Şuanda 256 konuk çevrimiçi
BugünBugün5656
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13380
Bu ayBu ay13380
ToplamToplam10481804
Neden Lenin'e de dönülmüyor? PDF Yazdır e-Posta


Gerçekte daha eski olan ama yaklaşık yirmi yıldan beri daha ön plana çıkan “Marx’a dönüş” var. Marksistlerin önemli bir bölümü kendilerini sadece marksist olarak görüyorlar, Leninist olarak görmüyorlar.

Bunun birkaç nedeni bulunuyor:

Birincisi: Leninizm’in –ki reel sosyalizmle özdeşleşmiştir- başarısızlıkla sonuçlandığını düşünüyorlar. Leninizm’in başarısızlığı gerekçesiyle Lenin öncesi Marksizm’e dönmek inandırıcı bir gerekçe değil… “Filozoflar dünyayı yorumlamakla yetindiler, aslolan onu değiştirmektir” diyen Marks-Engels’in bu konuda başarılı bir girişimi mi olmuştu?

O dönemde Marksistlerin kayda değer bir rolünün bulunmadığı ve tek kentte yüz gün kadar süren Paris Komünü dışında işçilerin herhangi bir iktidar deneyimi olmamıştı.

Leninistler ise 1917’den sonra 20. yüzyıl tarihini güçlü bir biçimde etkileyerek SSCB’de 74 yıl iktidarda kalabilmişlerdi.

İkincisi: “Temiz teori”ye dönmek istiyorlar. Marksizm’in Lenin ve ardılları tarafından değiştirildiğini, özünden uzaklaştırıldığını düşünüyorlar.

Buradaki yönelimin Müslümanların “Muhammed zamanına ya da hakiki İslam’a dönmek” görüşüyle ne kadar benzeştiğine dikkat ediniz. Arada yaşanılan büyük tarihi boş veriyorlar ve değişmeden durduğunu sandıkları öze geri dönmek istiyorlar.

Her teori uygulandığı zaman şu veya bu oranda değişir. Hiçbir teori önceden pratiği tüm boyutlarıyla öngöremez. Bazen bu değişim teoriyi başka bir teori haline de sokabilir. Bunun nedenlerini araştırmadan uygulanmamış dolayısıyla doğru olduğu varsayılan ilk teoriye dönmek hiçbir şeyi çözmez.

Üçüncüsü: Leninist örgüt teorisine karşılar. İşçi sınıfına dışarıdan bilinç iletilmesi gerektiği görüşü, bu sınıfın kendiliğinden ancak sendikal bilince ulaşabileceği görüşü Lenin’de değil Kautsky’ye aittir. Kautsky ve Luxemburg’un savundukları demokratik iç işleyişe sahip parti anlayışı Çarlık Rusyası’nda uygulanamayacağı için, örgüt teorisi ülke koşullarına uydurulmuştur. Koşullar değişince örgüt teorisi de pekala değişebilir ve Leninizme karşı çıkmadan başka bir örgüt teorisi savunulabilir.

Başka bir deyişle Marx’a dönmenin ilerletici herhangi bir yönü bulunmuyor.

Burada, “Lenin’e dönmek nedir?” sorusu sorulabilir. Zizek tarafından savunulan Lenin’e dönmek başlangıçta garip görülebilir. Lenin de marksist olduğuna göre kaynağa dönmek daha uygun değil midir?

Başlangıçta ben de böyle düşünüyordum. Lenin’i Marks’tan daha fazla okudum ve Marksistlere de böyle yapmalarını özellikle tavsiye ederim.

Lenin, marksizmde bulunmayanı, politika teorisini getirdi. Amaç var; komünist topluma ulaşmak… Bu amaca nasıl ulaşılabilir? Lenin bunun en azından kısa sayılamayacak bir dönem uygulanabilir yolunu ortaya koydu.

