Şuanda 345 konuk çevrimiçi
BugünBugün5769
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13493
Bu ayBu ay13493
ToplamToplam10481917
Şimdi iki ay var... PDF Yazdır e-Posta


Üniversite yarı yıl tatiline girdi ve bu tatil iki ay sürüyor. Bu tatil sonuna kadar da iki tane ev ödevi hazırlamam gerekiyor. Ev ödevi (Hausarbeit) deyip geçmeyin, epeyce zor bir iş… Belirli kuralları var ve üstüne üstelik mutlaka konuyla ilgili kendi fikrinizi de belirtmeniz gerekiyor. Eskiden beri buna alışığım ama çok kişiye son derece garip geliyor. Öğrendiğini sistem dahilinde yaz gitsin, sen ne düşünüyorsun, da ne oluyormuş yani!

Bugün üzerimden yük kalktı diyebilirim. Determinizm Mitosu dersinin hocasına gittim. Biraz konuştuk ve bana ev ödevi için soru verdi. Soruyu da benimle konuşmasından hareketle belirledi.

Önceki bir yazıda Libet deneyinden söz etmiştim. İnsanda alınan bir kararın bilince çıkmadan önce beyinde oluşması konusu… Beyin karar veriyor ya da karar alınıyor ama bunun bilincine yarım saniye kadar sonra varılıyor. Buradan hareketle insanın kendi iradesiyle mi karar verdiği yoksa gerçekte verilmiş olan karara uymaktan başka bir şey yapmadığı mı tartışılıyor.

Birkaç soru verdi ve bir tanesi ilginç…

Brigitte Falkenburg’un aynı konuyla ilgili olarak yazdığı yaklaşık 400 sayfalık kitabı derste okuduk. Kadın Dortmund’dan kalkıp son derse geldi ve soruları da cevaplandırdı. Kitabında Libet deneyi üzerinde de ayrıntılı olarak duruyor ve deneyden çıkarılan sonuçları gerekçelendirerek abartılı buluyor.

Soru şu: Falkenburg’un Libet deneyini yorumlaması hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce yorumu yeterli midir?

Yorumu hiç de yeterli değil ve bu yetersizlik üzerine yine bu kadar kalınlıktaki başka bir kitapta durulmuş. Kitap felsefeciler, fizikçiler ve nörologlardan alınan yazılardan oluşmuş. Bu kitabı okumamı önerdi ama zaten çoğunu okumuştum. Adı, Beyin Araştırmaları ve Özgür İstek”. Adı zaten beni oku diye çağırıyor ve iyi bir kitap…

Libet deneyi kısaca şöyle: Bir kişinin kafasına beynin içindeki akımı ölçebilecek küçük bir elektrot yerleştiriliyor. Önünde iki düğme var ve bunlardan birisine basmaya karar verdiğinde deneyi yapan nörologa hemen haber veriyor. O karar vermeden yarım saniye önce beyinde elektrik yoğunluğu artıyor ya da beyindeki nöronlarla karar verilmiş oluyor.

Libet buradan fiziki kararın kişinin serbest kararından önce verildiği sonucunu çıkarıyor. Yukarıda adı geçen kitaptaki bir felsefeci ise bu sonucun çıkarılamayacağını söylüyor: Kişi deneyde ne yapacağını önceden biliyor ve hatta aksaklık olmasın diye önceden de tecrübe yapılıyor. Düğmelerden birisine basılacağı kararı önce verilmiştir sadece zamanı belli değildir.

Ek olarak, bu deneyin ancak karar ile uygulama arasında kısa zaman söz konusu olduğunda dikkate alınabileceğini, uzun vadeli planlarda dikkate alınamayacağını belirtiyor. Mesela sabah günle ilgili plan yapıyorsunuz ya da gelecek yıl ile ilgili plan yapıyorsunuz. Planlama ile uygulama arasındaki zaman uzundur ve bu konuda ölçüm yapabilecek herhangi bir deney de bulunmuyor.

Bir deneyi ya da olayı ondan sonuç çıkarırken ayrıntılı değerlendirmek gerekiyor.

