Şuanda 352 konuk çevrimiçi
BugünBugün5776
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13500
Bu ayBu ay13500
ToplamToplam10481924
1914 ve marksizmin ilk büyük buhranı PDF Yazdır e-Posta


Önceki yazılarda sözünü etmiştim: Marksizm kendi saptamaları ve özellikle de işçi sınıfıyla ilgili ilk büyük sorununu 1989’da değil 1914’te yaşadı. O yıllarda marksist sosyalist partiler sosyal demokrat adını taşırdı. Rusya’daki partinin adı da RSDİP (Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi) idi. Bu konuda dünyada en büyük parti Almanya’da idi. Büyük bir taraftar kitlesi vardı ve parti işçilere ve sendikalara dayanan bir parti idi.

Birinci Dünya Savaşı başlangıcında Almanya’daki bu partinin Meclis’te bulunan 110 milletvekilinden 108 tanesi savaş kredilerine oy verdi ya da savaşta kendi burjuvazisini desteklemeye karar verdi. Sadece iki kişi, Luxemburg ve Liebknecht karşı oy kullandılar.

Son seçimde 110 milletvekiliyle en büyük parti olan, 720 bin üyesi bulunan bu partide ne olmuştu?

Bunu öğrenmenin iyi yollarından bir tanesi Rosa Luxemburg’un hayatının incelenmesidir.

Bu konuda 15 yıl önce Yazın Dergisi’nde çıkan bir yazımı yayınlamıştım. Aşağıda aynı konudaki ikinci yazıyı yayınlıyorum. Alman sosyal demokrasisi hakkında önemli bilgiler veriyor ve bu bilgiler Lenin’in bu partinin oportünizme daha doğrusu sosyal şovenizme kaymasıyla ilgili olarak yaptığı açıklamanın da çok yetersiz olduğunu gösteriyor.

Bu yazıyı da okuyun, ardından konuyla ilgili değerlendirme yapan ayrı bir yazı yazacağım. Daha sonra Marksizm ve Kaybolan Gelecek yazısının beşinci bölümüyle işçi sınıfı konusu bitmiş olacak.

 

 

 

 

Rosa Luxemburg - Biyografi, Annelise Laschitza,

Aufbau Verlag, Berlin, 1996, 687 s.-2. baskı

 

                                                                                                         

 

   1997 yılının bahar aylarında bir hafta sonu Hannover’deyiz. “21. Yüzyıl Başında Marksizm“ adlı büyük bir konferans var. Ülkenin doğusundan ve batısından tanınmış bütün marksistler katılıyor ve çesitli konularda konferans veriyorlar. Konferans konularından birisi de Rosa Kuxemburg’la ilgili. Konuşmacı Annelies Laschitza, Doğu Almanya’daki bir üniversitede öğretim üyesi. Hayatı boyunca aynı konu üzerinde çalışmış bir “Rosa“ uzmanı“. Rosa hakkında düşünülebilecek herşeyi araştırmış, bazı belgeleri kendisi bulmuş. Demokratik Almanya döneminde de sık sık çeşitli konferanslar için Bazı Almanya’ya ya da öteki Avrupa ülkelerine çağrılırmış. 60 yaşlarında, ortadan biraz uzun boylu, iri görünüşlü bir kadın. Hiç de yaşlılığın başlarındaki bir kadın gibi giyinmemiş. Net ve gür sayılabilecek bir sesi var. Konuşurken çok rahat. Bu rahatlık sadece konuya hakimiyetinden gelmiyor, genel olarak kendine güvenen bir insan. Bir saat içinde Rosa’nın yaşamını anlatıyor, son yarım saat sorulara ayrılmış. İki vurgusu özellikle aklımda:

   Birincisi; Rosa’nın uzun yıllar hayat arkadaşı olan Leo Jogiches’le ilgili. “O, büyük bir adamdı, çünkü kendinden üstün bir kadınla yaşamasını bildi.“ Bu sadece teorik bir tespit değil. Laschitza belki kendi yaşamından belki de gördüklerinden, erkeklerin kendilerinden üstün bir kadınla yaşamaya genellikle dayanamadıklarını iyi biliyor. (Bunun tersi de doğrudur: Birçok kadın kendisinden geride bir erkekle yaşayamaz.) Leo’nun da oldukça gelişmiş yanları var, ama Rosa entellektüel yönden daha ileride. Ardından Leo’nun yaşamının pek az araştırılmış olduğunu ve bu konuya eğilinmesi gerektiğini belirtiyor.

