Şuanda 40 konuk çevrimiçi
BugünBugün4609
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12333
Bu ayBu ay12333
ToplamToplam10480757
Rojava'nın geleceği... PDF Yazdır e-Posta


Ortadoğu’da politik tahmin yapmanın zor olduğunu biliyorum. Nedeni belli: politik aktörlerde istikrar bulunmuyor. Bugün düşman olanlar yarın dost olabilir, daha sonra yeniden düşman olabilir. Ne ki kısa dönemli değişimlere takılmadan Rojava’nın geleceğine yönelik şöyle bir tahmin yapılabilir:

Irak Kürtleri, Güney Kürdistan’da özerklik statüsüne kavuştular ve bu özerkliğin sınırı hayli geniştir. Bu durum, Türkiye’nin merkezi Irak yönetimini dikkate almadan Barzani ile ayrı petrol anlaşması yapabilmesinden de görülebiliyor.

Kerkük-Yumurtalık boru hattının mülkiyeti Irak merkezi hükümetinde ve bu hattan Türkiye üzerinden petrol ihracatı yapılamıyor ya da yapılabilen herhangi bir durumda kesilebilir. Bu nedenle Barzani ile ayrı bir petrol boru hattının yapılması konusunda anlaşmaya varıldı ve yapım da uzun sürmeyecek.

Güney Kürdistan’ın neredeyse her şeyi Türkiye’den gidiyor. Yiyecek başta olmak üzere bütün tüketim maddeleri Türkiye’den geliyor. Bu alandaki yoğun inşaat faaliyeti de neredeyse tümüyle Türkiye kökenli firmaların elinde bulunuyor.

Güney Kürdistan’da Türkçe yaygın kullanılan bir dil durumunda, Türk TV’lerindeki diziler izleniyor ve bölgenin “rüya kenti” de İstanbul…

Nasıl bizim popçular Paris, New York gibi kentlerde klip çekerse, Kürt sanatçılar da İstanbul’da klip çekmeyi seviyorlar.

Güney Kürdistan ile ilişkinin gelişerek devam etmemesi için herhangi bir neden görünmüyor.

Güney Kürdistan Türkiye’nin arka bahçesi durumundadır ve bölgenin bağımsızlığa yakın bir özerkliğe sahip olması, bu alanla ticaretinde müthiş bir ihracat fazlasına sahip olan, yatırımlarından da büyük kazanç elde eden Türkiye’ye büyük yarar sağlamaktadır.

Kuzey Kürdistan’daki Kürtlerin durumuna gelince…

AKP iktidarı kendisinden talep edilen hakların halen epeyce gerisinde bulunmakla birlikte, on yıl öncesinde düşünülemeyecek kadar adım da attı.

Kürt var mıdır, Kürtçe diye bir dil var mıdır soruları gündemden düştü. Bunların bir daha gündem olması da mümkün değildir. Şimdi statü konusu gündemdedir. Kürt halkının ve Kürtçenin statüsü ne olacaktır?

Statüde genişleme olacak, burası açık ama ne oranda, burası belli değildir.

İran’daki ya da Doğu Kürdistan’daki Kürtlerin durumuna gelince, Kuzey ve Batı Kürdistan’da durum daha netleşince sıra bu ülkeye gelecek…

Türkiye, Ortadoğu’da başlıca rakibi olan İran’a karşı Kürt kartını kullanacak…

Bu aynı zamanda ABD’nin de işine gelir.

İran’daki Kürtlere özerklik vadinin ötesinde bu ülkede 15-20 milyon vivarında bulunan Azeriler için de herhalde bir şeyler düşünülecektir.

Azerbaycan bölünmüş bir ülkedir ve önemli bir parçası İran sınırları içinde bulunmaktadır.

İsrail’in Azerbaycan’daki askeri bir üste konuşlandığı haberi birkaç yıl önce gazetelere kısa bir haber olarak yansımıştı; herhalde hala orada duruyordur.

İran yönetimi, Kuzey Kürtleriyle Türkiye arasındaki yumuşamaya bu nedenle şiddetle karşıdır, çünkü ardından sıranın açık olarak kendisine geleceğini bilmektedir.

İran’daki Kürtler de tıpkı Irak’ta olduğu gibi baskı rejiminin devrilmesini ve daha iyi koşullara kavuşmayı isteyeceklerdir.

Burada biraz duralım, çünkü önemli bir noktaya geldik.

Soru şudur:

ABD bir ülkeye saldıracak, bunun için değişik nedenleri bulunuyor. Bu nedenler petrol ve doğal gaz kaynakları ya da ülkenin stratejik coğrafi önemi olabilir.

Saldırılacak ülkedeki yönetimi zayıflatmak için o ülkede yıllardır baskı altında tutulan bir halkı yanına almaya çalışıyor, Diyelim, ülkedeki yönetim yıkılınca özerklik kazanacaklarını söylüyor.

Bu durumda o ülkede yıllardır baskı altında yaşayan halk ne yapmalıdır?

