Şuanda 93 konuk çevrimiçi
BugünBugün4655
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12379
Bu ayBu ay12379
ToplamToplam10480803
Büyük Ortadoğu Projesi ne oldu? PDF Yazdır e-Posta


Ciddi bir konu ama yazıya bir fırka ile başlayayım:

Lazın birisinin mezar taşında şöyle yazıyormuş:

“Öleceğim dedim, inanmadiniz. Ne oldi!”

Büyük Ortadoğu Projesi (BOB) de buna benzer bir durumda…

Mısır’da Mursi iktidarının devrilmesinin ardından ABD ile İran arasında varılan anlaşma, bu projenin ölümü demektir.

Bakalım Ortadoğu bölgesinde olup biten her şeyi BOP’a bağlayanlar bunu nasıl değerlendirecekler?

Bir yolunu bulacaklarına hiç şüphe yok…

Beş yıl kadar önce İsrail Gazze’ye saldırdığında onunla savaşan Hamas’ı anti emperyalist örgüt ilan edenler, bu örgütle Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in kardeş örgüt olduklarını ancak bu örgüt merkezini Şam’dan Kahire’ye taşıyınca hatırladılar ve resmi belgelerinde şeriat isteyen bu örgütün anti emperyalistliğini de hemen unuttular.

Her analizin belirli bir ömrü vardır, ama bu kadar kısa vadeli analiz yapmak ya da beklenenin tersi sonuçların çıkması herhalde bize özgü olsa gerektir.

BOP aşağı BOP yukarı, her şey BOP ve derken BOP’un temel dayanakları ortadan kalkıveriyor…

BOP neydi?

Ortadoğu ülkelerinde ılımlı islamı yönetime getirmek ve bölgeyi dış pazara açmak için düşünülen emperyalist bir proje…

Böyle deniliyordu, ama bu tanımın kendisi sorunluydu.

BOP’un böyle bir amacı var idiyse, bu amaç, Arap ülkelerindeki yönetimlerin genelde emperyalizme karşı oldukları, ülkenin dış yatırımlara kapalı olduğu tespitine dayanır. Gerçekte ise böyle bir durum söz konusu değildi.

En önemli Arap ülkesi Mısır’da Hüsnü Mübarek rejimiyle ne ABD’nin ne de İsrail’in yıllardan beri sorunu yoktu. ABD hiçbir sorun yaşamadığı bir yönetimi neden değiştirmeye kalksın?

Tunus’ta büyük gösteriler sonucu devrilen rejimin Fransa ile ilişkileri oldukça gelişmişti.

Libya’da Kaddafi yönetimi Türkiye’ye verilen büyük inşaat projelerinin yanı sıra, İtalya ile de petrol anlaşmaları imzalamıştı.

Dört yıl kadar önce AKP ile Suriye hükümeti birlikte bakanlar kurulu toplantısı yapıyordu. Türkiye’nin Suriye’ye ihracatının yanı sıra bu ülke üzerinden Arap ülkelerine yaptığı ihracat yüksek rakamlara ulaşıyordu.

Bu ülkeler dış yatırımlara ve ticarete zaten açıktı ve gittikçe de daha fazla açılıyorlardı.

Emperyalizm böyle bir durumda Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmeye neden gerek görsün?

İki nedenle:

Birincisi: Arap ülkelerinde yüksek boyutta işsizlik, hayat pahalılığı ve yolsuzluklar nedeniyle rejimlere karşı önemli bir muhalefet birikimi vardı. Bu muhalefetin başını da Müslüman Kardeşler çekiyordu. Tunus’ta da, Mısır’da da, Suriye’de de ve diğer Arap ülkelerinde de durum böyleydi.

İkincisi: Suriye ve Libya gibi ülkelerdeki yönetimler emperyalist ülkelere doğrudan ya da dolaylı olarak yaklaşıyorlardı ama bu yönetimlere güvenilmezdi.

Bu sırada Arap ülkelerinde ard arda halk ayaklanmaları patladı.

Tunus, Mısır ve Suriye’de yıllardan beri biriken muhalefet patladı. Neredeyse tüm Arap ülkelerinde benzer bir durum vardı.

Arap devrimleri ya da Arap baharı olarak adlandırılan bu süreç başlamıştı.

Arap ülkelerinde gerçekleşen iktidar değişikliklerinin devrimle ilgisi yoktu.