   İkincisi; Rosa Luxemburg’un yakın zamana kadar hep Lenin’le olan çatışmasına göre değerlendirildiğini, oysa ayrı olarak ele alınması gerektiğini söylüyor.

   Biyografi, Rosa’nın yaşamını politik yönden ele alan bir kitaptır. Arkadaşları, yaşadığı evler, politik ortam, politik tartışmalar, gönül ilişkileri, bulunduğu kentler, okuduğu kitaplar ve bunlar hakkındaki düşünceleri, çalışma yoğunluğu ve stili; kitaptaki herşey Rosa’nın temel özelliği ekseninde ele alınır: O, gelişmiş politik bir kadındır ve düşünceleri doğrultusunda dünyayı değiştirmek istemektedir. Rosa’nın hayatındaki herşey ancak bununla ilgili olarak ele alındıklarında anlam kazanır.

   Rosa Luxemburg 5 Mart 1871’de Polonya’nın Zamosc kentinde, Yahudi bir ailenin beş çocuğundan sonuncusu olarak doğar. Ailesinin ekonomik durumu parlak olmamakla birlikte, babası da annesi de kültürlü ve entelektüel insanlardır. Babası Yahudi gettosu içinde kalmayı reddeden, Yahudilerin Polonyalılaşmasını isteyen bir insandır. Bir süre sonra Varşova’ya taşınırlar. Evde Lehçe konuşulur. Polonya, Çarlık Rusyası işgali altındaki bir ülkedir.

   Rosa 10 yaşındayken Varşova gettosunda Yahudi pogromu olur. Ailesi o bölgede oturmamakla birlikte katliamın etkisini şiddetle hissederler. Rosa’nın sosyalist olmasında bu pogromun etkili olduğu düşünülmektedir. O dönemde Avrupa’da Yahudi kökenli birçok sosyalist vardır. Yahudilere en iyi davrananlar sosyalistlerdir ve birçok Yahudi kendilerine yönelik düşmanlığın kapitalizm çerçevesinde çaresinin olmadığına –bilinçli veya bilinçsiz olarak. İnandığı için sosyalist olur.

   Okulunun en iyi öğrencisi olan Rosa, liseyi bitirdikten sonra ülke dışına gitmek zorunda kalır. Ülkesinde kadınların üniversiteye gitmesine izin verilmemektedir ve yeni girdiği politik faaliyette Çarlık gizli polisinin dikkatini çekmiştir.

   18 yaşındaki Rosa Lehçe, Rusça ve Fransızcayı çok iyi bilmektedir. Almancası hatasızdır, İngilizceye de oldukça hakimdir. Edebiyat, müzik, resim, hayvanlar, uzak ülkelere seyahat ve başka kültürlere de yoğun ilgisi vardır. Rus işgali altındaki Polonya’da yaşayan bir Yahudi olmanın bu genişlikte önemli etkisi olmakla birlikte, asıl büyük rol aileye aittir. Rosa şanslı bir kadındır; ailesi ona çok şey vermiş, çocukluğunda sadece iyi yönde etkilenmiş, aileden kaynaklanan psikolojik sıkıntı ve gerginlikleri yıllarca taşımak zorunda kalmamıştır.

   Rosa, 18 yaşındayken Zürih’e gider. O dönemde Zürih tanınmış bir üniversite ve politik mülteci kentidir. Özellikle Rus sosyalistleri bu kentte bulunurlar. Aralarinda Plekhanov, Axelrod, Vera Zazuliç gibi isimler de vardır. Rosa üniversitenin önce zooloji bölümüne kaydolur. Daha sonra alanını değiştirecek, felsefe, ulusal ekonomi, tarih ve hukuk okuyacaktır. 1890’da Leo ile karşılaşır.

