Şuanda 346 konuk çevrimiçi
BugünBugün5771
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13495
Bu ayBu ay13495
ToplamToplam10481919
Devrimci Yol ve Tarihle Söyleşiler PDF Yazdır e-Posta


Bu yazı, ilkini sadece Tarihle Söyleşiler başlığıyla yazdığım yazının devamıdır.

Ali Başpınar, M. Ali Yılmaz, Melih Pekdemir ve Ali Alfatlı ile uzun söyleşileri içeren kitabın bazı bölümlerini hayretle okudum.

Sonra da neden hayret ettiğimi kendime sordum. Kitap, döneme ait olguları ön planda rol oynayanların ifadesiyle ortaya serdiği gibi, önemli bir işlevi daha yerine getiriyor ve Devrimci Yol’un bilinçaltındaki bazı unsurları da ortaya koyuyor.

Sadece kişilerin değil, grupların, örgütlerin, halkın da bilinçaltı vardır.

Bilinçaltına nasıl girebilirsiniz? Adı üzerinde, bilinçaltı ya da buna sahip olan kişi bile farkında değil…

Kişiler için bilinçaltına girmenin yolu biliniyor: kişinin bir psikologa içini dökmesi ve sorulara cevap vermesi…

Aynı yöntemin çok sayıda insana uygulanabilmesi mümkün değil…

Bunu düşünürken, Tarihle Söyleşiler kitabını hazırlayanların, muhtemelen farkında olmadan, Devrimci Yol’un önder insanlarının bilinçaltı konusunda da önemli veriler sağladıklarını gördüm.

Tek tek yapılan uzun söyleşiler, kişinin anlatması ve sorulara cevap vermesi ve ilgili metni bilinçaltı konusunu akılda tutarak okumak…

Büyük sayıların, mesela büyük bir hareketi kendi yönünden anlatan kişinin, bilinçaltı meselesi geliyor gündeme… Burada önemli olan, birkaç kişinin anlatımındaki ortak noktaları bulmaktır.

Bu bulguya şunu da eklemek gerekir: bilinçaltı konusundaki önemli bir tespite göre (Adorno’nundur), bilinçaltı mantıksızlığın başladığı yerde ortaya çıkar. Bir süreç vardır ve bir noktada sürecin mantığına uymayan bir şey ortaya çıkar… Bilinçaltı burada aranmalıdır.

Bu yöntem daha sonra Alfred Lorenzer ve H. Dieter König tarafından geliştirildi.

Konuya gelirsek…

Daha önce de Oğuzhan Müftüoğlu ile benzer bir söyleşinin yer aldığı bir kitap yayınlanmıştı.

Oğuzhan Müftüoğlu’nun anlattıklarıyla birlikte Tarihle Söyleşiler kitabında da Ali Başpınar haricinde (ki vefatı nedeniyle söyleşi tamamlanamamış) M. Ali Yılmaz, Ali Alfatlı ve Melih Pekdemir’de ortak olan konulardan bir tanesi Acilciler’dir.

Burada açık bir mantıksızlık var. Şöyle ki:

Devrimci Yol’un Acilciler hakkındaki değerlendirmesi bilinir ve söyleşilerde de belirtiliyor: etkisiz bir gruptur, hayatın içinde yoktur, insanlara çengel atarak pasifleştirir vb. Acilciler’in teorik olarak zayıf olduğunu iddia eden bile bulunuyor!

Bunların hepsi doğru ise, sormak gerekir: Oğuzhan Müftüoğlu’nun uzun anlatımının yanı sıra, Tarihle Söyleşiler kitabında Kurtuluş’tan sonra en çok sözü edilen örgüt Acilciler’dir.

Bu kadar işe yaramaz bir örgütten normal olarak söz etmeye değmemesi gerekir.

Soru soran kişi de eski DY’li olmalı ve Acilciler’i sormadan duramıyor.