İstemez, diyerek ABD ile birlikte hareket etmeyi red mi etmelidir, yoksa, esas hedefimiz bu baskıcı rejimden kurtulmaktır, kurtulalım da nasıl olursa olsun diye düşünerek mi hareket etmelidir?

Somutlarsak…

Güney Kürdistan’da Kürtler 1991’deki Birinci Körfez Savaşı’nın ardından Irak’ın kuzeyinde ilan edilen uçuşa yasak bölge sayesinde ilk kez baskıdan belirli oranda kurtuldular. Saddam yönetimi yeni bir Enfal katliamı (Halepçe bunun bir parçasıdır) yapamadı.

Saddam yönetiminin tümüyle devrildiği Irak’ı işgal operasyonunda ise bu ülkedeki Kürtler ABD ile işbirliği içinde bulundular.

Bu arada eklemek gerek, PKK’nin Kuzey Irak’ta ortaya çıkması 1991 sonrasında bu ülkedeki merkezi yönetimin iradesinin kırılmasıyla başlar. ABD’nin uçuşa yasak bölgesi ve ardından da Irak işgali olmasaydı, Kandil de olmazdı.

1990’lı yılları hatırlamaya çalışalım…

Uçuşa yasak bölgeyi Türkiye’de konuşlandırılmış ve adına “Çekiç Güç” denilen askeri bir güç denetliyordu. Saddam’ın hava ve kara kuvvetleri Kürt bölgesine giremiyordu. O zamanlar basında sürekli olarak ABD’nin PKK’yi desteklediği yönünde yazılar çıkardı. Öyle ya, Çekiç Güç olmasaydı, Kuzey Irak’ta PKK de olmazdı.

Kürt sorunu değişik parçalarda ABD tarafından kullanılmaktadır tezinin en yeni kökeni bu yıllara dayanır.

Kürtlerin –kimisi açık konuşuyordu, kimisi bu kadar açık değildi ama aynı görüşe sahipti- düşüncesi şöyleydi:

Evet, biliyoruz, ABD emperyalist bir ülkedir, ama bizi zehirli gazla öldürmez herhalde…

Kürt halkının gözünde ABD gericidir; ama Saddam –daha sonra da Esad- gibi diktatörlükler daha da gericidir. Bu rejimler Kürt halkına karşı ABD’den daha da zalimdir.

Bu saptama, belirtmek gerek, doğrudur.

Ülke içinde halkın zalim yönetimi devirmeye gücü yetmiyorsa, dışarıdan yardım alır.

Yardım alınan ülkenin dönemin baş gerici ülkesi olması durumu değiştirmez ve üstelik böyle bir durum da ilk kez görülmemektedir.

Yunanistan 1838 yılında dönemin baş gerici ülkesi İngiltere’nin desteğiyle Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazandı.

Bulgaristan 1878’de dönemin önde gelen gerici ülkelerinden Çarlık Rusyası’nın desteğiyle Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazandı.

Gericilikten, emperyalizmden bağımsızlık mı beklenir gibisinden sözler edecekseniz, bunu gidin o halklara anlatın, derim.

Devrim yapacak durumda değilsek hiç olmazsa yapabileceğimizi yapalım; mantık budur ve yanlış da değildir.

Yunanistan’ın bağımsızlığı İngiltere için, Bulgaristan’ın bağımsızlığı da Çarlık Rusyası için yararlı oldu, ama Bulgar ve Yunan halkları için özellikle yararlı oldu.

Aynı mantığı Irak için de kurabilirsiniz.

Kürtler defalarca ayaklandıkları ama devirmeyi başaramadıkları, yönetimi altında ağır baskı ve katliam yaşadıkları Saddam’dan ABD sayesinde kurtuldular. Bunun için ABD’ye müteşekkir olmaları gerekmez çünkü ABD bunu kendi çıkarı için yaptı. Kürtlerin Irak’ta genişleyen özgürlüğü savaşın yan sonuçlarından bir tanesidir.

Bir de hesaplanamayan yan sonuçlar vardır.

Irak’ta nüfusun çoğunluğunu Şiiler oluşturuyordu ve Sünni Saddam yönetiminin devrilmesiyle Şiilerin bu ülkedeki etkinliği arttı, dolayısıyla İran’ın etkinliği de arttı.

Bu ise ABD’nin hiç istemediği bir gelişmedir ama savaşın denetlenemeyen yan sonuçlarından birisi olarak kabullenilmek durumundadır.

Irak’taki Şii milisler İran’daki Pastarlarla birlikte Esat rejimine destek olmak için Suriye’de savaşmaya gidiyorlar.

ABD’nin her şeyi önceden hesapladığını, halkları istediği gibi kullandığını sananlar için garip bir durum ama gerçeklik böyledir.

Benzeri bir durum Rojava için söz konusudur.

Rojava’nın ortaya çıkmasında en büyük pay Türkiye’nindir.

Türkiye böyle bir gelişmeyi kesinlikle istemezdi, ama Esad rejimini zayıflattığınız zaman bu rejim altında yıllardan beri ezilen, yaklaşık yarısının nüfus kağıdı bile olmayan Kürtler nefes alırlar ve öz yönetimlerini ilan ederler.

