Şuanda 228 konuk çevrimiçi
BugünBugün5624
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13348
Bu ayBu ay13348
ToplamToplam10481772
21 Nisan Pazartesi PDF Yazdır e-Posta


Bu yıl 21 Nisan Pazartesiye rastladı. Tarihi her yıl kayan Paskalya’nın da son günü… Benim de 34 yıl önce Sağmalcılar hapishanesinden kaçtığım gün… O gün de Pazartesi idi…

Bu firarı yeterince anlattım, tekrar anlatmayacağım ve sadece değişik yönleri üzerinde durmakla yetineceğim.

Bildiğim kadarıyla siyasilerin o güne kadar gerçekleştirmiş olduğu en büyük toplu firardı. Toplam 23 kişiydik, üç adli sanığı çıkar, kaldı 20 kişi…

1972’de Mahirlerin Kartal-Maltepe Askeri Cezaevi’nden firarı vardı (5 kişi), 1970’li yıllarda MLSPB’lilerin Toptaşı Cezaevi’nden  firarı vardı. Bunlar da toplu firarlardı ama bu kadar fazla siyasinin tek seferde kaçması ilk kez oluyordu. Belki de yanılıyorum çünkü yazarken aklıma Van cezaevinden tünel kazarak firar geldi. Onlar kaç kişiydiler, hatırlamıyorum ama tünel olduğuna göre sayı mutlaka fazlaydı.

Neyse, en azından büyük toplu firarlardan birisidir diyelim.

İlk ve son kez hayata geçen bir firar tekniğiyle kaçılmıştı. Cezaevi arabasından kaçış… Adli tutukluların yerine geçiyorsunuz ve yolda jandarmaları rehin alıp kaçıyorsunuz.

Böyle bir firar küçük bir cezaevinde olamazdı. Kapıaltındaki gardiyan devrimci sempatizanı birisiydi ve bizi tanımamazlıktan gelmişti. Jandarmalar deseniz hiç birimizi tanımıyordu, ki küçük yerlerde böyle bir şey mümkün değildir.

Ek olarak, sorun kaçmakla bitmiyor, nereye gideceksiniz?

İstanbul’da böyle bir sorun yoktu ama küçük yerlerde vardı.

Firarın birinci kilit aşaması kapıaltındaki gardiyanın bizi tanımamasıydı.

İçeriye zaten silah sokulmuştu ve adlilerin revire kapatılması sorun olmadı.

İkinci kilit aşama ise olayın cezaevi içinde duyulmasıyla birlikte ağır ceza alacakları belli olan siyasilerin buraya gelmeye başlamasıydı. Hızlı hareket etmek zorundaydık çünkü biraz daha gecikirsek her şey ortaya çıkacaktı. Cezaevinde hızla yayılan haberin fazla sürmeden başgardiyana ve oradan da jandarmaya ulaşmaması mümkün değildi. Kapıaltının kapısını kapattık. Sayımız zaten fazlaydı ve arabaya tıkış tıkış binebiliyorduk. Üç tane TİKKO’lunun bu sırada gelip arabaya biniş sırasına girdiğini hatırlıyorum. Öyle bir ortam ki, kimseye söz anlatmak mümkün değildi ve biraz daha insan gelirse hiç kimse gidemeyecekti. Bir ara hiç birimiz gidemeyeceğiz diye sıradan çıktım, sonra yeniden girdim.

Burada siyasi tutuklular arasındaki ilişkiye değinmek gerekir.

Sağmalcılar’da firar için uğraşan birkaç grup vardı. Büyük firarla uğraşan ise üç grup vardı denilebilir. Diğerleri tek tek fırsatını bulunca kaçıyorlardı. Bunun da yolu genellikle sahte tahliyeydi. Tahliyesi gelen adli bir mahkum ile konuşulup anlaşılıyor ve onun yerine kaçması gereken kişi tahliye oluyordu. Sağmalcılar küçük kasaba gibi bir yerdi ve belirli siyasiler dışında kimsenin tanınması mümkün değildi.

Büyük firarla uğraşan ise üç grup vardı: Eylem Birliği-THKP-C Savaşçıları grubu, İGD’liler ve bizim koğuş (Acilciler, Sanayi Dev Genç olarak bilinen grup, Türkiye Devriminin Yolu, Devrimci Savaş. Firar sırasında koğuştan ağır ceza alacak olan Macit isimli Kurtuluş’tan bir arkadaş da bizimle geldi, ne ki kısa süre sonra yakalanacaktı.)

İGD’liler tünel işiyle uğraştıkları için ve koğuş olarak da cezaevinin öteki ucunda bulunduklarından herkesten ayrıydılar. Selimiye Askeri Cezaevi’nde aynı koğuşta kalmıştık ve aramız gayet iyiydi, bu nedenle de yaptıklarından haberimiz vardı.)

İmkan olsaydı eğer, diğer grupla birlikte iş yapardık ama kendileriyle konuşmak mümkün değildi. Üst koridorda gardiyanları rehin alıp başarısız bir firar denemesi yaptılar. Arkasından bu gruptan kişiler ellerinde demir testereleriyle dolaşıp kesilecek uygun demir aramaya başladılar. Bu iş bu şekilde olmazdı ve yakında hepimiz için sürgün yolu görünüyordu.

