Şuanda 96 konuk çevrimiçi
BugünBugün4658
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12382
Bu ayBu ay12382
ToplamToplam10480806
Yazmak zorlaştı... PDF Yazdır e-Posta


Bu başlığı okuyunca, hadi canım sen de, diyecek okurlar olduğunu biliyorum. Bu site faaliyete geçeli beş yıl iki ay oldu ya da 62 ay… Bu süre içine 1021 yazı yazmışım ya da ayda 16,5 yazı, ortalama iki günde bir yazı…

Bu site son 62 aylık envanterim sayılır. Ne yazmışsam ya buradadır ya da başka site ya da blogda yayınlanmışsa nerede bulunabileceğinin duyurusu konulmuştur.

Yazıların kimisi uzun kimisi kısadır ama ortak özellikleri bir şey söylemeye çalışan yazılar olmalarıdır. Söyleyeceğin bir şey yoksa yazma, yazmak şart değil, anlayışına sahibim. Yazmak sayfa doldurmak değil, bir şey söylemektir.

Gelelim başlığa, yazmak neden zorlaştı?

Felsefe okuyor olmak düşünce tarzımda bazı değişikliklere yol açtı. Bir konuyu birkaç yönüyle birlikte anlatmak istiyorum. Bu durumda hem yazı uzuyor hem de yazmak zorlaşıyor.

Üniversitenin yaz yarıyılında Adaletli ve Adaletsiz Savaşlar adlı bir ders almıştım. Derste bir konu üzerinde seminer vermeniz gerektiği gibi dönem sonunda da orta uzunlukta bir ödev yazmanız gerekiyordu. Konuyu kendiniz seçiyordunuz. Seçtiğim konu terörizm idi. Bu ödevle çok uğraştım. Bu tür ödevler ilk kez yaptığım iş değil ama bu seferkiyle fazla uğraştım. Sonunda yazdığım benim bile hoşuma gitti. Aşamalı olarak gelişen bir anlatım… Doğrudan Almanca yazdım ama sonuçta düzeltilecek tabii… Uğraştığıma değdi, epeyce güzel oldu.

Just and unjust wars ya da Gerechten und ungerechten Krieg teorisinin yıllardan beri bilinen ismi Michael Walzer. Dünya savaş tarihini inceleyerek savaşlar için Ehrenkodex ya da uyulması gereken ahlak kurallarını çıkarmış. Bu kurallar uydurma değil, milattan önce yapılan Peleponezya Savaşı’ndan beri tartışılan ve uygulanan kurallar. Walzer’in yaptığı bunları sistematik duruma getirmek ve formülleştirmek… Ya da ahlak icat etmiyor, uygulananı sistematize ediyor…

Savaşın en önemli kuralı, sivillere dokunmamak…

Sivil dediğinizde savaşta doğrudan yer almayan sivil söz konusu… Ama bir cephane fabrikasında çalışan sivil dokunulmazlık hakkına sahip değil, çünkü savaşla ilgili. Dolayısıyla fabrika saldırıya uğrarsa ve sivil işçiler de ölürse, bu durum sivillere saldırı anlamına gelmiyor.

Walzer’in önemli yanlarından bir tanesi, devlet terörizmini kabul etmesi. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz hükümetinin Nazilerin savaş iradesini kırmak için Alman kentlerinin bombalanması kararını savaş suçu olarak görüyor. Truman’ın gerekli olmadığı halde Japonya’daki iki kente atom bombası atılması için karar vermesini de terörizm olarak görüyor.

Terörizmi savaşta sivillere saldırmak olarak kabul ediyor. Buradan hareketle devrimci örgütlerle terörist örgütleri birbirinden ayırıyor.

1970’li yıllarda Vietnam savaşına karşı çıkanlar arasında yer alan Walzer, Vietkong’un çok sayıda sivil işbirlikçiyi öldürmesini terörizm olarak görmüyor. Bu insanlar hükümetle beraberdir ve savaşta taraftır. Bunlarla sıradan insanlar arasında ayrım yapılıyorsa, öldürülenler çok sayıda olsa bile, bu terörizm değildir.

