Şuanda 138 konuk çevrimiçi
BugünBugün4695
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12419
Bu ayBu ay12419
ToplamToplam10480843
Türkiye neden Çin'den füze alıyor? PDF Yazdır e-Posta


Turkiye neden cinden fuze aliyor?

 

Kısa süre önce balistik füzelere karşı açılan hava savunma ihalesini Çin Halk Cumhuriyeti kazandı. İlgili Çin şirketiyle füze savunma sisteminin kurulması ve giderek ortak üretim için görüşmelere başlanacak.

ABD yönetimi Türkiye’nin Çin’den füzesavar füze alacak olmasına tepki gösterdi. Bu tepkiye karşılık olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “henüz kesinleşmiş bir durum yok” gibi bir açıklama yaptı ama bunun “tepki görünce durumu yatıştırmak için oyalamak” politikası olduğu biliniyor.

İhale açılmış ve Çin’in kazandığına karar verilmiş.

ABD neden tepki gösteriyor?

Tepkinin nedeni üç milyar dolarlık füze alınması değil, en azından bu temelde tepki gösterilmiyor.

Türkiye’nin bir NATO ülkesi olduğu, dolayısıyla da Çin’den alınacak füzelerin NATO standartlarına uymayacağı belirtiliyor. Askeri bir ittifakın üyelerinin kullandığı silahlarda standardizasyon gereklidir. Aksi durumda ortak askeri manevra yapmaları vb. gibi faaliyetler imkansız duruma gelir.

Çin’den alınacak füzelerin NATO standartlarına uyumlu hale getirilebileceği söyleniyor, ama asıl önemli olan bu değildir.

Konuya önce askeri standardizasyonun önemi üzerinden devam edelim.

Eski Varşova Paktı ülkeleri NATO’ya girdiklerinde (diyelim Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti) ülke ordusunun bütün silahları değişir. Bu aynı zamanda NATO üyesi olan silah ihraç eden ülkeler için yüksek miktarlı ihale demektir. En büyük masraf tahmin edilebileceği gibi hava kuvvetlerinde yapılır. Sovyet Mig’leri gider, yerine F tipi ABD uçakları ya da Mirage tipi Fransız savaş uçakları veya İngiliz uçakları gelir.

Bir ülkeden silah almakla konu kapanmaz. Diyelim F tipi savaş uçaklarının kullanılmasını öğretmek için ilgili subay ve teknisyenler ülkeye gelecektir. O uçağın eskiyen yedek parçaları alınacaktır. Uçakla ilgili teknik gelişmelerin monte edilmesi gerekecektir.

Bir ülkeden gelişmiş teknolojiye dayanan savaş malzemesi almak demek, o ülkeyle zorunlu olarak yıllar sürecek ilişkiye girmek demektir. Parasını verirsiniz alırsınız demekle bu iş bitmez.

Füze savunma sistemi de böyledir. Füze bataryalarını kurmak için Çinli teknisyenler gelecek, kullanımının öğrenilmesi için Çinli subaylar kurs verecekler. Füzelerin yedek parçaları alınacak ve balistik saldırı füzeleri modernleştikçe savunma sisteminin de modernleştirilmesi gerekecektir.

Kısacası bir ülkeden füze aldığınız zaman, o ülkeyle askeri ilişkiniz yıllarca sürecek demektir.

Gerçi savunma füzelerinin Çin ile ortak üretimi de ihale kapsamındadır ama ortak üretim de sürekli ilişki anlamına gelmektedir.

ABD’nin önemli bir rakip olarak gördüğü Çin’in, yakın müttefiki olan Türkiye ile askeri işbirliğine girmesi ABD’nin doğal olarak hiç hoşuna gitmez.

Burada soru şudur:

Türkiye nasıl böyle bir şey yapabiliyor?

Türkiye, ABD’nin önemli rakiplerinden bir tanesiyle büyük ve yıllar sürecek bir askeri işbirliğine giriyor. Bu işbirliği ne kadar gelişir ya da sonuçlanan ihale bir şekilde iptal edilir mi, bilmiyoruz. Burada önemli olan, Türkiye’nin bu yönelimini açık olarak göstermesidir.

Buradan ilk çıkan sonuç, Türkiye’nin klasik deyimle “ABD uşağı” bilinen bağımlı ülkelerden olmadığıdır.

