Şuanda 42 konuk çevrimiçi
BugünBugün4610
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12334
Bu ayBu ay12334
ToplamToplam10480758
2014 planları... PDF Yazdır e-Posta


2014 yılına girerken birkaç yıldan beri bildiğim ama yeniden her duyduğumda da fazlasıyla hoşuma giden bir konuda tamamlayıcı adım atmam gerekiyor: Türkiye Devriminin Acil Sorunları’nın (TDAS) kitap olarak yayınlanması…

Fazlasıyla hoşuma giden, 1974 yılında yazmaya başladığım ve 1975 yılı yaz aylarında tamamlanan ve zamanın koşulları uyarınca yasadışı bir broşür olarak basılıp yayınlanan TDAS’ın “o günden bu güne kalan en önemli yapıt” olarak değerlendirilmesi…

Teorik üretim konusunda garip bir soluz…

Her konuda yüzlerce sayfa yazılır ve bir süre sonra yazanları tarafından bile unutulup gider…

Üç Dünya Teorisi’ni hatırlarsınız…

Bizde bu konuda yazılanlar birkaç dolabı dolduracak kadar fazladır, ama şimdi kimse tarafından hatırlanmamaktadır.

Başka örnekler de verilebilir.

TDAS’ın yerinin farklı olması ister istemez insanın hoşuna gidiyor.

Bugün bile okunabilecek bir yapıt…

Solda en fazla tartışma yaratan broşürlerden bir tanesidir.

Broşürün son birkaç yıldır yeniden ilgi çektiğini bana gelen iletilerden de anlayabiliyordum.

Bu iletilerin bir bölümünü hayretle okuduğumu belirtmem gerekir.

Bazı arkadaşlar çağdaş emperyalizmin analizini yapmaya çalışıyorlar ve “4. bunalım döneminde yaşadığımızdan” söz ediyorlardı.

TDAS’ın alameti farikalarından bir tanesi, açık olarak 4 belirlemesini kullanmasa bile, 3. bunalım döneminin sona erdiğini ve yerini başka bir döneme bıraktığını belirtmesidir. (Aslında el yazısıyla yazımda gerekçelendirerek ve açıkça 4 demiştim ama İlker ve Necati’nin “bir de bununla uğraşmayalım” ısrarı üzerine çıkarmıştım. Nasılsa içerik olarak aynısı söyleniyordu ve buna itiraz yoktu.)

TDAS’ta bunalım dönemlerinin kriterleri ve bu temelde emperyalist bunalım dönemlerinin birbirinden nasıl ayrılabileceği anlatılır. İlk üç dönem bu kriterler temelinde belirtildikten sonra 4. dönemin özelliklerinden söz edilir.

Emperyalizmin içinde bulunduğumuz dönemine 4. dönem demek mümkün değildir. Şu nedenle ki, 1989-1991’de sosyalist blokun dağılması emperyalist sistemin genel işleyiş mekanizmasını büyük oranda etkilemiştir. Başka bir deyişle 4. dönem 1989-1991’de sona ermiştir.

Bunları TDAS’ın bu baskısına uzun bir önsöz yazılmasının gerekliliğini belirtmek için belirtiyorum.

Bazı kişiler halen Mahir Çayan’ın SSCB Bilimler Akademisi’nden alarak kullandığı emperyalizmin üçüncü bunalım döneminde duruyorlar. Konumuz bunlar değil. 40 yıl öncesindeki değişimleri bile anlamamış insana bugün bir şey anlatmak mümkün değildir, gerekli de değildir.

1975’de yayınlanan TDAS’ta güncel bir analiz yapılır ve üçüncü bunalım döneminin bitişi ve dördüncü bunalım döneminin başlangıcı olarak 1971 yılı verilir. Bu tarihin sembolik olduğu kolaylıkla anlaşılabilir ve zaman birkaç yıl ileriye de çekilebilir. Önemli olan, yeni dönemin özelliklerinin ne olduğudur ve bunlar belirtilmiştir.

Bu özellikler 1989-1991’de yeniden büyük bir değişime uğradı ve ardından da 20 yıl geçti. Bu dönemin analizini yapmam gerekiyor ve önsöz de bunu içerecektir.

Bildiğim bir konu ama yine de hazırlanmam gerekir ve bu nedenle de birkaç ay zaman alacaktır.

TDAS hangi koşullarda, neden ve nasıl yazıldı konusunu hemen anlatabilirim ama bu yeterli olmaz. TDAS’ın yazılmasının üzerinden 40 yıl geçti ve bu dönemde emperyalizmde ne gibi değişiklikler oldu. Çok büyük ve hatta ansiklopedik bir konu olduğunu biliyorum ama uzunca bir önsözde ana hatlarıyla açıklanması gerektiğini de biliyorum.