   Leo, Wilna doğumludur ve zengin bir Yahudi ailesinden gelmektedir. Rosa’dan dört yaş büyüktür. Birkaç yıldan beri Yahudi işçi ve aydınlarının Çarlığa karşı örgütlenmesinde aktif olarak çalışmaktadır ve ülke dışına çıkmak zorunda kalmıştır.

   (Biyografi’de Rosa’nın Leo ile ilişkisini anlatan bölümler büyük oranda bundan sonra incelenecek Maria Seidemann’ın kitabı ve bu sayımızda hakkında bir tanıtım yazısının yeraldığı “Sevgiliye Mektuplar“ ile çakışmaktadır. Bu nedenle kitapta bu ilişkinin çeşitli yönlerini anlatan bölümler üzerinde az durulacaktır.)

   Polonya Krallığı Sosyal-Demokrat Partisi kurucuları arasında yeralan Rosa, daha Zürih’te iken tanınmaya başlar. 1893’de bu kentte yapılan 3. Uluslararası Sosyalist İşçi Kongresi’ne katılır ve bir konuşma yapar. Rosa, Polonyalı sosyalistlerin ülkenin bağımsızlığını değil, politik özgürlük istemelerini savunur. Asıl görev Polonya’nın bağımsızlığı değil, -Rusya işçileriyle birlikte- Çarlığın yıkılmasıdır. Polonya ve Rusya kapitalizmlerinin birleşikliğini bu tezinin temeli yapar. Yoğun politik uğraşı O’nun eğitimini engellemez. 1898’de doktorasını tamamlar. Tezinin konusu “Polonya’nın endüstriyel gelişimi“dir. Aynı yılın sonlarında August Bebel tarafından Dresden’de yayınlanan günlük bir işçi gazetesinin redaktörlüğünü üstlenmesi için Almanya’ya çağrılır. Bir yabancı olarak Almanya’da politik faaliyet yürütmesi zor olacağından, Alman vatandaşlığına geçmek için bir Almanla sahte bir evlilik yapar. Aynı yıl Alman SPD’sinin Stutgart Kongresi’ne katılır ve orada bir konuşma yapar.

   Rosa, kendi alanında dünyanın en büyük ve önemli partisi sayılan SPD içinde basın alanında hızla yükselir. Yazar bunun nedenini, parti basınında bilgili ve kişilikli kimse bulunmamasına bağlamaktadır.

   Rosa, Clara Zetkin’le yakın arkadaş olur. Zetkin, 1891’de sosyal-demokrat bir kadın gazetesi olan “Eşitlik“in kurucusudur. İki kadının dostluğu yıllarca sürer. Rosa 1899’da, Alman hareketi içinde kendisini iyice tanıtan “Sosyal Reform ya da Devrim“ kitabını yazar.

   Bu arada parti anlayışı tartışması gündeme gelir. Rusya’da parti içindeki tartışma, Polonya sosyalistlerini ve Almanya’daki partiyi de yakından ilgilendirmektedir. Rosa, “Tatar marksistleri“ dediği Bolşeviklerin parti anlayışına açıkça karşı çıkar. O’na göre gerekli olan, Lenin’in savunduğu gibi profesyonel devrimcilerden oluşan katı merkezci bir parti değil; grupların birarada olduğu, çalışan kitlelerin geniş partisidir. Parti disiplininin gönüllü olduğunu, bu nedenle de fabrika, kışla ve bürokrat disiplininden ayrı bir özelliğe sahip olması gerektiğini savunur. Rosa’ya göre Leninist parti anlayışı; parti yaşamının ölmesi, kadroların ve parti organlarının merkez komitesinin oyuncağı haline gelmesi demektir.

