Şuanda 57 konuk çevrimiçi
BugünBugün4623
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12347
Bu ayBu ay12347
ToplamToplam10480771
Karşıdakini öğrenmek... PDF Yazdır e-Posta


Eskiden beri bir şeye hayret ederdim: sosyalistler burjuvaziyi fena halde küçümserler. Düşünürler ki, onun asıl hüneri baskı uygulamak, faşizm ve bunun gibi konulardadır. Burjuvazinin de ciddi bir kültürel birikime sahip olduğunu, teorik yönden hiç de fena olmadığını akıllarına bile getirmezler.

Bu neden böyledir diye düşünürdüm. Rakibinizi küçük görürseniz hatta aşağılarsanız sürekli olarak darbe yemeniz ve üstelik yediğiniz darbelerin nedenlerini bile anlayamamanız normaldir.

Rakibini öğrenmemek, onun hakkında doğru dürüst bilgi edinmemek, onu aşağılamak konusunda yıllardan beri neredeyse yerleşmiş olan alışkanlığın nedeninin marksizm hakkındaki harcı alem kitaplardan kaynaklandığına karar verdim. Bu kitaplar kökenlerini marksizmden alıyorlar. Marksizm, tarihin yasalarını bulmuş bir teori olarak, kapitalizmin er geç yıkılacağını kesin olarak saptamış durumda… Bu kesinliğin de harcı alem teorilerle desteklenmesi o kadar zor değil…

Oysa ki, 19. yüzyıl boyunca süren ve 20. yüzyılın ilk yarısını da kapsayan büyük klasik sömürge imparatorlukları hakkında biraz düşünmek bile burjuvazinin büyük kültürel birikimi konusunda aydınlatıcı olabilir.

En büyük sömürge imparatorluğuna İngiltere sahipti, ardından Fransa geliyordu. İngiliz sömürgelerinin nüfusu İngiltere’nin nüfusunun en az birkaç yüz katıydı. Benzeri bir durum Fransa için de geçerliydi.

Böyle bir şey nasıl mümkün olabiliyordu?

Sömürgecilik önemli bir zor kullanmayı içerir ama kendinizden birkaç yüz kat fazla olanlara karşı zor kullanmanın da sınırları vardır. Tek çare, sömürge ülkedeki nüfusu bölmek ve bir bölümünü yanına çekmektir. İngiltere ve Fransa bütün sömürgelerinde bunu yaptılar.

Yerli nüfusu bölmek ve bir bölümünün işbirliği yapmasını sağlamak nasıl gerçekleşiyordu?

Sömürgeci bu amaçla kültürünü kullanıyordu. O üstün bir kültüre sahipti. Onunla bütünleşmek, uygarlığa açılmak demekti. Sömürgeci gerçekte uygarlık getirendi.

Komünist Manifesto’da, Marx’ın Hindistan ile ilgili saptamalarında sömürgeciliğin ilkel halkları uygarlığın içine çekmek misyonunun ifade edildiğini okuyabiliriz.

Engels daha da ileriye gidip, 1848’de Çartist Northern Star dergisine yazdığı “Cezayir’de ilerici Fransız emperyalizminin savunulması” başlıklı yazıda; sömürgeciliğin ağır baskı demek olduğunu ama bunun sömürge ülkenin eski geriliğine tercih edilmesi gerektiğini belirtir.

Marx-Engels zamanında burjuvaziye daha fazla değer verilirdi. Değer vermek yandaş olmak demek değildir, sahip olunan birikimi takdir etmektir.

20. yüzyılda ard arda gelen devrimler ve kapitalizmin gericileştiği saptaması sonucunda bu değer ortadan kayboldu, yerini gittikçe anlamsızlaşan bir küçümseme aldı.

Sosyalizmin çözülerek tarih sahnesinden çekilmesinin ardından gelişmiş kapitalist ülkeler solunda –aslında daha önce başlamış olan- bir tutum değişikliği gözlendi: sadece kendilerine benzeyenlerin ürettiklerini değil, burjuva kesiminde üretilenleri de dikkatle okuyup değerlendiriyorlar. Burjuvaziye karşılar, kapitalizme karşılar ama bu durum onların burjuvazinin gösterdiği performansı takdir etmelerini engellemiyor.