Geçtiğimiz yıllarda TDAS ile ilgili beni güldüren bazı olaylarla da karşılaştım.

Birisi, TDAS’ta olduğu gibi çağdaş bir emperyalizm analizi yapabilmek için ekonomi çalışacağını söylemişti!

Ona, “çağdaş emperyalizm analizini ne kadar yapabilirsin, bilemem, ama ekonomiye fazla önem verirsen yapamayacağını söyleyebilirim” demiştim.

Ekonomik verilerden politik sonuçlar çıkarmak, politik genellemeler yapmak, ekonomi eğitimiyle kazanılabilecek bir özellik değildir.

Emperyalizmin genel analizi ve bunalım dönemlerinin özelliklerinin ayrıştırılması için ekonomik veriler de gereklidir, ama bu verileri alt alta sıralayarak hiçbir yere varamazsınız.

Emperyalizmin bunalım dönemleri sadece ekonomik verilerle anlaşılamaz. Bunlar da gereklidir ama yeterli olmaktan çok uzaktır. Politik sonuçlar çıkarmayı ve bunları genellemeyi bilmeniz gerekir.

Buradan önümüzdeki yıl yayınlanacak broşürlere geçeyim:

Acil hareketinin iki temel yazısı daha vardır: Rus Devriminden Çıkan Dersler ile Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz.

İlki üzerinde bugüne kadar gereken önemde durulmadı diyebilirim. Bu broşür 1973 yılında yazıldı ve 1974 başlarında teksirle basılarak broşür olarak yayınlanmıştı.

İki nedenle önemlidir:

Birincisi: Üç yıl sonra Ekim devriminin 100. yılıdır ve bu devrimin değerlendirilmesinde iyi bir kaynaktır.

İkincisi: Bu broşürü yazmasaydım TDAS’ı yazabilmem mümkün olmazdı.

Bu broşüre de önsöz yazacağım ama kısa olacak…

Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz’i ise İlker 1975 sonunda tamamlamıştı. Yine dönemin koşullarına uygun olarak illegal olarak yayınlanması O’nun ölümünden sonra gerçekleşti ve adıyla yayınlandı.

Bu broşüre de kısa bir önsöz yazacağım.

İlker Akman, yeni kurulan Milliyetçi Cephe hükümetinde MHP’nin devrimcilere saldırmakta asıl güç olarak öne çıkışını bu broşürde –devrimci harekette ilk kez olarak- belirtir.

Bu kez bütün yazılar yazarlarının adıyla yayınlanacak… O zamanki mahzurlar (141-142. maddelerin varlığı) artık söz konusu değildir.

Tahmin edebileceğiniz gibi hayli sıkışmış durumdayım. Önceden de yazmıştım; üçüncü üniversite hayatımda ana bölüm felsefe yan bölüm tarihte bu yarı yılda üç ders birden aldım ve bunları vermem gerekiyor.

Tarihte 1968 Çekoslovakya ve Ota Şik (dönemin önemli sosyalist ekonomicilerindendir) konusunda eski bilgilerime yenileri eklendi. Önceden de bildiğim gibi (BKz. 1989 Berlin Duvarı kitabı) 1989’un gelişi 20 yıl önce belirtilmişti: böyle devam edersek çöküş kaçınılmazdır. Buna yeni bilgiler eklendi. Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nden Fritz Behrens ile Ota Şik’in yakınlıklarını da bu vesileyle öğrenmiş oldum.

Teorik felsefe bölümünden Determinizm Mitosu dersi ise bambaşka bir alana açılmak için yararlı oldu. Beyin araştırmalarını felsefi açıdan konu alan bu ders, sadece beyin araştırmasının değil fiziğin de açıklamakta yetersiz kaldığı olguları incelemesi açısından önemli…

Fizikteki büyük yetersizliği eskiden de biliyordum (birleşik alan teorisinin bir türlü kurulamaması ya da büyük cisimleri inceleyen görelilik kuramı ile atom altı dünyasının parçacık fiziğinin birleştirilememesi) konusu… Beyin araştırmalarında benzeri bir durumdan daha da ilerisi bulunuyor. Aslında sorun, beyin araştırmasının doğa biliminin sınırlarını aşmasıdır. Beyin araştırmalarının bir amacı hastalıklarla ilgili ise (ki bu konuda büyük ilerleme var), başka bir amacı da insan bilincinin fiziksel ve kimyasal temellerini bulmaktır. İnsan bilincinin beyindeki nöronların hareketiyle ilişkisi nedir? Bu nöronlar hem kaslara elektrik akımı iletiyorlar ve hem de bazı kimyasal reaksiyonlarla ilişkili durumdalar. Mesela insanın belirli bir kararı almasıyla beyindeki bu fiziksel ve kimyasal aktivitenin nasıl bir ilişkisi bulunuyor? Bu konuda yapılmış hayli ilginç deneyler var ve bazı sonuçlar da elde edilmiş, ama buradan genel bir insan bilinci teorisine ulaşabilmek mümkün görünmüyor.

