Şuanda 337 konuk çevrimiçi
BugünBugün5761
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13485
Bu ayBu ay13485
ToplamToplam10481909
Marksizm ve kaybolan gelecek (7): sosyalist üretimin sorunları PDF Yazdır e-Posta


1960’lı yılların başlarında Macaristan’da Janos Kornai, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’hde Fritz Behrens, Çekoslovakya’da Ota Şik adlı ekonomistler sosyalist üretimin önemli açmazlarını belirtmeye başladılar. Bu belirlemeler aslında 1962’de SSCB’de başlamıştı. Zaten merkezden işaret gelmeden bu tartışmanın başlaması da hiç kolay değildi.

Sosyalist ülkelerdeki bütün komünist partilerinin ya da farklı ad taşıyan ama aynı işleve sahip partilerin merkez yönetimleri sorunun farkındaydı. Ekonomi iyi gitmiyordu. Marksizme göre, sosyalizmin emek üretkenliğinde kapitalizmden ileride olması gerekiyordu. Sosyalizm kapitalizmden daha ileri bir toplum ise, emek üretkenliğinin daha yüksek olması gerekirdi. Bu nedenle sosyalist ülkelerdeki partilerin programlarında “kapitalizme yetişmek ve geçmek” maddesi değişik ifadelerle yer alıyordu. Amaç, emek üretkenliğinde kapitalizme yetişmek ve onu geçmekti. Tartışma bunun nasıl yapılabileceği üzerineydi.

Sosyalist ülkeler ekonomide verimlilik artışında ilerleme göstermişlerdi ama emek üretkenliği konusunda hala hissedilir ölçüde kapitalizmin gerisindeydiler. O yılları hatırlayanlar SSCB’nin üretim rakamlarında sürekli olarak ne kadar fazla demir ve çelik ya da kömür veya başka bir madde üretildiğinin yer aldığını, ama emek üretkenliği konusunda hiçbir bilgi bulunmadığını hatırlayacaklardır. SSCB, diyelim ki çelik konusunda dünyanın en büyük üreticisiydi ama ne kadar emek gücü ve hammadde ve yan maddeler kullanılarak bu üretim yapılabiliyordu, bilgi yoktu. Olmaması normal çünkü emek üretkenliği düşüktü.

Yaklaşan başka bir tehlike daha vardı: sonraki yıllarda “bilimsel teknolojik devrim” ya da “üçüncü sanayi devrimi” olarak adlandırılacak süreç gelişiyordu. Kapitalizmde bu sürecin öğeleri henüz yeterince ortaya çıkmamış olmakla birlikte, sürecin temelinin üretimde otomasyon olacağı, bilgisayarın üretime gireceği görülebiliyordu.

Sosyalist ülkelerde bu konudaki ilk görüş; endişeye mahal olmadığı çünkü kapitalizmin yapısı gereği bilimsel teknolojik devrim yapamayacağı yönündeydi. Tekelci kapitalizm üretici güçlerin gelişmesini engellediğine göre böyle bir devrim yapamazdı.

Teoriye göre durum böyle yorumlanabilirdi ama bir şeyler de oluyordu. Parti yöneticileri arasında durumu ilk anlayan DAC’deki SED (Almanya Sosyalist Birlik) Partisi Genel Sekreteri Walter Ulbricht idi. “Bilimsel teknolojik devrimi başarmak zorundayız. Bunu anlamayan hiçbir şey anlamamıştır” sözleri ona aittir. Bu görüşün DAC’de ortaya çıkması ve özellikle Orta Avrupa’daki sosyalist ülkelerde konunun derinlemesine tartışılması rastlantı değildir. Bu ülkelerden ikisi (DAC ve Çekoslovakya) Kızıl Ordu vasıtasıyla gelen sosyalist iktidar öncesinde sanayi devrimlerini yapmış ülkelerdi. Macaristan ise bu kadar olmasa bile oldukça kapitalistleşmiş bir ülkeydi.

Sosyalist üretimin açmazları olarak neler gündeme geliyordu:

Birincisi: üretimin aşırı merkeziyetçi olması ve bu merkeziyetçilik nedeniyle üretimle tüketim arasındaki bağın bazen kopacak kadar zayıflaması.