   Tarihin Rosa’nın parti anlayışının daha doğru olduğunu gösterdiği söylenir. Bu söylem yanıltıcıdır. Her dönemin özelliklerine göre tarihin birilerinin haklılığını gösterdiği savunulabilir. Bu anlamda Kautsky hatta Berstein’in haklılığından bile söz edilebilir.

   Bütün ülkeler ve dönemler için geçerli bir örgütlenme anlayışından söz edilemez. Rosa’nın parti içi demokrasiye yaptigi vurgu önemlidir, doğrudur da. Ne var ki, savunduğu türden bir kitle partisinin Çarlık Rusya’sinda uygulanma şansı yoktu. Ya da böyle bir parti herşey yapabilirdi, ama devrim yapamazdı.

   Rosa, bu anlamda, tıpkı daha sonra Leninistlerin yapacağı gibi, ülkesindeki anlayışı genelleyerek her ülke için savunmaya çalışmıştır.

   1905 önemli bir yıldır. Rusya’da devrim Alman sosyal-demokrasisi içindeki farklılıkların da öne çıkmasını hızlandırır. Rosa devrimi ve kitlesel grevin önemini savunur. Partinin Almanya’daki parlamentoya sıkışıp kalmaması gerektiğini, genel kitle grevini örgütlemeye yönelmesi gerektiğini söyler. Burada Rosa’nın sonraki yıllarda da sürecek üçlü tutumu görülür:

   Birincisi; kitlelerin eseri olarak devrimi savunmak. İkincisi; Bolşeviklere karşı olmak. Rosa parti anlayışları, ulusal sorundaki tutumları ve taktikleri yönünden Bolşeviklere karşıdır. Silahlı grupların örgütlenmesi ve silahlı ayaklanmaya hazırlığa karşı çıkar. Rosa için genel grev herşeydir. Üçüncüsü; Almanya’daki parti içinde Rus devriminin bazı derslerini anlamamakta direnenleri şiddetle eleştirir.

   Sendikalar ve partinin önemli bir bölümü Rosa’nın genel grev konusundaki görüşlerini yanlış bulur. Bu yıllarda August Bebel ile arasında şöyle bir konuşma geçer:

   “Dikkat edin, Almanya’da devrim olduğunda Rosa sol’da ben ise sağ’da olacağım. Ama biz işleri karıştırmamız için sizleri asacağız.“ Rosa ise, “Kimin kimi asacağı belli olmaz“ diye yanıt verir. Konuşma son derece dostça bir hava içinde geçse de, söylenenler açıktır.

   Burada Rosa’nın önemli bir özelliği görülür: O, öğrenmesini bilen bir insandır. Marksisttir, ama ne öğretinin lafızlarına ne şu veya bu otorite tarafından yapılmış çağdaş yorumuna bağlı kalır. Olayların her yeni görünümünü inceler ve bundan sonuçlar çıkarmaya çalışır. Rosa ile gizlice Varşova’da bulunduğu sırada karşılaşan Karl Radek anılarında O’nun bu özelliğinden söz eder. (Bu arada belirtelim, Radek gibi Rus devriminin tanınmış isimlerinden ve Sovyet gizli polisi Çeka’nın kurucusu olan Feliks Dzierzynski de Polonya partisindendir.)

   Rosa’nın 1905/06 Rus devriminde kitle grevinin önemi üzerinde özellikle durmasını örnek gösteren Radek, Rosa’nın dogmatik marksizmden uzak, “gerçekliğin bir öğrencisi“ olduğunu, marksizmi bir sonuç değil, yaşayan bir araştırma yöntemi olarak gördüğünü yazar.

   Varşova’da 35. yaşgününde Leo ile birlikte tutuklanır. Kendisi bir süre sonra kefaletle bırakılacak, Leo ise partinin geri plandaki gerçek yöneticisi olduğundan hapiste kalacaktır.