Marksist-Leninistlerin Lenin’in devrim tanımını (Devrim, politik iktidarın sınıf yapısının değişmesidir – Nisan Tezleri) atlayarak Arap Baharı denilen süreci yaşayan ülkelerde devrim gerçekleştiğini sanmaları başlı başına garipti. Ama bu gariplik kısa sürdü ve yerini emperyalizmin bu iktidar değişikliklerini gerçekleştirdiği yönündeki müthiş saptama aldı!

Müthiş diyorum çünkü bu saptamanın gerçeklikle herhangi bir ilgisi bulunmuyordu.

Arap dünyasının en önemli ülkesi Mısır’ı ele alalım:

Hamas ile Müslüman Kardeşler’in (Ihvancılar da denilir) yakınlığı dikkate alınırsa, Hüsnü Mübarek yönetimi iktidardan uzaklaştırıldığında yerine kaçınılmaz olarak gelecek Ihvancılar’ın İsrail’in hiç de hoşuna gitmeyeceği herhalde açıktır.

Bu durumda ABD neden Mısır’da iktidar değişikliğine gitsin?

Bir teoriye inanıp hayatı da bu teoriye uydurmaya çalışanlar için böyle bir durum söz konusu olabilir ama ABD o kadar da akılsız değildir!

Mısır’da halk ayaklanması ABD tarafından yapılmadı, ABD’ye rağmen oldu.

Hayat pahalılığı, işsizlik ve büyük boyutlara ulaşmış olan yolsuzluk sonucu halk patladı ve Mübarek iktidarı devrildi.

ABD’nin yaptığı iktidara gelmesi kesin gözüken Müslüman Kardeşler ile iyi geçinmek, onları karşısına almamak oldu.

Ihvancılar iktidara geldiler, iktidarı yürütemedikleri belli olur olmaz da Mübarek’in devrilmesine katılmış kitlenin bir bölümünü karşılarına aldılar.

ABD’ye olan bağımlılığı Türk ordusundan da fazla olan Mısır ordusu da yönetime el koydu, Müslüman Kardeşler üyeleri tutuklanmaya başlandı ve daha sonra da bu örgüt yasaklandı.

Mısır’daki yeni yönetim ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri tarafından tanındı.

Şimdi soralım:

Hüsnü Mübarek yönetimini kim devirdi?

ABD mi diyorsunuz?

Mübarek yönetiminin yerini alan Müslüman Kardeşler yönetimini kim devirdi?

Mısır ordusu ve arkasında kimin olduğu da belli herhalde…

Size burada bir yanlışlık var gibi gelmiyor mu?

“Emperyalizm bu, ne yapacağı belli olmaz” diyorsanız, “Allah’ın işi belli olmaz” gibisinden bir saptama yapıyorsunuz demektir.

Ortadoğu’nun önemli ülkelerinden birisi Mısır’dır ve bu ülkede ılımlı İslam iktidarda değilse, dahası bunu savunan başlıca örgüt yasaklanıyorsa, “ABD Ortadoğu’da ılımlı islamı egemen kılmak istiyor” görüşünün de dayanağı kalmamış demektir.

Şu veya bu ülkede ılımlı İslam iktidarda olabilir, ama Mısır’da değilse, bu politik akımın Ortadoğu’da büyük oranda etkin olduğundan söz edilemez.

Ek olarak, ABD yönetimi öğrenebiliyor. Gelişmeler beklediği gibi olmazsa politika değiştiriyor.

Yıllardan beri Arap ülkelerindeki ılımlı islama yakınlık duyan ABD, bir süre sonra iki şeyi birbirine karıştırdığını gördü:

İlk olarak: Arap ülkelerindeki ılımlı İslam ile Türkiye’deki ılımlı İslam arasında fazla benzerlik yoktu. Arap ülkelerinde islamın toplumdaki etkisi Türkiye’ye göre daha fazlaydı. 11 yıllık AKP iktidarından sonra bile durum böyleydi.

Türkiye’de ılımlı islama destek olabilirsiniz ve buna rağmen şeriat isteyen islamcı güçlerle aranıza çizgi çekebilirsiniz. Ne ki, benzeri bir durumu Arap ülkelerinde yaşayamazsınız. Arap ülkelerinde şeriatçı İslam çığ gibi büyümeye başlar.

