgür ve demokratik yaşamı olacaktır.

Köye dönüşler birkaç ailenin dönüşü ya da yazın birkaç ay tatil yapmak için geri gitme biçiminde olmamalıdır; bir yurtseverlik tutumu, tarihe ve toprağa sahip çıkma biçiminde olmalıdır. Bu dönemin en temel görevlerinden biri de budur. Köye dönüşü de bir serhıldan olarak görmek gerekmektedir.

Köye dönüşler aynı zamanda toplum yaşamının geliştirilmesi ve bu temelde demokratik toplumun, yani demokratik-sosyalist yaşamın inşasıdır. 

 

 

Yukarıdaki yazı Kürt hareketinin içinde bulunduğu ciddi sorunları göstermesi bakımından önemlidir. Yazıyı farklı bir perspektiften okumak gerekiyor.

Kuzey Kürdistan Kürtlerinin yaklaşık yarısı İstanbul, İzmir, Adana, Mersin gibi metropollerde ve bunların çevresindeki kent ve kasabalarda yaşıyor.

Sayısı kesin bilinmemekle birlikte birkaç milyon Kuzey Kürdistanlı Kürt de başta Almanya olmak üzere öncelikle Avrupa ülkelerine ve diğer kapitalist ülkelere dağılmış durumda…

Yıllarca dar bir çevrede köylülüğün ağır bastığı bir yaşam süren ve bu yaşamın gereği olarak da ağırlıkla tarım ve hayvancılıkla uğraşan Kürtler, önemli oranda büyük kentlere göç ettiler ve ettirildiler.

Büyük kentlere, metropollere, kapitalist Batı ülkelerine göç demek, aynı zamanda başka bir kültürün içine girmek demektir. İstediğiniz kadar içinize kapanın, bu kültürden etkilenmemeniz mümkün değildir. Uyum zorlukları ve ciddi sürtüşmeler kaçınılmaz olarak çıkacaktır.

Bu süreç Kürtlere özgü değildir. Türkler de yaklaşık 30-40 yıl daha erken olarak aynı süreci yaşadılar.

Aynı süreç başka ülkelerde de yaşanıyor. İnsanlar kentlere akıyor. Mega kentler ortaya çıkıyor. Kentler kapitalist çelişkilerin ve patlamaların merkezi durumuna geliyor.

Kuzey Kürdistan Kürtlerinin farklı bir durumu olmakla birlikte büyük kentlerde toplanmaları onlara özgü bir süreç değildir. Bütün halklar şu veya bu nedenle aynı süreci yaşıyor. Kürtler giderek kentlileşiyorlar. Dünyanın en büyük Kürt kenti yıllardan beri Diyarbakır değil İstanbul’dur.

Kentlerde yaşamak kent kültürüne adapte olmak anlamına gelmez. Kırsal alandan gelmiş insanlar kentleri benimseseler bile kentlileşmek zaman alacak bir süreçtir. Aynı durum Avrupa ülkeleri için de geçerlidir.

Kırsal alanda yürütülen silahlı mücadelenin büyük kentler ve Avrupa ülkelerinde yaşayan Kürtleri etkilemesi zaman içinde azalmak durumundadır.

Bu durum, bir türlü yeterince kentlileşemeyen Kürt hareketinin karşısındaki ciddi bir sorundur.

Metropollerde yaşayan Kürtlerin büyük oranda AKP’yi seçmeleri söz konusudur.

Bu Kürtlerin değişik oranlarda asimile olması, eski kültürlerinden uzaklaşması kaçınılmaz bir durumdur. Bu gelişme sadece Kürtlere özgü de değildir.

Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin yıllardan beri Almanya’daki Türklere, „kimliğinizi koruyun, Türklüğünüzü koruyun“ çağrısı yapmasıbu nedenledir.

Bu insanlar Türklüklerini, Türk kökenli olduklarını inkar etmiyorlar, ama bunlar başka bir Türktür, Türkiye’deki Türk gibi değildir. Aynı gelişme Kürtler için de ortaya çıkacaktır.

Yapılması gereken bu insanlara “geri dönün“ çağrısı yapmak değil, yaşadıkları yere uygun politikalar geliştirmektir.

Bunun gereğini Avrupa ülkelerindeki Kürt kurumlarının yaptıkları son kongrelerde alınan kararlarda görmek mümkündür. Avrupa Kürtlerinden söz etmeleri bile büyük bir adımdır. Sorunları fark etmişler, çözüm konusunda ise açık bir fikre henüz sahip bulunmuyorlar.

Boşanmaların ve evden kaçan çocukların sayısının arttığından söz ediyorlar.

Yıllar önce Türkler de aynısını yaşadılar, başka halklar da yaşadılar.

Farklı koşullarda tanışan ve evlenen çiftler metropollerde ya da kapitalist Avrupa ülkelerinin farklı koşullarında birbirlerinden kolayca kopabiliyorlar. Evin dışında ayrı evde ayrı kültürel ortamda yaşayan çok sayıda çocuk çareyi evden kaçmakta buluyor.

Bu gençleri “Apocu gençlik“ anlayışıyla etkilemeniz sınırlıdır, hele de çatışmaların olmadığı bir ortamda iyice zordur.

Kuzey Kürdistan’dan sürülüp ülke metropollerine ve Avrupa ülkelerine gitmiş olan Kürtler, ne kadar çağrı yapılırsa yapılsın büyük oranda köye dönmeyecekler. Doğup büyüdükleri yerleri ziyaret edebilirler, ama bu dönmek değildir.

Bu da sadece Kürtlere özgü bir durum değildir.

Almanya’da ellerinde Türk bayraklarıyla dolaşan gençleri Türkiye’ye gönderin; orada bir ay bile zor yaşarlar. Eğitimsiz ve sefaület içinde yaşasalar da onlar başka bir kültürde sosyalize oldular, isteseler bile Türkiye’de yaşayamazlar.

Aynısı artan oranda Kürt gençleri için geçerli oluyor.

Burada garip bir yan yok, doğal olan bütün engelleme çabalarına rağmen yolunu açıyor.

Bu insanların yaşadıkları ve bundan sonra da yaşayacakları yerlere uygun politikalar üretebilecek misiniz?

Asıl sorun budur.

Buradan hareketle Kürtlerin Gezi Parkı eylemlerine zayıf katılımını başka bir noktadan değerlendirmek mümkündür.

Bu eylemler onlara yabancı… Farklı bir kültüre önce yakınlaşmaları sonra uyum sağlamaları gerekiyor. Bu da zaman alacaktır.

Kürt kurumları çağrılar yapıyor, metropollerdeki Kürtlerin eylemlere katılmasını istiyor ve bu çağrılar yeterince karşılık bulmuyor.

Anormal görmemek gerekir.

Silahsız bir direnişin bu kadar yaygınlaşması ve uzun sürmesi; silah sesiyle büyümüş, bilinçlenmiş ve onun anılarıyla yaşayan bir kitle için anlaşılması zor bir durumdur.