Burada geçerken belirteyim, modern politik bilimin ilk kişisi Makyavel’dir. Makyavel bizde genellikle iyi bilinmez ama bunun gerçeklikle ilişkisi yoktur. Her politik teori dönemine ve bulunduğu koşullara özgüdür. Yeniçağ’da İtalyan kent devletleri çerçevesinde ele alınmazsa, Makyavel anlamsızlaşır. Aynısı Lenin için de geçerlidir. Her dönem için geçerli politika yoktur. Politikanın somut adımlarını değil, genel ilkelerini öğrenmek gerekir.

Leninist politika, sosyalist iktidarı kurabilmek için mevcut iktidara muhalif bütün güçleri değişik oranlarda birleştirmeye, gerektiğinde onların programını kendisininkine eklemeye dayanır. Toplumda mevcut her dinamik, bir dönem için bile olsa, sosyalist iktidarı kurmak ve sürdürmek amacıyla kullanılır.

İki önemli örnek verilebilir:

1917 Ekim Devrimi’nde Bolşevikler Sosyalist Devrimciler’in tarım programını kabul ederek iktidarı ele geçirebildiler. Aslında küçük bir işçi kitlesi dışında kimse komünist değildi. Rusya yarı feodal bir ülkeydi, işçiler küçük bir azınlıktı ve bilinçli işçiler daha da azınlıktı. Bolşevikler’in devrim programının en önemli iki maddesi toprak dağıtımı ve savaştan çıkılmasıydı. Ülkedeki büyük çoğunluk da bunu istiyordu. Bu taleplerin ne oranda anti kapitalist oldukları önemli değildi, önemli olan bunları programı entegre etmek ve iktidarı da böylece çoğunlukla birlikte ele geçirmekti.

Ardından Duma kapatıldı. Çünkü Bolşevikler’in azınlıkta oldukları bir ülkede köylülüğün temsilcisi sayılan Sosyalist Devrimciler karşısında Duma ya da parlamento seçiminde başarılı olabilmeleri mümkün değildi.

İkinci örnek olarak, devrimden sonra Lenin’in Hıristiyan komüncülerini göreve çağırması verilebilir. Bunlar komün yaşamını savunan ve toprağın mülkiyetinin şahsa ait değil Tanrı’ya ait olduğu görüşünde olan insanlardır. Bir küçük burjuva denizi olan devrim sonrası Rusyası’nda Hıristiyanlık temeline dayansa da Bolşevikleri biraz olsun rahatlatacak bir kesim… Marx da zaten Rus Komünü’nün sosyalizme yarayacak özelliklerinden söz etmemiş miydi?

Burada önemli olan, geçmişte yapılanı taklit etmemektir. Politik teori eylem temelinde değil genel ilkeler temelinde anlaşılmalıdır.

Örnek mi istiyorsunuz?

1960’lı yıllarda orduda düşük rütbeli subaylar arasında (özellikle yüzbaşı ve daha alt kademe) ülkenin ABD’ye olan bağımlılığına samimi olarak karşı çıkan, ülkedeki ABD üslerinin kapatılmasını ve bu ülkeyle yapılan içeriği bilinmeyen ikili antlaşmaların iptalini isteyen çok kişi vardı.

Bu insanların politik plandaki temsilcisi Doğan Avcıoğlu ve Devrim Gazetesi idi. SSCB’nin prestijinin yüksek olduğu o yıllarda Avcıoğlu kesimi kendisini sosyalistlere uzak olarak görmezdi. Önemli bir ittifak gücüydüler ama esas güç değildiler. Mahir Çayan ile Mihri Belli arasındaki ayrılık da tam bu nedenle gerçekleşti. Mihri Belli bu kesimin etkinliğini üst kademelere kadar uzatırken, Mahir Çayan etkinin önemli ama sınırlı olduğunu biliyordu.

Mahir Çayan’ın “sol Kemalizm” dediği işte bu kesimdir.

