Şuanda 161 konuk çevrimiçi
BugünBugün4718
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12442
Bu ayBu ay12442
ToplamToplam10480866
Poliste ikinci Fruko devri PDF Yazdır e-Posta


Ayşe Arman’ın Gezi Parkı-Taksim ve muhtemelen protestoların yayıldığı öteki bölgelerde görev yapmış dört polisle yaptığı söyleşi bugünkü Hürriyet gazetesinde yayımlandı.

Anlaşılabilir nedenlerle kimliklerini gizleyerek sorulara cevap veren polislerin sözlerinde birkaç nokta öne çıkıyor:

Birincisi: Hepsi de o kadar zor şartlarda ve o kadar uzun süre görev yaptık ki, insanlıktan çıktık, diyor. Polisin aşırı güç kullandığını –siz bunu vahşice saldırı olarak okuyun- hepsi kabul ediyor. Gerekçeleri, artık düşünecek durumda değildik, oluyor.

Bu sözlerde belli oranda hakikat payı bulunuyor.

İzmir’deki protestolar sırasında bir kadını saçlarından yakalayarak götüren polis hakkında, kendiliğinden değil halktan gelen ısrarlı istek sonucu, soruşturma açıldığında, adamın söyledikleri aydınlatıcıdır:

“Bu ben miyim, ben nasıl bu hale geldim? Çok üzgünüm!”

Benzeri ifadeler polislerle yapılan söyleşide de bulunuyor.

Saldırırken hiçbir şey hissetmeyenler, insanların kafasına ve gözüne gaz bombası sıkanlar, daha sonra basında çıkan fotoğraflarda ya da televizyonlarda gösterilen çekimlerde kendilerini tanıyorlar. Miğferli olarak yüzleri kapalı olabilir ama kişinin kendisini tanıması zor değildir. “Ben nasıl bu hale geldim, utandım” gibi ifadeler kullanılıyor.

İkincisi: Bu polisler polisin küçük bir bölümünü oluşturuyor. Kendi ifadelerine göre yüzde 11’ini… Diğer kesimden polislerle de söyleşi yapılmak istendiği ama onların bunu kabul etmedikleri düşünülebilir. Bu kesimin önemli bir bölümü ve de polis amirleri, karşılarındakini düşman olarak gören anlayışa sahipler.

Amirler personele sürekli ajitasyon yapıyor. Polis otobüslerinde Mehter marşı çalınıyor. Başbakan da polisin vahşice saldırısını Çanakkale Savaşı’na benzetmiş ve polisin destan yazdığından söz etmişti…

İki anlayış aynı… Yukarıdan aşağıya inerek geliyor. Başbakan-İçişleri Bakanı-İstanbul Valisi-polis amirleri ve polis memurları…

Emir yukarıdan aşağıya doğru geliyor ama polis memurlarının önemli bölümü de bilerek ve isteyerek saldırıyor.

Üçüncüsü: Polis teşkilatında demokrasi yok, hakkını arayamazsın, itiraz edemezsin… Sendikamız yok, sendika kuranlar işten atıldılar. İnsanlık dışı koşullarda çalışıyoruz, sesimizi çıkaramıyoruz.

Bunlar ortak şikayet… İtiraz eden ya sürgüne yollanıyor ya da hamaset söylemiyle bastırılıyor.

Bu söyleşiden şu sonuçlar çıkarılabilir:

AKP döneminde çok sayıda polis kadrosu açıldı ve halen de açılıyor. Polisin silahları modernize edildi ve daha ağır silahlara sahip olması için de çalışılıyor.

AKP ikinci bir ordu kurdu, polis ordusu.

Yıllardan beri devletin tek silahlı gücü ordu sayılırdı. Polis de vardı ama işlevi zayıftı.

AKP döneminde polis hem sayı hem de kullandığı silahlar yönünden oldukça geliştirildi.

Polis sadece sayı ve teçhizat olarak değil, zihniyet bakımından da ordulaştırıldı.

Ordudaki “emir demiri keser” anlayışının aynısı poliste de geçerli.

Hakkını arayamazsın, itiraz edemezsin; insanlıktan çıktığını kabul etsen bile saldıracaksın, öldüreceksin…

Polisin durumu rütbesiz askerden daha kötü…

Rütbesiz ya da düşük rütbeli asker olduğunuzda en fazla 18 ay dayanmak zorundasınız, ardından artık asker değilsiniz.