Beşer yıllık planlar yapılıyordu ve değişik üretim birimlerine üretim hedefleri konuyordu. Bu hedeflerdeki yanlışlıkların düzeltilmesi zordu. Kitle üretimi planlanmış ve yapılmış malı satın almazsa, bunun yerine farklı olanın üretilmesi hiç kolay değildi. Ek olarak, üretim birimlerinin ihtiyacı olan girdiler iyi hesaplanamıyor, bazı girdiler fazla üretiliyor, bazılarında ise eksiklik nedeniyle üretim durma noktasına kadar gelebiliyordu.

Çözüm olarak getirilen şuydu: üretim birimlerinin özerkliği artırılmalıdır, merkezi plan önemli oranda esnek olmalıdır

İkincisi: Ücret politikasıydı. Mühendislere ve öteki teknik elemanlara şiddetle ihtiyaç vardı. Bunların eğitimlerinin geliştirilmesinin yanı sıra ücretlerinde de önemli artış yapılmalıydı.

Özellikle Ulbricht ikinci noktanın açık savunucusuydu. Gelişmiş bir teknik eleman kadrosu olmadan kapitalizme yetişmek ve onu geçmek mümkün değildi.

Ne ki, bir süre sonra sorunun daha da büyük olduğu anlaşılacaktı. DAC bilgisayar üretebilen tek sosyalist ülkeydi ve hatta üretimde robot kullanımını bile geri düzeyde de olsa başlatıyordu. Bilgisayar yapmak, üretim robotları yapabilmek bir şeydir, bütün üretim sürecini baştan aşağıya değiştirerek bilgisayarı her alanda kullanabilmek başka bir şeydir. Bunun için üretimin yapısının değişmesi gerekiyordu.

Sosyalist ülkelerde üretim araçları eskiydi. Diyelim ki önemli ve pahalı bir makinenin amortisman süresi on yıl… Sosyalist ülkelerde bu araç en az on yıl kullanılıyordu, ama kapitalist ülkelerde daha erken değiştiriliyordu. Eski makine ya atılıyordu ya da geri bir ülkeye satılıyordu.

Sosyalist ülkelerin daha geri teknikle üretim yapmaları üretimin maliyeti ve kalitesini etkiliyordu. Ek olarak, eskiyen makinenin bakım masrafı da artıyordu. Sosyalist ülkelerin üretim masraflarında tamir önemli yer tutuyordu.

Sosyalist ekonomilerde kriz belirtileri görülmeye başlamıştı.

Teoriye göre sosyalist bir ekonomide kriz olamazdı. Gerçekte ise kapitalizmdeki krizler olamazdı, ama buradan başka türlü kriz olmaz sonucu çıkmazdı.

Kapitalist bir ekonominin önemli kriz nedenlerinden bir tanesi, artı değerin eksik gerçekleşmesidir. Üretimin yapılması onun satılabileceği anlamına gelmez. Kitlede yeterli alım gücü yoksa, üretilenin bir bölümü elde kalır.

Sosyalist bir ülkede böyle bir kriz olmaz, ama başka türlüsü olur.

Para vardır, ama satına alınabilecek yeterli mal ve hizmet yoktur. Sosyalist ülkelerde insanların parası vardı ama bu parayı harcayamıyorlardı. Batı’dan ithalat yaparak harcayamazlardı çünkü çok pahalıya geliyordu. Halkın elindeki para miktarı ölçüsünde mal ve hizmet üretilemiyordu.

Bunun sonucunun karaborsa olacağını hemen tahmin edebilirsiniz.

O yıllarda sosyalist ülkelere giden herkesin dikkatini karaborsa çekiyordu. Bu ahlak sorunu değildi. Para varsa ama karşılığında yeterli mal ve hizmet yoksa, sonuç kaçınılmaz olarak karaborsadır.

Bir diğer konu, tarım üretimindeki geriliktir. Lenin, Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi’nde kapitalist tarımın büyük araziler üzerinde daha verimli olduğunu ve aynı durumun sosyalizmde de süreceğini belirtir. Yapılması gereken, toprakta ve tarım araçlarında özel mülkiyetin kaldırılmasıdır. Ne ki, pratikte bunun tersi görülür. Bütün sosyalist ülkelerde (Küba dahil) tarım üretimi düşüktür ve bu nedenle sürekli olarak dışarıdan yiyecek ithal etmek zorunda kalınır.

Çözüm olarak toprakta sınırlı küçük özel üretim hayata geçirilir ve bu konuda en iyi adımlar atan Macaristan’da tarımsal üretim gerçekten artar.

Teoriye ters bir durum ama gerçek böyledir: tarımda küçük üretim, büyük üretimden daha verimli olmaktadır.

