Şuanda 29 konuk çevrimiçi
BugünBugün4598
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12322
Bu ayBu ay12322
ToplamToplam10480746
Biraz dersleri yazayım... PDF Yazdır e-Posta


Ne yani şimdi sen ciddi ciddi okuyor musun?

Bu soruyla karşılaşıyorum ve “evet, öyle” diyorum.

Benden geçti, gibisinden bir düşünce bende hiçbir zaman olmadı.

İçinde yaşadığım toplumda da böyle bir düşünce yok.

Düşünün ki, üniversitelerin “üçüncü yaş” adlı bir bölümü bile var.

Bu bölümde genellikle emekli olanlar ya da yaşı 60’ı geçmiş olanlar okuyorlar.

Dersler daha hafif, ne oranda sınav var, bilmiyorum ama düzenli olarak okuduklarını ve değişik bölümlerin bulunduğunu biliyorum.

Benimki farklı…

Liseyi bitirip gelmiş 20’li yaşlardaki gençler ne okuyorlarsa, ben de onu okuyorum.

Tek de değilim üstelik, fazla olmasa bile benim yaşlarımda öğrenciler de var.

Ders veren profesör ya da doçentlerin büyük bölümü benden genç…

Öğrenciler derseniz fizik bölümünde okuyan benim kızla aynı yaşta sayılırlar, 23.

Önemli değil, beni hiç rahatsız etmiyor.

Üniversitenin kış dönemi başlayalı henüz iki hafta oldu ve en aktif olduğum ders tarih…

Öteki iki derse yavaştan alışıyorum.

Tarihteki dersin konusu, 1968 Prag baharı…

Tarih benim yan bölümüm...

Herkes için zorunlu olan belirli bir konuda hazırlanıp konuşma konusunu bile aldım: Çekoslovakya’da reform hareketi ve Ota Şik’in ekonomik görüşleri.

Ota Şik, dönemin en önemli ekonomik düşünürüdür.

Doçent konuyu biraz sorayım tavrına girdi, ben de Macar Kornai’den başlayıp Demokratik Almanya’dan Fritz Behrens ile devam ettim, daha da ilerisine gidecektim ama anlatmadım. Adam baktı, konuyu ondan daha iyi biliyorum.

Konuyu anlatırken önce genel çerçeveyi çizmeniz gerekir: 1960’lı yıllarda reel sosyalizmde reform hareketi. Hangi akımlar vardı, kim ne diyordu ve neden sonuç alınamadı?

1989 Berlin Duvarı kitabında konuyu ayrıntılı olarak anlatmıştım. Daha sonra öğrendiklerim de oldu, bunlar kitapta eksiktir. Che Guevara’nın sosyalizmin ekonomik teorisiyle ilgili görüşlerini o zaman bilmiyordum. Bunları da Gerilla savaşı ve yeni insan başlıklı uzun yazıyı yazarken öğrenmek fırsatım oldu.

Derste zırt pırt bana sormasa daha iyi olacak gerçi, çünkü sürekli olarak dikkatle izlemek zorunda kalıyorsunuz.

“Sen 68’i yaşamış olmalısın. 68 denilince Avrupa’da özellikle hangi olay akla gelir?”

“Sorbonne’un işgali…”

“Bak biliyorsun işte…”

Adam solcu mu anlamadım ama sağcı olmadığı kesin…

İki felsefe dersi var ki birisi tam bir felaket: ontoloji.

Metafiziğe Giriş dersini de almıştım ama son anda değişti, bu dönem verilmiyor.

Ontoloji, var olanın envanteri demek…

Var olandan kastedilen sadece cisimler (dünyadaki ve genel olarak evrendeki) değil; düşünceler, duygular, hayaller… Bunlar da envantere dahil, çünkü evren sadece cisimlerden oluşmuyor…

Konu da bunların kataloglanması ya da birbirleriyle ilişki içinde sınıflandırılmaları…

Umarım ders ilerledikçe daha fazla anlayabileceğim…

Metafizik yerine aldığım ders üçüncü ders çok ilginç: Determinizm Mitosu…

Konu güncel…

İnsan beyni konusunda yapılan değişik araştırmaların ardından beynin bütün fonksiyonlarının gerçekte fiziksel ve kimyasal fonksiyonlar oldukları, bu fonksiyonlarla insanların şu veya bunu yapabildikleri ya da düşünebildikleri, dolayısıyla da insan iradesi ve özgürlüğünün aslında bir hayal olduğu, her şeyin fizik yasalarınca belirlendiği savunulur oldu.

Ders, bu görüşe cevap veren yaklaşık 500 sayfalık bir kitabın bölüm bölüm okunmasını kapsıyor. Kitabı yazan Falkenberg fizikte doktora düzeyinde eğitim yapmış bir felsefe profesörü… Zaten fizik bilmeden fizik teorileri üzerinde konuşmaya kalkmak ancak bizim gibi toplumlarda görülür. Başka yerde böyle bir şey yapmaya kalkanı ciddiye almazlar, olur biter.

Manevi olarak düşünülebilecek her şey madde ile bağlantılıdır. Maddeden bağımsız maneviyat yoktur.

Bunlar genel kabul gören düşünceler…

Herkes materyalist olmuş diyeceksiniz ama materyalizmin tanımı bile değişmiş.

Marx ya da Lenin zamanındaki materyalizmi herkes kabul ediyor, ama tanım değişmiş: materyalizm denilince, sadece madde vardır ve düşünceler, duygular vd. gibi manevi alem maddenin uzantısıdır, anlaşılıyor.

Uzantısıdır, demek, fizik yasalarına tabidir, demektir.

Bu konuda büyük tartışma var.

Beynin işlevleriyle ilgili olarak neden-sonuç ilişkisi vardır, ama bu ilişki fizikteki gibi değildir.

Fiziksel deney tekrarlanabilir, zihinsel için ise aynısı söylenemez, subjektiftir.

Neden-sonuç ilişkisi vardır ama fizikteki gibi değildir.

Her durumda beynin dışında düşünsel işlev söz konusu olamaz.

Yapılan çok sayıda deneyle bunun kanıtlanması da gerçekleşti:

Beynin bazı bölümleri tahrip olduğunda insan dikkatini belirli bir konuda yoğunlaştırmakta zorluk çekebiliyor. Beyindeki sıvıların bileşiminin değişmesi ya da aralarındaki dengenin bozulması şizofreninin önemli göstergelerinden bir tanesi vd. Ya da beyindeki fiziksel ve kimyasal değişimle düşünce etkinliği ve genel olarak ruhi dünya arasında doğrudan bağlantı bulunuyor.

Sadece bu bağlantıyı fizikteki gibi kuramıyorsunuz.

Güncel ve önemli bir konu…

Hala ninemin zamanındaki diyalektik materyalizmi öğreniyorsanız, geçin bunları diyeceğim…

Konu çok büyümüş ve bu büyüme de devam ediyor…

Neyse ben ders çalışayım!