Kürtlere karşı –en azından- yabancı olan, milliyetçi ama ABD’ye de karşı bir kesim…

1960’lı yıllarda bu kesimin varlığı önemliydi. THKP-C de Cumhuriyet tarihinde ordu içinde en geniş örgütlenmeye ulaşmış sol örgüttür. THKP-C İddianamesi’nde kaç tane subayın yargılanmış olduğuna bakabilirsiniz.

Bu subaylar Kartal –Maltepe cezaevinden kaçıştan başka konulara kadar çok sayıda işte devrimcilere yardımcı oldular.

Aradan 40-45 yıl geçti, dönem değişti. SSCB artık yok, orduda da sol Kemalist subaylar çoktan sona erdi. Bunu dikkate almayıp, 40-45 yıl öncesini bugün tekrarlamaya kalkar ve AKP’ye karşı subaylara da umut bağlarsanız, baltayı taşa vurursunuz. Bunu yapanın adının Komünist Partisi olması da herhangi bir şeyi değiştirmez. Adı komünist ama burnunun ucunu bile görmüyor, değişeni dikkate almadan eskisini tekrar etmeye kalkıyor…

SSCB yok, ordu değişti ve dinamik bir Kürt hareketi var…

Bunların hiç birisi 45 yıl önce yoktu ama bazılarının kafası orada kalmış anlaşılan…

 

HANGİ MARX’A DÖNÜŞ…

“Lenin reloaded” adlı değişik yazarların görüşlerini içeren bir kitabı okurken daha önce hiç aklıma gelmeyen bir soruyla karşılaştım: Marx’a dönenler hangi Marx’a dönüyorlar? Kautsky’nin mi, Luxemburg’un mu yoksa Lenin’in Marx’ına mı dönüyorlar?

Soru doğru, Lenin’in döneminde de tek Marx yoktu. Zamanın en büyük marksisti Kautsky idi ve içerik olarak Marx’ı en iyi o temsil ediyordu. Keza Luxemburg da öyle… Her ikisi de Ekim Devrimi’ne, Bolşeviklerin iktidarı almasına marksist bir gerekçeyle karşıydı: Rusya az gelişmiş bir ülkedir, sosyalizm ise ancak gelişmiş bir sanayi temelinde kurulabilir. Rusya’da sosyalist devrim yanlıştır çünkü iktidar elde tutulamaz, kaybedilir. Bu nedenle demokratik devrime evet, sosyalist devrime hayır…

Lenin ve Bolşevikler ise önce Rusya’da devrimin Batı Avrupa ülkelerinde devrimci iktidarlara yol açacağını düşünüyorlardı. Macaristan ve Almanya’da yapılan girişimler başarıya ulaşamayınca, askeri yoldan 1921’de kızıl iktidarı yaymak girişimi de başarısız olunca (Kızıl Ordu Polonya’ya saldırmış ve yenilmişti ve çok ilginçtir Polonyalı komünistler de Kızıl Ordu’ya karşı savaşanlar safında yer almıştı) yalnız kaldıklarını anladılar. İktidarı bırakmak yerine Marksizm’de bulunmayan bir görüş getirdiler. Lenin; sosyalizmin gelişmiş sanayi temelinde kurulacağı doğrudur ama bu düzeye sadece kapitalizm koşullarında ulaşılabilir diye hiçbir yerde yazmıyor” diyerek, üretim araçlarında toplumsal mülkiyet koşullarında bu gelişmişliğe daha hızlı ulaşılabileceğini savundu.

Lenin ve özellikle Stalin dönemine “sosyalist modernizm” adının verilmesi bu nedenledir. O güne kadar modernizmin başka bir deyişle sanayileşme ve bunun sonuçlarının (kent nüfusunun artması, kadınların iş hayatına girmesi, kapalı kırsal ekonominin yıkılması, işçi sınıfının sayısının büyümesi, okur-yazarlığın artması) gibi gelişmelerin ancak burjuvazinin iktidarı altında gerçekleşebileceği düşünülürdü. Lenin bunun sosyalist iktidar altında da yapılabileceğini savundu ve Stalin döneminde de bu yapıldı.