Doğrusunu yapıyorlar! Rakibini doğru dürüst öğrenmeden onunla baş edemezsin.

Bizde ise tersine bir durum var ya da eski alışkanlık halen sürüyor.

Türkiye sosyalistlerinin halkı tanımadıkları söylenir. Bunda önemli gerçek payı vardır. Aynı zamanda da normaldir. Burjuvaziyi ciddiye almayan, onun halkı nasıl etkileyebildiğini, nasıl yönlendirebildiğini de anlayamaz. Bu ülkede sosyalistlerin AKP’yi de anlayamamış olmaları normaldir. Sanıyorlar ki her şey emperyalizmin desteğiyle oluyor, bu kadar basit! Karşılarındakini biraz ciddiye alsalar, AKP’nin gelmiş geçmiş en usta burjuva partilerinden birisi olduğunu görebilecekler… Ama karşındakini öğrenmeye ihtiyaç duymak için önce onu ciddiye almayı öğrenmek gerekiyor.

Sosyalistlerin islamı ve onun etki gücünü anlamamaları da belirtilmelidir.

İslam ne ki zaten, idealizmin bir çeşidi ya da saçmalıktan ibaret…

Değerlendirme bu kadar basit olunca, “biz aslında çok haklıyız ama neden bir türlü kazanamıyoruz?” sorusunun sorulması abes oluyor.

Rakibini okuyacaksın, ondan öğreneceksin; politikada başka yol yoktur.

Bir örnek vereyim:

Gustav Hayek neo liberalizmin büyük bir teorisyenidir. Hayek’in hayran olduğu ve sürekli olarak yapıtlarına atıfta bulunduğu kişi kimdir dersiniz?

Antonio Gramsci. Hayek, toplumda kültürel hegemonyanın nasıl kurulabileceği konusunda Gramsci’yi örnek verir.

Adam sosyalist mi oldu, ne ilgisi var!

O karşısındakini ciddiye alıyor ve bazı yönlerden de takdir ediyor.

Sosyalistlerimizin kolayca anlayamayacağı bir davranış tarzı…

Gramsci kültürel hegemonyanın yöntemlerinden söz eder. Sağ bu yöntemleri alır ve kendi amaçları için kullanır. AKP’nin mahallelerde sosyalistlerin örgütlenme yöntemlerini kullanması gibi…

Diyalektik materyalizmi kullanmak gibi… Diyalektik materyalizmi faşistler de kullanabilir.

Hala diyalektik materyalizmden sosyalizme varılabileceğini düşünenler var ise, varsınlar düşünsünler demekten başka çare bulunmuyor.

Kötü durumdalar ve daha da kötüsü bunun farkında da değiller.

Filanca burjuva düşünürü “Marx haklıydı” demiş ve sosyalistler bununla övünecek kadar düşmüş durumdalar…

Söylenileni doğru da anlamıyorlar.

Karşıdaki kişi belirli bir konuda Marx’a hak veriyor, bizimkiler bunu sanki genel olarak hak veriyormuş gibi anlıyorlar.

Küreselleşmenin ilk düşünürü Marx’dır.

Marx, kapitalizm ve buhran konusundaki görüşünde haklıdır: “Buhransız kapitalizm olamaz.”

Başka konularda Marx’a hak veren mi var?

Yok, ama sosyalistler kendilerini kandırmayı seviyorlar: burjuvazi bile Marx’a hak veriyor!

Marx büyük bir sosyolog olarak kabul edilir.

Keza Marx’ın ekonomik öğretileri çığır açıcı bulunur.

Felsefi olarak ise Marx’a pek önem verilmez.

Çok sayıda kapitalist Marx’ın kapitalizm eleştirisini bilir, sosyalizm hakkındaki görüşlerini ise kabul etmez.

Burjuvazi marksizmi ya da genel olarak sosyalist düşünceyi kendisine sosyalist diyen çok kişiden daha iyi bilir.

Benzeri bir durum dinciler için de söylenebilir.

Sosyalistler ise sadece kendilerini okurlar, onu da ne kadar okurlarsa…

Karşındakini öğrenmiyorsan, sürekli çaresiz duruma düşmek kaçınılmazdır.