Kurtuluş kadar Acilciler’i de soruyor.

Normal olarak buna gerek olmaması gerekir, ama gerek vardır çünkü özellikle 1975-76 döneminde ve özellikle Ankara’da Acilciler ile Devrimci Yol arasındaki mücadele önemlidir. Bu mücadele daha sonra ülkenin değişik yerlerinde sürmüştür.

Oğuzhan Müftüoğlu herkesten daha açık konuşmuş ve Devrimci Yol’un görüşlerinin silahlı mücadele örgütleriyle ideolojik mücadele içinde şekillendiğini belirtmiş. (Konuyla ilgili olan yazılara bakınız: Oğuzhan Müftüoğlu ve Acilciler, sitede ( enginerkiner.org) benim yazılarım bölümünde 30. sayfada 596 nolu yazı. Toplam üç yazıdır ve diğer yazılar da hemen üzerinde bulunmaktadır. Bu yazının ardından başka yazılar geldikçe yazı numarası da büyüyecektir. İlk yazı 9.10.2011’de yazılmış. Yazıların okunma sayıları bugün itibariyle 2850 ile 3113 arasında değişiyor. Bu ilgiden hiç şikayetçi değilim doğrusu!)

Acilciler’den başka yazı yazan silahlı mücadele grubu bulunmadığına göre, Oğuzhan’ın kimi kastettiği anlaşılıyor.

Gerçekten de böyle oldu. Aramızda çok sayıda yazılı ve sözlü polemik yaşandı ve bu sürecin de aradan 35 yıl geçtikten sonra bile etkisi herhalde kalacaktır.

Kitapta beni hayrete düşüren ama bilinçaltıyla ilişkisi bulunmayan bir nokta daha var. Daha önce duymuştum ama birinci elden anlatımını ilk kez okuyorum:

DY halkın içindedir, kitleseldir tespitlerini biliyoruz. Bu örgüt 1980 yılı yazında legal bir siyasi parti kurmayı ve ilk seçimde 15-30 milletvekili kazanarak TBMM’de kendisini doğrudan temsil etmeyi planlıyor. Bununla ilgili uzun tartışmalar yapılıyor.

Yaklaşık iki ay sonra da 12 Eylül geliyor.

Ali Alfatlı kitabın 89-90. sayfalarında bu süreci ayrıntılarıyla anlatıyor.

Herkes yanlış değerlendirme yapabilir, mümkündür. Ama burada yapılan yanlışı kavramakta insan zorlanıyor. Bu yanlış örgüte hakim psikolojinin göstergesidir: biz büyüğüz, o kadar büyüğüz ki, devrimci hareket bizden sorulur!

12 Eylül’ün ardından yaşanılan büyük dağılma, Mamak’ta bir arada olunduğu halde direniş örgütlenememesi, bir araya gelindiğinde konuşamamak, örgüt militanları arasındaki büyük güvensizlik; bunların tümü o psikolojinin yıkılmasının sonuçlarıdır. Öyle bir yıkılıyor ki, büyük güvensizlikler oluşuyor ve kopuşlar geliyor. Bir daha da tamir edilemiyor.

Ali Alfatlı’nın bu konudaki saptamaları gerçekçidir: herkes yenilebilir, nitekim dünya devrimci pratiğinde çok sayıda örgüt yenilmiştir ama kendilerini toparlayabilmişler ve hatta bazıları devrim de yapabilmişlerdir.

Ne ki, 12 Eylül öncesinde sahip olunan ve büyük oranda görüntüye dayanan o büyüklük imajı öyle bir çöküyor ki, insanların psikolojilerini onarabilmek mümkün olmuyor.

Tarihle Söyleşiler dikkatle okunursa, 12 Eylül öncesindeki o psikolojinin hızla çöküşünün yarattığı ve bir türlü kurtulunamayan travma görülebilir.

Aradan 34 yıl geçti ama 12 Eylül zihinlerde hala sürüyor.