Poliste ise süreklilik var. Polis bu anlamda sözleşmeli asker gibi…

Er, onbaşı ve çavuşlarda askerlik meslek değildir; belirli bir süre yaparsınız ve biter.

Sözleşmeli askerlerde ve daha yüksek rütbelilerde ise askerlik meslektir ve normal olarak yıllarca sürer.

Bu nedenle halkın polisten nefret etmesi, büyük bölümü gelip geçici olan askerden nefret etmesinden daha kolaydır. Rütbesiz asker etkilenmeye daha açıktır, çünkü uzun olmayan bir süre sonra askerlik bitecek ve halkın arasına geri dönecektir. İdeolojik olarak fazlasıyla şartlandırılmış olsa bile, geçici bir süre burada bulunduğunu unutabilmesi mümkün değildir.

Poliste ise böylesi bir durum söz konusu değildir.

Gezi Parkı’ndan ülkeye yayılan büyük direniş üzerine polis intiharlarının dikkat çekecek derecede artması, polisin etkilenmesinden çok direnişin gücünü gösterir.

Polisin eğitim düzeyinin artması bu etkilenmeyi artıran önemli bir faktördür. İçlerinden en azından bir bölümü karşılarındakinin halk olduğunun bilincine varmış durumda… Karşılarındaki “birkaç terörist” olsaydı hiç bu kadar düşünmeyecekleri rahatlıkla söylenebilir.

1960’lı yıllarda yeni kurulmuş olan Toplum Polisi –aramızdaki adlandırmasıyla Fruko- nefret edilen bir özelliğe sahipti. Adalet Partisi iktidarının polise doldurduğu bu yandaşları genellikle cahil ve az gelişmiş tiplerdi. O zamanki deyimiyle anarşistlere vahşice saldırmaktan, her fırsatta şiddete başvurmaktan başka düşünceleri yoktu.

Toplumsal olaylara müdahalede kullanılan şimdinin polisleri çağdaş Frukolar olmak yolunda…

İktidarın polisleri, iktidarın amirleri, ideolojik şartlandırma aynı, hamaset aynı, hakkını arayanları ise –öğrenci, mühendis, sanatçı, kadın fark etmiyor- düşman olarak görmek anlayışı da aynı…

Ayşe Arman kadınlara polis tacizi konusunda soru sormamış…

Özellikle sorması gerekirdi.

Kuşkusuz kimse bunu onaylamayacaktı ama bu durum tacizin polis tarafından silah olarak kullanılmasını da ortadan kaldırmayacaktı.

24 Ocak 1970’te Ankara’daki Siyasal Bilgiler Fakültesi yurdu polis tarafından basıldı ve yaklaşık sekiz saat süren çatışmanın ardından yurt ele geçirildi. Bu yurttaki çatışmada ve yaralananlar arasında bulunduğum için toplum polisinin tutumunun yakından tanığı oldum.

Şimdiki polis işbirlikçisi, onun tarafından örgütlenmiş sopalı ve palalı tiplerin yerine o dönemde MHP’liler vardı.

Zamanın Cumhuriyet gazetesinde polisin silahını alıp yurda doğru ateş etmek için yalvaran MHP’li tiplerin fotoğrafları yayımlanmıştı…

Bu tiplerden birkaçı daha sonra orada bulunmalarının gerekçesini şöyle açıklayacaktı:

“İki komünist orospu bulur keyfimize bakarız diye düşündük.”

Yurdun kadınlar bölümü de vardı ve burasını da basan polisin yaptıkları günlerce basında konu olmuştu. Kadınlar o zaman bugünkü kadar açık ifade veremiyorlardı ama buna rağmen polisin cop sokması basına yansımıştı.

Aradan kırk yıldan fazla zaman geçti ve polis de biraz uygarlaştı…

Medya ne kadar suskun ve iktidarın hizmetinde de olsa, bu tür uygulamalar karşısında herkesin susması kolay değil…

Yazılı basın ve TV kanalları susarsa, alternatif basın var; onlar gerçeği ortaya döküyorlar.

Ve kimse de afişe olmak istemiyor. Bu nedenle ya çekim yapan gazetecilere saldırıyorlar ya da açıktan taciz yapmamayı tercih ediyorlar.

Eskinin yerini sözlü ve fiili cinsel taciz aldı ya da değişen fazla bir şey yok…

Sonuç olarak, İkinci Fruko Devri’ni yaşıyoruz denilebilir.