Çok ilgimi çeken deney, bilinçaltının bazı insan davranışlarını nasıl belirlediğinin deneysel olarak ortaya çıkarılmasıydı. Bir konuda aniden tepki gösteriyorsunuz ve beyin ne yapıldığının bir ile üç saniye sonra farkına varıyor. Önce yapıyorsunuz, daha sonra ne yaptığınızın bilincine ulaşıyorsunuz.

Bu durumu açığa çıkaran ve bilinçsiz hareketle beynin bunu algılaması arasındaki o kısa zamanı ölçebilen Libet deneyi müthiş bir şey…

Bunun için insan kafatası biraz delinerek beyindeki elektrik akımını ölçebilen bir elektrot yerleştiriliyor…

Deneyle uğraşan bilim insanlarından bir tanesi kendi kafatasının delinerek elektrot yerleştirilmesini bile istiyor.

Bu durum aklıma Pasteur’ü getirdi. Kuduz aşısını bulan Pasteur, kuduzun sindirim yoluyla bulaşamayacağını, doğrudan kana karışmanın gerekli olduğu görüşündeydi. Bu görüşünü ispatlamak için kuduzdan ölmüş bir hayvanın etinden yer, bir şey olmaz. Ardından kuduz bir köpeğin salyasından içer, mide asidi öldürücü olduğu için yine bir şey olmaz.

Bir zamanlar bilim insanları böyleydi işte!

1970’li yıllarda bile böyle insanlar varmış demek ki…

Üçüncü ders, felsefe tarihiyle ilgili Ontoloji başka adıyla varlıkbilim. Amacı her şeyin sınıflandırılması… Her şey denilince gerçekten her şey anlayın… Sadece fiziksel dünya değil, düşünce ve duygu dünyası da buna dahil…

Sınıflandırma konusu değişik özellikler arasındaki ilişkiyi de size veriyor ve bu konuda değişik teoriler var. Aristoteles’ten başlayarak tartışılması bitmemiş bir konu… Ontoloji’nin temel kitaplarından bir tanesi de Aristoteles’in ilgili kitabı… Tabii değişik yönlerden aşılmış ama ortaya attığı sorular ve aşılmış da olsa çözüm yolları tartışmaya ve yeni çözüm yollarına halen kaynaklık yapıyor.

Bir insanın 2500 yıl boyunca insanlığın düşünce dünyasında önemli yer tutması müthiş bir şey…

Bu arada belirtmek gerek: bizde sol Aristo’yu küçümser… Nedeni de, Felsefeye Başlangıç İlkeleri adlı aşırı basitleştirilmiş bir anlatıma sahip olan kitaptır.

“İnsanlar ancak yaşamak için temel ihtiyaçları karşılandığında bilimle uğraşabilirler.”

Bu görüşün Marx-Engels’e ait olduğunu sanıyordum ama yanlış biliyormuşum. Görüş Aristoteles’e ait…

Burada kastedilen bilim, herhangi bir pratik ihtiyaca cevap vermek amacıyla yapılmayan bilimsel çalışmadır…

2500 yıl önce uygulamalı bilimle üretildiği sırada hangi uygulamada kullanılacağı belli olmayan bilim arasındaki farkı görebilmek muhteşem bir performanstır.

Ontoloji konusunda daha fazla çalışmam gerekiyor…

2014 yılı iki önemli yıldönümünü içeriyor: Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının 100. yılı ve Berlin Duvarı’nın yıkılışının 25. yılı…

Fırsat bulabilsem de DAC’deki ırkçılığı yazabilsem diyorum ama bilemiyorum.

Temel bilgim var… Anti faşist mücadelenin önemli bir kültürel yönünün olması ve tekelci burjuvazinin iktidardan uzaklaştırılması ve üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin kaldırılmasıyla bitmemesi… Faşizmin önemli bir kültürel yanı vardır ve bu yönle hesaplaşma sadece nedenler ortadan kaldırılarak olmaz.

Üstyapıların da kendi tarihi vardır (Althouser)… Kültür sadece üst yapı değildir ve dahası değişik toplumsal sistemlerde de eskinin önemli özelliklerini sürdürerek devam eder.

DAC faşizmle kültürel hesaplaşmayı hayli eksik bıraktığı için (tekelci burjuvazinin iktidardan uzaklaştırılması yeter anlayışı) bu ülkede yasak bile olsa her zaman ırkçılık olmuş ve 1989’dan sonra da bu bölgede Naziler verimli bir zemin bulmuşlardır.

Büyük bir konu, yapabilir miyim, bakalım artık…