Kendi başına Esad rejimini devirecek güce sahip olmayan bu halk, bir başka güç bu rejimi zayıflattığında ortaya çıkan durumdan neden yararlanmasın?

Türkiye ve arkasında ABD bunu Kürtler için değil kendi çıkarları için yaptı ve yapılanın yan sonuçlarından bir tanesi de Kürtlerin daha özgür olmasıdır. Bunun için aklı başında hiç kimse Türkiye’ye minnet duymaz, neden duysun?

Çıkarların ortak olduğu yere kadar birlikte gidilir, sonra yollar ayrılır.

Gericilikten, emperyalizmden özgürlük beklenmez mi dediniz?

Kim bekliyor ki!

Kendi gücümüzle bunu kazanamıyoruz, kazanabilecek olsaydık şimdiye kadar yapabilmemiz gerekirdi. O zaman ne yapacağız? İlk ortadan kaldırılması gereken baskı aygıtının (Saddam ya da Esad rejimi) tahribinde gerici bile olsa başka bir güçle çıkarımız uyuşuyorsa, ilk aşamada birlikte yürürüz. İlk amaca ulaşıldıktan sonra yollar farklılaşır.

Böyle bir şey olamaz, diyen devrimcilerimiz var ise, ki mutlaka vardır, onlara denilebilecek olan şudur:

Siz önce çorba yapmasını öğrenin; özgürlüklerin genişlemesi ve devrim gibi karışık işlerle daha sonra uğraşırsınız!

 

ROJAVA’DA NE OLABİLİR?

Türkiye’nin Rojava’da Kürtleri imha etmek ya da onları eski statülerine geri göndermek gibi bir sorunu bulunmuyor. Böyle bir uygulamanın yapılamayacağını anlamak için akıllı olmak da gerekmiyor.

AKP’nin istediği, Rojava’da PKK ile yakından bağlantılı PYD’nin zayıflatılması ve bu alanda Barzani’nin egemen olmasıdır. Bu alanda Barzani ağır bastığı anda Türkiye El Nusra’ya desteğini çeker, sınır açılır, Batı ile Güney Kürdistan arasındaki sınır da açılır ve yardım malzemeleri yerine ulaşmaya başlar.

PKK Kuzey Kürdistan’daki tek güç, Güney Kürdistan’da etkin güçlerden bir tanesi, Doğu Kürdistan’da da etkisi bulunuyor ve şimdi de Batı Kürdistan’da etkin güç olması ne Türkiye’nin ne de Barzani’nin işine gelmez.

Rojava’da olan Kürtler arasındaki dolaylı bir çatışmadır. Kürtler kendi aralarında eskiden olduğu gibi silahlı çatışma istemiyorlar, ama çıkarlar da farklı ise çatışma bir şekilde olacaktır. Kürtler arasında çatışma Türkiye ve El Nusra üzerinden yürütülmektedir.

Bu arada Kürtlerin Esad’a yaklaşacağını sananlar da ortaya çıktı.

İnsan bu kadar gerçeklikten uzak olabilir mi, demek ki olabiliyormuş.

PYD ve dolayısıyla da PKK Esad’a yaklaştı mı her şeyi kaybeder. Şimdiki pazarlık gücünü de kaybeder ve kuşkusuz bunu yapmayacaktır.

Esad bitti, bunu hala anlamıyor musunuz?

Yönetebileceği ülke kalmadıktan sonra kendisi yönetici olarak kalabilir.

Suriye yok artık ya da sadece haritada bütünsel olarak görünüyor.

2,5 yılda 100 binden fazla ölü ve en az bir milyon ülke dışına gitmek zorunda kalan göçmen…

Bunlar 22 milyonluk bir ülkede oluyor. Rakamları Türkiye gerçekliğine çevirmek isterseniz üç ile çarpmanız gerekir.

Artık Suriye halkı diye bir halk yoktur. Eskiden de bu halkın değişik kesimleri arasındaki iç bağlar zayıftı, şimdi ise kopmuş durumdadır.

Ülke büyük oranda yıkılmış, işleyiş mekanizmaları parçalanmış durumda…

Karşılıklı bu kadar katliamdan, kadınlara ve çocuklara iki tarafın da tecavüzlerinden sonra bu insanlar birlikte yaşamayacaktır.

Yönetici duruyor ama yönetilecek ülke gitti…

Rojava’da Barzani ağır basarsa ve Esad ordusu da bu bölgeye saldırmaya kalkarsa, Türkiye Kürtlerin koruyucusu olarak öne çıkacak ve Esad’a “ayağını denk al” diyecektir.

Barzani’nin Rojava’da ağır basması zor görünüyor ama PYD de bu doğrultuda ödün vermek zorunda kalacak…

Böyle bir durumda ikinci bir arka bahçeye Türkiye’nin neden itirazı olsun?

Şimdilik durum böyle görünüyor.