Müslüman Kardeşler iktidara geldikten kısa süre sonra yavaştan da olsa şeriat istediklerini gösterdiler. Şaşılacak bir durum yok çünkü kardeş örgütleri Hamas’ın Kuruluş Bildirgesi’nde de şeriat hedefi açık olarak yer alıyordu.

Benzeri bir durum Suriye’de yaşandı. Muhalefetin büyük bölümünü oluşturan Müslüman Kardeşler açığa çıkıp güçlenince, bu güçle şeriatçı İslam arasındaki çizgiler hızla silinmeye başladı. Mısır ve Suriye’de El Kaide benzeri örgütler hızla güç kazandılar.

ABD, bu nedenle, başlangıçta yakın ilişki içinde olduğu Suriye’deki muhalif güçlerin önemli bölümüyle ilişkisini gevşetti.

ABD, Arap ülkeleri deneyiminden şunu öğrendi:

Bu ülkelerdeki ılımlı İslam ile Türkiye’deki farklıdır. Arap ülkelerinde ılımlı islamı desteklemek, bir süre sonra El kaide’yi desteklemeye dönüşür.

Arap Baharı bitti.

Mısır’da Müslüman kardeşler yönetimi devrildi.

Suriye’de pat durumu ortaya çıktı ve Beşar Esad iktidarda kasa bile yönetebileceği ülke artık kalmadı. 120 bin ölü, çok sayıda yaralı, üç milyon kadar dış ülkelere göç ve iç göçler…

Üç yıldan beri büyük güçlerin temsilcileri aracılığıyla savaştıkları Suriye’de önümüzdeki ay gerçekleşecek Cenevre Konferansı’nda ateşkes konusunda anlaşmaya varılması bekleniyor.

Böyle bir anlaşma olsa bile Suriye’de savaş aralıklarla sürecektir.

Bu ülke bütünsel bir yapı olarak sadece haritada vardır; gerçekte ise Kürtler, Sünniler ve Nusayri’ler arasında üçe bölünmüş durumdadır.

Gerçekte Irak’ta da savaş bitmedi, sürüyor ama süren savaş hiçbir tarafın bitiremeyeceği düşük yoğunluklu bir savaştır.

Konu çok daha uzun olarak ele alınabilir ama iki önemli soruyu cevaplandırmaya çalışarak bitireyim:

Birincisi: ABD, Ortadoğu’da ne yapmak istiyor?

Olabildiğince sakinlik sağlamaya çalışıyor. Dünyanın merkezi Ortadoğu değil, Uzak Doğu… Orada ABD ile Rusya Federasyonu ve Çin arasında –Hindistan’ın da taraf olacağı- bir kapışma yaşanacak…

Bu kapışma Ortadoğu’daki gibi temsilciler aracılığıyla olmaz, büyük güçlerin doğrudan yer aldıkları bir kapışma olur. Açık askeri kapışma yaşanmaz ama açık olmayan her çeşit sürtüşme yaşanır.

Çin kara sularını genişletti ve Japonya’dan bunu tanımasını istedi.

ABD de savaş uçaklarını Çin’in genişletilmiş kara sularında gövde gösterisine gönderdi.

Askeri çatışma yok ama iki taraf da birbirinin ne demek istediğini anlıyor!

Ek olarak Kuzey Denizi’ndeki buzullardaki erime buradan deniz yolu açılmasını sağlayacak düzeye ulaşmış durumda… Hem büyük petrol kaynaklarının bulunduğu Kuzey Kutbu işletmeye açılabilecek ve hem de kuzeyden deniz yolu açıldığı için Süveyş Kanalı’nın önemi azalacak…

İkincisi, BOP bitti mi?

Bir projenin ilan edilmesiyle yapılması birbirinden farklıdır. Proje ilan edilir ve gerçekleştirilmeye çalışılırken başka gelişmeler olur. Bizde ise projeye hemen gerçekleşmiş gözüyle bakılıyor.

Benzeri bir durum 1990’lı yıllarda Brezinski’nin Orta Asya projesi için de söz konusu olmuştu. ABD, bu alanda, Türkiye vasıtasıyla egemenlik kurmaya çalıştı. Önemli petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olan bu bölgede ABD eski konumuna göre başarılı oldu. Afganistan işgali ve Gürcistan’daki ABD varlığı bunun ilk göstergeleridir ama bölgedeki egemenlik savaşını Rusya Federasyonu (RF) kazandı.

RF, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan ile ilişkilerini yeniden geliştirdi ve o kadar ki Türkiye’nin çok güvendiği Azerbaycan bile RF ile iyi geçinmek zorunda kaldı.