Dikkatli davranmalarını ilettik ama dinleyen kim? İyi hazırlanmadan denedikleri yollar sadece onlar için değil herkes için kapanıyordu ama bu durum umurlarında değildi.

İnsan sadece kendi çıkarını düşünse bile uyarıları dikkate alır. Sonuçta biz daha çok cezaevi gezmişiz, Aydın’da toplu firara teşebbüs etmişiz ama olmamış, kısacası tecrübemiz daha fazla… Sadece çıkarını düşünen bir insan bile bu durumu dikkate alır ama ne yapalım; liderlik tutkusu öyle bir şey ki, insanın gözünü kör edebiliyor…

İnsan basit olarak şöyle düşünebilirdi: hapishaneden nasıl kaçtığın önemli değil, marifetin varsa dışarıda gösterirsin ya da kaç da nasıl kaçarsan kaç…

İdarenin gözü doğal olarak onların üzerindeydi, biz ise sakin şekilde günlük yaşantımızı sürdürüyorduk. Aramızda işbölümü de vardı. Ben koğuş sorumlusuydum ve diğer koğuş sorumlularıyla birlikte toplantılara gidiyordum. Firar konusuyla ilgilenen arkadaşlar ayrıydı. Firarın hazırlanmasında iki örgütün önemli rolü oldu: Acilciler ve Sanayi Dev Genç… Cuma günü ziyarette silah içeriye sokuldu, Pazartesi firar gerçekleşti.

Firar sırasında jandarmaların kısa sürede enterne edilmesi önemliydi. Çemberlitaş’tayız, cezaevi arabası sıkışık trafik nedeniyle sık sık duruyordu. Kelepçeleri zaten açmıştık ve ön grubun hemen arkasında olduğum için Acilciler’den İbrahim Büyüker, Devrimci Savaş’tan H. Şükrü Dal, THKO’dan Veli’nin büyük bir hızla jandarmaların silahlarını almalarını gördüm. Araba durunca kapıyı açıp ilk onlar atladı, ardından sıra nedeniyle itiştiğim adli bir tutuklu ve sonra da ben, sonra da diğerleri atlamış olmalılar…

Adli tutuklunun tipini hatırlamıyorum, gençten bir kişiydi ve eğer yanılmıyorsam kaçıştan kısa süre sonra yakalandı. Kapalıçarşı’ya girmiş, içerisi kalabalık olduğu için birkaç saat burada kalabileceğini düşünmüş. Tecrübesiz birisi olmalı çünkü bu işlerde biraz deneyi olan kapalı yere girilmeyeceğini bilir. Polisin yaptığı ilk işlerden bir tanesi Kapalı Çarşı’nın kapılarını kapatıp kimlik kontrolü yapmak olmuş ve tutukluların da kimliği cezaevi yönetiminde olduğu için kimliği olmayanı yakalamış.

Önceden sözünü ettiğim Macit ile birlikte olaydan kısa süre sonra yakalanan başka kişi olmadı.

Kaçanlardan kaç tanesi hayattadır bilmiyorum.

İbrahim Büyüker geçen yıl hayatını kaybetti.

Birlikte kaçtığımız Sanayi Dev Genç’ten Ramazan Yukarıgöz, 12 Eylül darbesinden sonra Akyazı’da yapılan bir kuyumcu soygunundan sonra üç arkadaşıyla birlikte yakalandı. Çıkan çatışmada hatırladığım kadarıyla üç polis ve bekçi ölmüştü.

Tahmin edilebileceği gibi kısa sürede idam edildiler.

H. şükrü Dal’ı geçen yıl bir toplantıda yıllar sonra gördüm.

Veli ile 1980’li yıllarda Suriye’de görüştük gibi hatırlıyorum ama yanılıyor da olabilirim.

TİKKO’dan bizimle kaçan bir arkadaşın bir orta Anadolu kentinde silahlı çatışma sonrası yakalandığını hatırlıyorum. İsmini hatırlamıyorum.

22 Nisan tarihli Hürriyet gazetesinde Büyük Firar manşetinin hemen altında benim fotoğrafım yer alıyor ve firarın asıl organizatörü olarak gösteriliyordum. Diğer gazetelerde de benzeri bir durum vardı. Bu nedenle iki ay bir odada kapalı kalmak zorunda kaldım, hemen hiç dışarı çıkmadım.

Son olarak eklenmese olmaz: firarın ilginç yönlerinden bir tanesi de kaçtığımız sırada zamanın Adalet Bakanı’nın kaçtığımız yerin birkaç yüz metre ötesindeki İstanbul Valiliği’nde basın toplantısı yapıyor ve “gerekli önlemler alınmıştır, artık kimse kaçamayacaktır” diyor olmasıydı.

Rastlantı işte…

Tıpkı Çemberlitaş’ta kalabalığın gözü önünde gerçekleşen firara kimsenin müdahale etmemiş olması gibi…