SSCB yirmi yılda yarı feodal bir ülkeden bir sanayi ülkesine dönüştü. En ileri sanayi ülkesi değildi ama artık aynı düzlemde yer alıyordu.

1960’lı yıllarda SSCB’ye beslenen büyük sempatide “aynısını biz de yapabiliriz” düşüncesinin özel önemi vardır. SSCB sömürge ülkelerdeki kurtuluş savaşlarını desteklemiş ve onlara önemli bir örnek sunmuştu.

SSCB’nin 1925-1941 arasındaki büyük dönüşüm sürecinde geleceğe bıraktığı büyük sorunları dikkate almadığınızda (bunun için bu dönemin tarihinin bilinmesi gerekir) böyle düşünülmesi normaldir. SSCB’nin ABD ve diğer önemli kapitalist ülkelerin yaptığı bilimsel-teknolojik devrimi 1980’li yıllarda başaramamasının kökenleri biraz burada ama özellikle de 1960’lı yıllarda aranmalıdır. Bu yıllarda sosyalist ülkelerde konu tartışılmış, böyle devam edilirse çöküşün kaçınılmaz olarak geleceği belirtilmiş ama bu görüşün savunucuları ağır basamamışlardı.

Doğan Avcıoğlu bugün yaşasaydı SSCB deneyimine hiç ama hiç sempati duymazdı, ama 1960’lı yıllarda durum başkaydı.

O dönemi Leninizm adına tekrarlamaya kalkmak, çuvallamakla eşdeğerdir.

Oldu olacak, Mihri Belli gibi, “sosyalizmle Kemalizm arasında aşılmaz duvarlar yoktur” da deyiverin bari…

Kemalizmin farklı yorumlarının olabileceğini ve ordu içinde en azından ülkedeki ABD egemenliğine karşı olmak çerçevesindeki bir yorumun önemli olduğunu görmek ve bu kesimi mücadelede yanına çekmeye çalışmak önemlidir. Mahir Çayan bunu görebilmiş İbrahim Kaypakkaya görememiştir. Önemli olan o dönemde bunu görmektir, yoksa bu dönemde ordu içinde böyle bir ayrım yıllardan beri bulunmamaktadır.

 

SONUÇ

Marksist olmadığını yıllardan beri gerekçeleriyle açıklayan birisi bunları neden söyler, gibi bir soru akla gelebilir.

Anti kapitalist mücadele kendisinden önceki bütün birikimi dikkate almak zorundadır ve bu birikimde Lenin’in özel bir yeri vardır. Lenin, Marksizm’e politika teorisini getiren kişidir. Gerçi Marksizmin başka bir önemli eksiğinde, devlet teorisi konusunda bilineni tekrarlamakla yetinmiştir ama bu katkısı yine de önemlidir.

Marx’a dönerek çözüm arayanların Lenin’e de dönmelerini salık veririm. Marx’ta herhangi bir çözüm bulamazsınız, Lenin’de ise daha fazla çıkış yolu bulabilirsiniz.

Lenin bugün yaşasaydı Marksizmi tanınmayacak kadar değiştirir başka bir deyişle marksist olmaktan çıkardı. Yeni gelişmeleri, güçleri dikkate alır ve geçmişteki teoriye kesinlikle bağlı kalmazdı.

Tarihte başarısız mı oldular? Böyle de denilebilir çünkü kurdukları ülke, büyük bir ülke 100 yıl bile yaşayamadı. Ama 20. yüzyıl tarihini derinden etkilediler ve yanlışları fazla olsa bile en azından yanlış yapmasını becerdiler.

Bugünkü Marksistler daha yanlış yapmasını bile beceremiyorlar…