   1905/06 yılları Rosa’nın politik felsefesinin de şekillendiği yıllardır. Buna göre, sosyalist devrim bir azınlık devrimi olmamalıdır. 1906’da Lehçede yayınlanan bir broşüründe Rosa, Rus işçilerinden; Çarlık üzerinde zafer kazanmaları durumunda devletin demokratikleştirilmesi programının sonuna kadar uygulanmasını istemelerini ve ardından iktidarı demokratik olarak seçilmiş bir yönetime devretmelerini ister. Rosa, Rusya’da iki nedenle kapitalizmin ortadan kaldırılması olanağını görmemektedir:

   Birincisi; işçi sınıfı demokratik yollarla iktidarda kalamaz. İkincisi; burjuvazi politik kariyerine henüz yeni başlamaktadır.

   Rosa, Avrupa’nın en önemli sosyal-demokrat partisi içinde, Rus devriminin ve Polonya’daki sosyalist hareketin de sorunlarıyla yakından ilgilenerek yıllarca kendine özgü bir çizgi oluşturmaya çalıştı. Bu amaçla çatışmadığı pek az kimse kaldı denilebilir. Teorik olarak oluşan bu çizgi pratikte yeterli karşılığını bulamayacaktır.

   1907 başlarında Leo sekiz yıl zorunlu çalışma cezasına çarptırılır. Birkaç ay sonra hapisten kaçar. Rosa bu sırada kendisinden oldukça küçük Kostja Zetkin’le (Clara Zetkin’in oğlu) birlikte yaşamaya başlamıştır.

   Rosa, Clara Zetkin’le yakın arkadaşlığına karşın kadın sorunu konusunda –katıldığı bazı toplantılar dışında- herhangi bir şey yapmamıştır. Bunu bir eksiklik olarak görmemek gerekir. Rosa kadın sorunuyla ilgilenmemiştir, ama yetenekli bir kadının kendi ayakları üzerinde durarak neler yapabileceğini de tüm yaşamıyla göstermiştir. Bu anlamda, kadın sorunuyla ilgilenmeye fırsat bulamamış, ama kadın hareketinin en ileri taleplerini kendi yaşamında gerçekleştirmiştir.

   Eylül 1910’da  Magdeburg’da yapılan ve yaklaşık 400 delegenin 720 bin parti üyesini temsil ettiği kongrede, Rosa tam bir yenilgi alır. Parti yönetimi ve delegeler parlamentarizm dışında bir mücadele yoluna da yönelmeyi benimsemezler.

   1912’de yapılan genel seçimlerde sosyal-demokratlar oyların yüzde 29.4’ünü alarak 110 milletvekiliyle meclisteki en büyük grubu oluştururlar. Rosa’nın bu gücün sosyal reformizm için değil de devrimci bir parlamento çalışması için kullanılması yönünde yaptığı çağrı yankı bulmaz.

   Rosa 1913’de “Sermaye Birikimi-Emperyalizmin Ekonomik Açıklanmasına Katkı“yı yazar. Burada Marks’ın sermayenin yeniden üretimini yeterince açıklayamadığını, sadece kapitalistler ve işçileri ele aldığını; oysa ki halkın üretime göre daha yavaş büyüyen tüketim kapasitesinin yaratacağı bunalımdan kurtulmak için kapitalizmin kapitalist olmayan alanlara ihtiyaç duyduğunu belirtir. Kitap olumlu ve olumsuz çeşitli tepkiler alır.

   Ardından savaş gelir. Alman sosyal-demokrasisi ve Avrupa’daki sosyal-demokrat partilerin büyük bölümü savaş bütçelerinin onaylanması için onay verirler. İşçi sınıfı ve partileri tümüyle milliyetçiliğin etkisi altına girmişlerdir. Rosa’nın karşı yöndeki çabaları sonuç vermez. Aslonda sosyal-demokrasinin yıllardan beri düzen sınırları içinde mücadelenin ötesine geçmek istememesi, sosyal reformizmi dikkate alındığında, varılan yerde şaşılacak yan yoktur.