Evet, beyin araştırmalarının açığa çıkardığı önemli faktörler var. Mesela beynin hangi bölgesi hangi oranda zarar görürse, insanda neler eksiliyor konusu… Bunu yerine getirmek için beyni tamir etmeden (beyin ameliyatı çok hassas olduğu için her bölgede yapılamıyor) hangi terapi yöntemiyle durum düzeltilebilir? Beyin araştırmaları bu konuda büyük gelişme sağlamış. Ne ki, insan nasıl karar verir veya öğrenir veya hatırlar; bunlar çözülememiş durumda…

Gerçi anadilin nasıl öğrenildiği ve bunun beyinde nasıl bir değişime yol açtığı ortaya çıkarıldı. Hangisi ana diliniz ise bu dilin öğrenilmesi sırasında (bilinçsiz öğreniliyor) beyinde nöronların belirli bir sıralaması oluşuyor ve sonraki dil öğrenimlerinde bu sıra bozulmadığı için öğrenmekte zorlanıyorsunuz. Bilinçsiz öğrenme bilinçli öğrenmeden daha etkili olduğu için insanın küçük yaşlarda ana diliyle birlikte başka bir dil de öğrenmesi kolayca mümkün olabiliyor. Yaş biraz ilerleyince zorlaşıyor. Bilinçli dil öğrenmek daha zor…

Şu sorulabilir: Eğer şu veya bu şekilde bilincinde olmadan karar alıyorsanız ve bu daha sonra bilincinize yansıyorsa, kim karar alıyor? Beyin kendi kendine mi karar alıyor?

Hayır, bilinçaltı alıyor. Bir şeyi istiyorsunuz ama neden istediğinizi bilmiyorsunuz. Bir şey yapıyorsunuz, ama neden yaptığınızı o an bilmiyorsunuz. Daha sonra kendinize göre bir açıklama buluyorsunuz. Burada yapılan karar alıp yapmak değil, kararı yapılana uydurmaktır.

Bu durumun varlığı çok sayıda örnekten biliniyor ve acaba bu kadar araştırma bilinçaltının nasıl çalıştığı konusunda, bu hiç bilinmeyen konuda biraz olsun aydınlatıcı olur mu, bilinmez.

Önümüzdeki hafta sonu yapılacak felsefeciler, nörologlar ve psikologlar arasındaki toplantının başlığının Bilinçaltı olması boşuna değil…

Psikanalizin üç kurucusu vardır: Freud, Jung ve Adler. Freud’u iyi bildiğimi söyleyebilirim. Jung’daki kolektif bilinçaltı konusunu duymuştum ama bu konuda okumak fırsatım olmamıştı. Geçenlerde Jung’un Freud ile arasındaki temel görüş ayrılığı konusundaki görüşünü okudum: Bence, diyor, bilinçaltı sabit değildir ve bilinçle sürekli ilişki içinde olarak değişir.

Jung’un aynı zamanda kolektif bilinçaltı konusunda görüşleri de var.

Bu kadar önemli bir politik konuda bugüne kadar neden yeterince okumadım, ben de bilmiyorum.

Türkiye 68’inde bilinçaltı diye doktora çalışması için uzun bir özet hazırlamıştım ve kabul de edilmişti ama Türkçe de bilen konuyla ilgili kimseyi bulamadığım için öyle kalmıştı. Bilinçaltına girmenin Tiefenhermeneutik adlı ilginç bir yöntemi var. Kaynak Adorno’dan geliyor. Adorno’ya göre mantıklı bir süreçteki mantıksız şeyler bilinçaltına giriş yerini gösterir. Bunu konuşmadan veya daha önemlisi yazılardan çıkarıyorsunuz ve bu nedenle de konuyu inceleyecek öğrencinin ve hocanın o dili iyi bilmesi gerekiyor. Buradaki kolektif bilinçaltıdır, başka bir şey değil…

Bazı Alman sosyal psikologlarının Hitler dönemindeki propaganda filmlerinin analizini yaparak Alman halkının bilinçaltına nasıl seslenildiğini anlatan incelemelerini büyük bir hayretle okumuştum.

1969 yılında Ankara’da Sinematek açılmıştı ve her filme giderdim. Orada günlerce etkisinden kurtulamadığım Sıradan Faşizm adlı büyük oranda dökümanter bir film izlemiştim. Nazilerin mitingleri, kitap yakma törenleri, Hitler’in konuşmalarıyla doluydu film ve okuduğum bir inceleme de bu film üzerineydi. Okuyunca filmin neden bu kadar etkileyici olduğunu da anlamıştım.

Bunlara bakınca bizdeki faşist hareketin ne kadar gariban olduğunu yeniden anlıyorsunuz.

Önümüzdeki iki ayda ev ödevlerini hazırlamanın yanı sıra umarım Carl Gustav Jung’un yaklaşık 500 sayfalık bilinçaltı adlı kitabını da okurum, en azından bir bölümünü okurum.