Türkiye, emperyalist ülkelere bağımlı ama önemli bir dinamiği ve bölgesel gücü olan bir ülkedir. Bu durum ona kendi isteklerini dayatması ve güçler arasında manevra yapabilmesi için belirli olanaklar sağlıyor.

Türkiye sonuçta ABD ve Avrupa Birliği içinde de Almanya’ya bağımlıdır ama aynı zamanda bölgesel bir güçtür de. Ekonomik ve özellikle askeri gücü ona koşullara gören değişen oranda kendi isteklerini dayatabilmesini ve güçler arasında manevra yapabilmesini sağlamaktadır.

(2000 yılında yayımlanmış bir kitap olmakla birlikte bu konuyu Alt Emperyalizm ve Türkiye kitabında işlemiştim.)

Kendi başına hareket etmenin son örneğini Türkiye’nin Suriye’de El Kaide uzantısı örgütleri desteklemesinde de gördük. ABD bu konudaki rahatsızlığını defalarca belirtti. Türkiye bu politikasından vazgeçiyorsa, bu beklediği sonucu alamamasından dolayıdır.

Çin’den füze alınmasıyla ilgili olarak bir başka soru daha var:

Türkiye, ABD’ye mesaj mı veriyor?

Sorunun cevabı evet’tir ve bunun nedenini anlamak için biraz geriye gitmek gerekir.

Türkiye yıllardan beri silah sanayisine önemli yatırım yapıyor. Zırhlı araç, obüs, küçük tank ve denizde korvet gibi silahları kendisi üretebilecek ve artan oranda ihraç edebilecek duruma geldi.

Hava kuvvetleri konusunda ise zayıf… Silahsız hava gözetleme araçları konusunda İsrail yapısı Heronları kullanıyor. Kendisi de üretim yapmaya çalıştı ama başarı sağlayamadı.

Türkiye, AKP yönetimi vasıtasıyla bir süreden beri ABD’den yeni modelleri Hellfire (Cehennem Ateşi) olarak bilinen füze taşıyabilen insansız gözetleme ve saldırı uçakları almak istiyor. ABD ise bunları satmıyor.

Bu uçakların PKK ile mücadelede Türkiye açısından büyük önemi bulunuyor.

Bu önemi anlatabilmek için Türk ordusunun zaten kullandığı Heron ile Hellfire arasındaki fark üzerinde durmak gerekir.

Kandil üzerinde Heronların sürekli dolaştığı ve fotoğraflama yaptıkları biliniyor. Diyelim ki, Heronlardan birisi PKK’nin önemli isimlerinden birisini kamera kaydına aldı ve otomatik olarak muhtemelen Ankara’da bulunan merkeze iletti. Orada görevli olan subay önemli ismi tanıdı ve hemen Diyarbakır’daki jet üssüne haber verdi. İki savaş uçağı havalandı. Diyarbakır’dan Kandil’e gidiş yaklaşık yarım saat sürüyor ve savaş uçağı verilen koordinata ulaştığında tanınan şahıs artık orada değildir.

Heron’un tanınmış kişiyi saptamasıyla savaş uçağının verilen koordinata ulaşması arasında bir saate kadar uzayabilen bir zaman aralığı vardır.

Hellfire’da ise, bu uçak füze taşıyabildiği için merkezdeki subay görüntüdeki kişiyi tanır tanımaz uçağa ateş emri verebilir ve ilgili koordinata hemen füze fırlatılır.

Aradaki büyük farkı görüyorsunuz.

ABD bu yöntemle Taliban’ın önder kadrosuna önemli kayıplar verdirdi.

Çin henüz insansız hava gözleme ve saldırı uçakları üretemiyor ama Türkiye’nin ABD’ye açık bir mesaj verdiği söylenebilir: sen vermezsen, ilerde başkalarından alabilirim.

Ek olarak, devlet ile PKK arasındaki ateşkes konusunda da bu uçakların Türkiye’ye verilip verilmemesinin etkili olduğu söylenebilir.

PKK ateşkese yanaşmasaydı, Türkiye bu uçakların kendisine verilmesi için önemli bir koza sahip olacaktı.

Heronlar gerillanın hareket kabiliyetini belirli oranda kısıtlıyor, ama Hellfire ciddi bir tehlikedir ve böyle olduğu da Afganistan’da yeterince görülmüştür. Savaşı kazanmak için yeterli olmayabilir ama önemli zayiat verdirir.

ABD ne isterse, Türkiye yapar (mı?)

Aradaki bağımlılık ilişkisi böyle değil…