   Savaş kredileriyle ilgili tartışmalar sırasında sağ kanat sosyal-demokratlardan Philipp Scheidemann’ın 15 Eylül 1913’de Rosa’ya söyledikleri aydınlatıcıdır:

   “Biz kitleleri devrimci makaleler yazanlardan daha iyi tanıyoruz, ki bu makalelerle kitle eylemi yapılamaz.“

   Rosa’nın partinin örgütsel yapısıyla doğrudan bağı olmadı. Parti yayınlarında etkindi, görüşleriyle tanınıyordu; Kautsky, Bebel gibi tanınmış sosyalistlerle polemikleri vardı, ama sonuçta örgütlenmeyi yürüten, orada etkin olanlar başkalarıydı. Bir şeyi savunmakla o şeyin yapılmasını örgütlemek ve yapmak birbiriyle ilgili ama oldukça ayrı şeylerdir. Örgütlenme konusunda deneyimli olan Leo’nun Almanya’da çalışmaya başlaması, birşeylerin değiştirilmesi için oldukça geç kalmış bir çabadır.

   Partinin sol kanadı kendi içinde yaptığı toplantıda, partiden ayrılmamak ve parti içinde savaşa karşı mücadele etmek kararı alır. Ne var ki, Almanya’da artık “mitingleri hükümet tarafından engellenir. Milletvekili olan Liebknecht’in dokunulmazlığının olması hiçbir şeyi değiştirmez.

   Rosa kendi yolunda gitmekte ısrarlıdır. Savaş kredilerinin reddedilmesi ve kitle eyleminin geliştirilmesi konusunda Lenin’le hemfikirdir. Yaşadışı örgütlenmeye yönelme, oportünizmden örgütsel olarak kopma ve emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi konularında ise Lenin’den ayrıdır. Ayrılan iki sandalye arasında oturmaya çalışmakta ısrar eden Rosa, sonunda yere düşecektir.

   İşçi sınıfının uluslararası çıkarları açısından savaş savunulabilir mi? Bugün bize savunulamaz gibi geliyor. Oysa ki, aynı dönemde Kautsky, işçi sınıfının uluslararası çıkarlarının Çarlık Rusya’sının yenilmesi ve yıkılmasında olduğunu savunabiliyordu. Almanya, Rusya’ya karşı da savaşıyordu.

   Rosa ve yandaşları Spartaküs Grubu’nu kurarlar, ama çok geçmeden çoğu tutuklanır. SPD bir süre sonra sol muhalefeti bünyesinden atmaya karar verir.

   Rusya’da Ekim devrimi… Hem Rosa hem de SPD bu devrimi selamlar. İlki devrim olduğu, ikincisi Doğu cephesindeki savaşa son vereceği için. Böylece yenilmenin eşiğindeki Almanya askerlerinin önemli bir bölümünü Batı cephesine kaydırabilecektir.

   Rosa, Bolşevik yönetimin savaşı bitirmek için Almanya ile yapmak zorunda kaldığı şartları oldukça ağır Brest-Litowsk Antlaşması’nı şiddetle reddeder. Rosa için dünya devrimi dışında hiçbir çıkış yoktur ve bu nedenle devrimci savaştan yanadır. Dahası, bu Antlaşma ile Alman emperyalizmi kendi konumunu güçlendirmektedir, çünkü Doğu’daki savaşı kazanmış olmaktadır. Rosa’ya göre Rus devrimi ancak Alman devrimiyle kurtulabilir. “Devlet ve Devrim“den bilindiği gibi, Lenin de o sırada aynı düşüncededir. Sadece Rusya’daki devrimin geleceğini Almanya’daki belirsiz bir olasılığa bağlamak istememektedir.

   Rosa, Eylül 1918’de “Rus Trajedisi“ adlı makalesini yazar. Ardından “Rus Devrimi Üzerine“ adlı broşürünü yazacaktır. Rosa devrime taraftar, Bolşeviklerin taktiklerine karşıdır. Aslında karşı oldukları bu taktiğin o kadar temel yanlarıdır ki, genelde Bolşeviklere karşıdır da denilebilir.