Walzer’in gerilla savaşıyla ilgili görüşü son derece ilginç…

Gerilla savaşını iki aşamaya ayırıyor: İlk aşamada gerilla küçük bir grup ve geniş kitle desteğine sahip değil. Gerilla, savaşın kurallarını altüst eden bir yapıya sahip, çünkü savaşta sivillere saldırmayacaksanız, sivilin kim olduğunu bilmeniz gerek. Asker bu nedenle üniforma giyer ve sivilden ayrılır. Gerillada ise böyle bir durum yoktur. Gerilla hem asker hem sivildir.

Gerilla yakalandığında savaş esirlerinin sahip olduğu haklardan yararlanamaz. O da bir askerdir ama onun savaşı başka bir savaştır. Bu nedenle yakalanan gerilla cinayet vb. gibi suçlardan yargılanabilir. Klasik bir asker olsaydı, savaş kurallarına uyduğu sürece yargılanması söz konusu olmayacaktı. Savaşta karşıt ordunun esir düşen askerini insan öldürdüğü için yargılayamazsınız. Sadece bilinçli olarak sivillere saldırmışsa, esirlere kötü davranmışsa, savaş suçu işlediği için yargılayabilirsiniz.

Gerilla savaşının ikinci aşaması ise halkın kitlesel desteğinin sağlandığı aşamadır. Walzer’e göre bu durumda üniforma önemini kaybeder çünkü gerilla artık halkın askeri durumundadır. Bu aşamada diğer tarafın savaşı bırakması gerekir. Bu savaş iki nedenle kazanılamaz:

İlk olarak, halkın desteği vardır.

İkinci olarak, savaşı sürdürürseniz, haksız savaş yürütmek zorunda kalacaksınız çünkü zorunlu olarak sivillere saldıracaksınız. Bu nedenle savaşı bırakmak gerekir.

Walzer, ABD’nin Vietnam’dan çekilmesi gerektiğini de bu nedenle savunmuştu.

Bunları anlattım, tartışarak anlattım. Walzer’in Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni sivillere saldırdığı için terörist olarak görmesini eleştirdim. Burada toptancı bir yaklaşım söz konusu… Cezayir farklı bir sömürge, diğer Fransız sömürgelerine benzemiyor. (Fanon üzerinde çalıştığım için bildiğim bir konudur.)

Cezayir diğer Fransız sömürgelerine bile benzemiyor çünkü bu ülke Fransa’nın uzantısı sayılıyor. Vietnam bağımsız olduğunda Fransa bir sömürgesini kaybetmiş oluyor, Cezayir’in ayrılması ise Fransa’nın bölünmesi anlamına geliyor… Bu nedenle Ulusal Kurtuluş Cephesi ülkede bulunan sivil ya da asker her Fransıza saldırıyor.

Bir taraf bu ülkeyi Fransa’nın parçası görüyor, öteki taraf bunu reddediyor. Cezayir resmi olarak Fransa olduğu için Fransızlar gelip yerleşiyor, diğer taraf da bunları kovmaya çalışıyor.

Her sömürge ülkenin özelliklerinin ayrı incelenmesi gerekir. Walzer konuya toptancı bir yaklaşım göstermiş…

1970’li yıllarda yazılan Adaletli ve Adaletsiz Savaşlar kitabı birçok ülkenin harp akademisinde ders kitabı olarak okutuluyor. (Türkçesi de çıkmış.)

Savaşın kuralları var ama ne kadar uygulanıyor, diye sorabilirsiniz. Kurallardan sapmalar var, burası açık, ama yazılı kurallar olması bile büyük bir adım. En azından böylece kurallara uymamak eskisi kadar kolay değil ve işin ucunda savaş suçlusu olarak yargılanmak da var.

Konuyu yazarken önce THKP-C’nin daha sonra da bizim 1970’li yıllardaki eylemlerimizde savaş ahlakına tam olarak uyduğumuzu görüp hayret de ettim. Bu konu üzerinde başka bir yazıda duracağım.

Mahir Çayan’ın THKO’nun Hakan Duman adlı bir çocuğu kaçırarak fidye alması eylemini eleştirmesi de bununla ilgilidir.

Konular büyüyünce yazmak zorlaşıyor. Biliyorum, bu şekilde üretilen yazı daha kaliteli oluyor ama yazması da zorlaşıyor.

Diyeceğim şudur ki, bundan sonra yazmam azalabilir, ama bu temelde azalabilir…