Şuanda 354 konuk çevrimiçi
BugünBugün5777
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13501
Bu ayBu ay13501
ToplamToplam10481925
Nazım sorunu PDF Yazdır e-Posta


   Bu ülkede Nâzım sorunu bitmez. Bitmiş gibi göründüğü zaman, yeniden başlar.

   Yıllardan beri bitmiş gibi görünüyordu. Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı yıllardır çalışıyor, Nâzım’ın yapıtlarının sürekli yeni baskıları yapılıyor. Dahası, Alpaslan Türkeş bile bir toplantıda Nâzım’dan bir dize okumamış mıydı? O, oldukça gecikmiş olarak da olsa, Türkiye kültürünün herkesçe kabul edilen bir parçası olmaya doğru gidiyordu. Derken, Yılmaz Güney’e karşı açılan kampanyanın ardından, Nâzım’a da saldırılar başladı.

   Bunlara cevap vermek gerekir miydi? Türkçe’de “Eşek hoşaftan ne anlar?“ diye bir söz vardır. Cahil bir insanın değerli bir şeyden anlamayacağını belirtmek için kullanılır. Nâzım’a yönelik saldırıların –eleştiri değil- düzeyine bakınca, insan bu sözü hatırlamadan yapamıyor. Bu düzeysizliğe karşın yine de cevap vermek gerekiyordu, verildi de.

   “Ne istiyorlar Nâzım’dan?“ diye sorulabilir. Yanıtı, Türkiye tarihinde yatıyor.

   Türkiye Cumhuriyeti 77 yaşında. Bu ülkenin dünyaca tanınan en büyük şairine yaptıklarını bir yana bırakalım. Nâzım öldükten sonra bile serbest olamadı. 12 Mart 1971 darbesinden sonra baskın yapılan evlerde, Nâzım Hikmet’le ilgili her çeşit materyale “suç unsuru“ ve “komünizm propagandası yapmanın kanıtı“ olarak el konulurdu. Nâzım’ın bu ülkede özgürleşebilmesi için, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra en az elli yıl geçmesi gerekti.

   Nâzım, komünistti. Türkiye yöneticileri için dünyadaki en tehlikeli şey, komşu Sovyetler Birliği’ndeki rejimdi. Nâzım sadece politik şiir yazan birisi olsaydı, bu kadar önemsenmezdi. O, iyi bir şairdi ve şiirleri insanları sosyalizme –en azından yaklaştırmakta- ciddi bir işlev görüyordu. Nâzım’ın yıllarca hapsedilmesi, şiirlerinin sık sık yasaklanması bu nedenledir.

   Bu ülkede, 1950 öncesi yıllarda, sosyalist fikirlerin biraz olsun yayılmasında Nâzım’ın şiirlerinin önemli payı vardır. 1960’lı yılların ilk yarısında bile, solcu olmak, öncelikle Nâzım Hikmet’i sevmek ve okumak anlamına geliyordu. Şimdi bile Nâzım’ın şiirlerini sevdiğini söyleyen bir insan, tanınmış bir sağcı değilse, en azından ilk aşamada sol görüşlü olarak değerlendirilir.

   Bu ülkede sağ’ın Nâzım’la hesabını bitirmesi, O’nu her fırsatta ve düşünülebilecek her yolu deneyerek yıpratmamaya çalışması mümkün mü?

   Nâzım, onlar için, artık yaşamıyor olsa bile büyük bir düşmandır.

   Nâzım, bu ülkede solun da aynasıdır.

   Önce TKP’deki darlık ve sekterlik, oldukça çetin olan 1930’lu yılları daha da zor duruma getirir. Nâzım’ın sosyalizmle özdeşleşmiş büyük prestijinin biraz da çarçur edilmesine neden olurlar.

   Darlık ve sekterlik sürer. 1970’li yılların ikinci yarısı; Zekeriya Sertel, Milliyet’te Nâzım’la ilgili anılarını yazmaktadır. Bir gün plajda Nâzım dolaşırken, yanlarından geçen bir adamdan oldukça uzakta güzel bir kadının kumsalda oturduğunu duyar. O kadını görebilmek için uzun bir mesafeyi yürür. Zekeriya Sertel, “Nâzım güzel kadınlardan hoşlanırdı“ anlamına gelen bu anısını yazınca kıyamet koptu. Bazı ilerici sanatçılarımız ayağa kalktılar ve yazılanları Nâzım’a saldırı olarak yorumladılar. Sertel, bu gerekçeyle kınanırken, Aziz Nesin duruma müdahale etmiş ve fikir özgürlüğünden hareketle yazarı savunmuştu.

   O yazı şimdi yayınlanmış olsaydı, kimse tepki göstermezdi. Her dönemin kendine özgü darlıkları var.

   O zamanın anlayışına göre Nâzım büyük adamdı, bir simgeydi; dolayısıyla herhangi bir konuda ve hiç kimse tarafından eksik ya da yanlış olarak değerlendirilebilecek bir özelliği olamazdı.

   Sertel’in yazdıkları insan Nâzım’ı anlatmak içindir. Çok masum bir örnek üzerine bile fırtına koparanların, Nâzım’ın insan yanı tümüyle, hataları ve eksikleriyle anlatılabilseydi eğer, kıyametleri koparacaklarına kuşku yok. Aslında onlar, bir sembolün yaralanmasından değil, kendilerinden korkuyorlardı. Bir insanın yeterince büyük yanları varsa, eksik ve zaaflı yanları onu fazla rahatsız etmez. Ne kadar aşmaya çalışırsanız çalışın, bu tür yanlarınız olacaktır. Ne var ki, bu yanlar, sözkonusu kişiyi ilahlaştıran, tabulaştıranları, kendi zaaflarını kapatabilmek için böyle yapmaya ihtiyaç duyanları rahatsız eder. Eğer kendinize tapılacak bir Allah arıyorsanız, onda bulunabilecek en doğal “kusuru“ bile kabullenemezsiniz. Büyük hiçbir yanınız yoktur ki, rahat olasınız. Böyle insanlar her konuda büyük olmaya çalışır, bu amaçla zorlamalara başvururlar; sonunda hiçbir şey olamazlar.

   Her dönemin kendine özgü darlıkları vardır, dedik. Darlık sürüyor… 1980’li yıllar: “ Nâzım her konuda şiir yazmış, Kürtler üzerine yazmamış.“ Ve buradan çıkarılan çeşitli sonuçlar… Sadece Nâzım’ın değil, birçok ülkedeki sosyalist sanatçıların ve partilerin Komüntern ve SSCB’nin çizgisi dışında hareket etmedikleri; nazilerin psikolojik ve fiziki terörünün işgal altında olsun ya da olmasın bütün ülkelere yayıldığı, Stalin’e ve SSCB’ye mutlak inanç olmadan ayakta kalmanın neredeyse mümkün olmadığı yıllar… Nâzım, o yılların insanıdır. Yapamadıkları da vardır, ama dünyanın kendi çevrenizde döndüğünü düşünmüyorsanız, insanlar öncelikle yaptıklarıyla değerlendirilirler.

   Son döneme geliyoruz… “Burjuva Nâzım’in içeriğini boşaltmaya çalışıyor. Nâzım komünistti, aşk şairi değildi.“ Doğru, içeriğini boşaltmaya çalışıyorlar, ama, buna karşılık “ Nâzım’ı onlara bırakmayacağız“ gibi sözlere ne gerek var? Ne kadar zayıf ve güvensiz durumdayız!

   Nâzım, içi boşaltılamayacak kadar dolu bir insan.

 

 

Avrupa’da ve Türkiye’de Yazın, Sayı 91, 2000