   Rosa, Bolşeviklerin Duma’yı feshetmelerine, Brest-Litowst barışının ardından karşı eylemlere girişen sosyal devrimcileri tasfiyeye yönelmelerine, devrime ve/veya devrimci hükümete karşı grupların demokratik haklarının kısıtlanmasına ve genel olarak kızıl teröre karşı çıkar. Rosa’ya göre, sosyalist devrimde bu tür yöntemlerin kullanılması, hedeflenen amaç iyi olsa bile, sosyalist fikirleri tahrip eden bir özellik taşımaktadır.

   1918’de Almanya’da Kasım devrimi gelir. İşçiler ve askerler birkaç bölgede ayaklanıp, sovyetler kurarlar. Devrimin teorik önderi Rosa’dır. Güzel şeyler savunur, ama bunları nasıl yapacağını, kitlelerin bu doğrultuda nasıl kazanılabileceğini bilmemektedir. Kendiliğindenciliğe çok fazla umut bağlarlar, ama kitleler hiç de bekledikleri türden bir tepki göstermez. Rosa bir azınlığın sürüklediği devrimci sürece başından beri karşıdır. Çoğunluk ise bir türlü kazanılamaz.

   30 Aralık 1918’de Almanya Komünist Partisi’ni kurarlar. AKP, 19 Ocak 1919’da yapılan parlamento seçimlerine katılır. 14 milyon oy hakkına sahip kişiden yaklaşık yarısının katıldığı seçimlerde AKP, parlamentoya girecek sayıya bile ulaşamaz.

   Durumunu sağlama alan karşı-devrimin saldırısı gecikmez. İktidardaki SPD hükümeti devrimi ezer. Rosa ve Liebknecht 15 Ocak 1919 günü gözaltına alındıktan sonra öldürülürler.

   Rosa’nın devrim tarihinde hakettiği ilgiyi görmediği söylenir. Bu, bir oranda doğrudur. Rosa’nın daima Lenin ve Rus devrimiyle ilişkisi içinde değerlendirilmesi, O’na sosyalizm tarihinde hakettiğinden daha az yer verilmesine neden olmuştur. Rosa’nın görüşlerine ilgi özellikle 1990 sonrasında arttı. Bunda leninist parti anlayışının varabileceği sonuçları önceden gören belirlemelerin payı büyüktür: Rosa’ya göre aşırı merkezci parti, toplumda ve partide canlı yaşamı söndürür. Sadece bir partinin üyelerine tanınan özgürlük –bunlar çok olsalar bile- özgürlük sayılmaz. Özgürlük daima başka türlü düşünenlerin özgürlüğü demektir. Bunu istemek “eşitçilik fanatizmi“ değildir. Özgürlük özel hak olmamalıdır, çünkü ancak bu şekilde özgürlük gerçek bir özgürlük olur ve etkisini gerçekten gösterir.

   Rosa’ya göre Lenin-Troçki teorisiyle Kautsky’nin görüşleri demokrasi-diktatörlük ilişkisi konusunda aynı yanlışın iki ucudur. İki tarafın görüşü de gerçekte “diktatörlük veya demokrasi“dir. Diktatörlükle demokrasiyi karşı karşıya koyarlar ve bir taraf demokrasiyi, öbür taraf diktatörlüğü alır. Rosa’ya göre her iki görüş de sosyalist politikaya aynı oranda uzaktır.

   Rosa Luxemburg, sosyalizmde demokrasinin önemini vurguladı. O’nun bu özelliği ne kadar belirtilse azdır. Yalnız burada önemli noktayı atlamamak gerekir: Rosa, görüşlerini dar çevrelerin dışında uygulayamamıştır. Ne SPD içinde ne de dışında anlamlı bir azınlık bile olamamıştır. Birçok marksist gibi Rosa da, eleştiride çok iyi, ama eleştirdiğinin yerine yeni bir şey koymada başarılı değildir.

  

(*) Avrupa’da ve Türkiye’de Yazın, Sayı: 84, Eylül 1999