Tarım üretimi sadece ürünün yetişmesi ve toplanması değildir. Depolanması ve pazara sunulmasıdır ve bu süreçte büyük boyutlara ulaşmış bir israf söz konusudur. Taşıma ve depolama araçlarındaki yetersizlik ve çalışanların da vurdumduymazlığıyla birlikte bazen ürünün üçte birine kadar ulaşan israfa ortaya çıkmaktadır,

Teoride sosyalist üretim sorunsuz çalışıyor ama pratikte hiç de olmadığı görülüyordu.

Bu konudaki uzun tartışmaları, deneme yapılma yöntemiyle yapılan bazı küçük reformları, sonra bunların geri alınmasını, sosyalist ekonomide değişik derecelerde reformu savunanların neden tasfiye edildikleri konularına burada girmeyeceğim.

Sadece şu kadarı belirtilebilir: üretim birimlerinin özerkleşmesi ekonomiyle sınırlı bir önlem değildir. Sosyalist ülkelerdeki bütün yönetici kademenin değişmesi anlamına gelir. Teknik elemanlar ve üretim planlamacıları, bu alandaki yöneticiler ön plana çıkacak; daha öncekiler ve özellikle de politik sorumlular geri plana inecekti. Bu konuda şiddetli denilebilecek bir çatışma çıktı ve fazla sürmeden ikincilerin zaferiyle sonuçlandı.

Sosyalist ülkelerde bulunan çözüm, yüksek ithalatla sorunu çözmekti, ama bu ithalat hayli pahalıya geliyordu çünkü sosyalist ülkelerin yaptıkları üretimin kapitalist ülkelerin malları karşısında dünya pazarında rekabet şansı bulunmuyordu.

Tek çare, borç almaktı. Sosyalist ülkeler artan oranda borçlandılar ve bu borçlanma halktan gizli yapıldı. 1989 sonrasında açık olarak görüldüğü gibi, Romanya dışında bütün sosyalist ülkelerin yüksek dış borcu vardı.

O dönem yaşanan görece refah, üretilenin üzerinde yapılan tüketimle mümkün olabilmiş, aradaki açık da borçlanmayla kapatılmıştı.

1989’un göstere göstere geldiği söylenebilir.

Sosyalist ülkelerin parti programlarında (henüz devrimini yapmış ülkeler partilerinde de) üretimin artırılacağı yazılıydı. Üretim gerçekten arttı, ama beklenildiği kadar artırılamadı. Ek olarak, çalışan halkın geliri gerçekten arttı, ama bu gelirin harcanabileceği yeterli alan yoktu.

Böyle bir sorun olabileceği yani sosyalist ülkelerin yeterli üretim yapamayacakları ve bunun sonucu olarak da gelir artışına uygun mal ve hizmet üretilemeyeceği kimsenin aklına gelmemişti.

Çalışan herkes yeterli para kazanıyordu ama bu parayı harcayamadıktan sonra bu gelirin ne kadar işe yaradığı da ister istemez soruluyordu.

Reel sosyalizm en büyük iddiasını, üretimde emek verimliliğinde kapitalizmi geçeceğini yerine getiremedi.

SSCB gibi dünyanın altıda birini kaplayan büyük bir ülkede kaynakların merkezileştirilmesi bir dönem hızlı gelişme sağladı. Ne ki, ilk temel kurulduktan sonra bu temelin geliştirilmesinde önemli sorunlar çıktı. Sosyalizm, teoridekinin tersine, üretim araçlarında yenilenme sağlayamadı. Teknik olarak buluş yaptı ama bunu üretime geçiremedi.

SSCB askeri alanda iyiydi. Bilgisayar, uzaktan kumanda gibi zamanın önemli teknik gelişmelerinde hiç geri değildi. ABD’de de ilk teknik gelişme askeri alanda olur, buradan kitlesel üretime uygulanırdı. SSCB bunu yapamadı. Bunun için tüm üretimin yapısının değişmesi gerekiyordu ve bunun toplumsal bazı sonuçları da olacaktı ve yapılamadı.

Bu alanda istemediğiniz kadar fazla kaynak bulunuyor. Bu kaynakları okuyup reel sosyalizmin tarihini öğrenmeden “şöyle oldu ama böyle olmalıydı” türünden akıl yürütmelerle bir yere gidilemez. Bilgi olmadan düşünmek, bilgi olmadan akıl yürütmek doğru sonuç vermez.

Yukarıda kısa bir özet vermeye çalıştım.