Şimdi bu bölge bu kez Uzak Doğu üzerinden yeniden gündeme gelecektir.

Son olarak ABD, BOP konusunda başarısız mı oldu, diye sorulabilir.

Burada sorunun doğru olmadığını belirtmek gerekir. Sorular “siyah mı beyaz mı” cevabına göre sorulmaz. Ne kazandı ne kaybetti, bunun açıklanması gerekir.

ABD kendisine hedef olarak aldığı amaçlara ulaşamadı, daha doğrusu gelişmelerin sandığı gibi olmadığını görünce amaçlarından vazgeçti. Emperyalizmle iyi geçinmeye hazır olan Müslüman Kardeşler konusu ya da yanlış bir belirlemeyle “ılımlı İslam” konusu Ortadoğu’da bitmiş durumdadır. Bu kesimin ABD’nin müttefiki olması gibi bir durum söz konusu değildir.

Yazıyı daha fazla uzatmamak için Türkiye’nin başarısız konumuna ve Rojava konusuna sadece kısaca değineceğim.

Türkiye, 1990 sonrasındaki bölgesel güç olmak girişiminin ilk evresini 2000’li yılların başına kadar yaşadı. Parti DYP, bölge Kafkasya ve Orta Asya, ideoloji Türkçülüktü.

Hedeflenen başarının oldukça uzağında kalındı ama yine de eskiden hiç bulunulmayan bir alanda az da olsa bir etkinlik sağlandı.

İkinci aşamada –ki 2000’li yılların başından günümüze kadar olan dönemi kapsar- parti AKP, bölge Ortadoğu, ideoloji islamın ılımlı yorumuydu. Bu dönemde Türkiye ilk dönemde gösterdiği kısıtlı başarıyı bile gösteremedi. Bölgedeki durumunu az bile olsa geliştiremedi, tersine geriledi.

Kürtlerin Ortadoğu’daki başarılarının büyük çatışmalarda aradan sıyrılmak temeline dayandığı söylenebilir.

Birinci ve İkinci Irak savaşları Güney Kürdistan’ın ortaya çıkmasına neden oldu. Merkezi Irak rejimi altında böyle bir gelişme mümkün değildi. Geçmişte denenmiş ve Enfal gibi büyük katliamla karşılaşılmıştı.

Güney Kürdistan iki Irak savaşının yan sonuçlarından birisidir denilebilir.

Karmakarışık bölgelerde bu tür sonuçları önceden hesaplamak zordur.

Irak’ta Saddam’ın devrilmesi, nüfusunun büyük bölümünün Şii olduğu bu ülkede İran etkisinin güçlenmesine yol açtı. Bu da ABD’nin istemediği bir gelişmedir ama Irak’a müdahalenin hesaplanamayan yan bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Esad rejiminin zayıflatılması konusunda Türkiye önemli çaba gösterdi. Merkezi rejimin zayıflamasının sonuçlarından bir tanesi Rojava’dır ve Türkiye’nin gerçekte hiç istemediği bir gelişmedir. Merkezi rejimin güçlü olduğu koşullarda böylesi bir gelişme mümkün değildi.

Ortadoğu gibi bir bölgede “yakın gelecekte ne olabilir?” gibi bir soruya cevap vermek kolay değildir. Unutmayalım ki, dünyanın en iyi dansözleri Ortadoğu’dan çıkar. Dost ve düşman sürekli değişir.

İçinde bulunulan aşamada RF ve Çin’in bu bölgede etkinliklerini hissettirmeleri sonucu Lübnan Hizbullah’ı ve Suriye yönetiminin devreden çıkarılmasıyla İran’ın bölgede yalnız bırakılması hedefinden şimdilik vazgeçilmiştir.

İsrail’in protestosuna rağmen durum böyledir.

O İsrail ki Azerbaycan ile ikili anlaşma yaparak bu ülkenin İran sınırı yakınında hava üssü bile kurmuştu.

Yunanistan ile anlaşma yaparak savaş uçaklarının Girit’e kadar olan hava sahasında gidiş-geliş eğitim yapmasını sağlamıştı. (İsrail-Girit arası, İsrail ile İran arasındaki mesafe kadardır.)

Çelişkiler bir dönem buzdolabına kalkacak gibi görünüyor.

Ne zamana kadar, belirlemek mümkün görünmüyor.