Şuanda 185 konuk çevrimiçi
BugünBugün5593
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13317
Bu ayBu ay13317
ToplamToplam10481741
Belma'ya Mektuplar: 43-47. bölümler PDF Yazdır e-Posta


Bu seferki beş mektupta hayatı gözden geçirme ve insan analizleri dışında iki önemli bölüm var.

İlkinde, daha önce gereksiz insanlarla boşuna zaman harcadığımızı, onlarla çok uğraştığımızı ve bunun hata olduğunu belirtiyorum. Belma kimler olduklarını biliyor ve zaten kendisi de aynı düşüncede…

Bu anlayışı sonraki yıllarda da sürdürdüm ve kimseyle gereğinden daha uzun uğraşmadım. Devrimcilik zorlamayla yapılan bir iş değil, istiyorsan yaparsın, istemiyorsan eğer zorlamayla olmaz…

O yıllarda “bana bir şey verilmedi” şikayetini sıkça duyardık. Günü kaldıramayan çok kişi bu gerekçenin arkasına sığınırdı. Bu gerekçeyi tanıyorduk. Versen de zaten bir şey olmuyordu. Bu nedenle, “peki sen uğraşılmaya değecek birisi misin? Ne özelliğin var da sana ayrıca zaman ayrılmasını istiyorsun?” sorularını gündeme getirmek gerektiğini düşünüyordum. Belma ziyaretine gelen iyi tanıdığı bir kadına, onun sorduklarına karşılık olarak, iyi bir cevap veriyor: “Bazı şeyleri öğrenmeyi hak etmiş olmak gerekir.”

Başka deyişle, “sen bir şey yapmıyorsun, bu durumda beni ziyaret edip biraz da bilgi alarak kendini tatmin etmene izin vermeyeceğim”.

Evet, aynen böyle…

Memlekette insan mı kalmadı? Aynı enerjiyi, zamanı başkalarına versek muhtemelen daha iyi sonuç alırdık. Bazılarından gerçekten de aldık. Bazılarından alınamıyorsa, uğraşmanın ne gereği var?

Aynı anlayışı halen sürdürüyorum.

İkinci konu, benim zor kararımla, ilk kızımla ilgilidir. Epeyce düşündükten sonra onu hayatımdan çıkarmaya karar verdim. İlgili mektupta da açıkladığım gibi sürekli olarak bana karşı silah olarak kullanılıyordu. Yakalandığımda bir yaşında bile değildi ve doğal olarak dünyadan haberi yoktu. Çocuğu artık ayrı olunan eski eşe karşı kullanmak sık rastlanılan neredeyse tipik bir özelliktir. Zor bir karar verip tüm ilişkimi kestim ve bunu da ilgili herkesi bildirdim. Onun gelişmesini etkileme şansım yoktu. Kim bilir kaç yıl hapishanede kalacaktım?

İlgili mektubu yazdıktan bir buçuk yıl kadar sonra Selimiye Askeri Cezaevi’nde iken annesi ve çocuk ziyarete geldi. Yanılmamışım, üç yaşındaki çocuğun bana düşman olduğu davranışlarından belli oluyordu. Ne yapalım, durumu değiştirebilecek imkana sahip değildim.

Paris’e geldiğimde arada telefon edip konuşuyordum ama durum belliydi…

Çok sonra, sanırım aradan yirmi yıl kadar geçtikten sonra internet üzerinden beni buldu. Epeyce yazıştık… Acayip öfkeliydi. Normal, baban seni bırakıp gitti, söylemiyle büyüyen bir çocuk başka ne yapsın?

İyi de, İstanbul’da doğmuş, İzmir’de büyümüş, ODTÜ bitirmiş bir insanın o çevreden çıkabilmesi gerekirdi. Köyde büyüse anlarım ama elinde imkan vardı, kullanmamış, o çevrede kalmış…

Baba ile çocuk arasında sosyal ilişki olmayınca, sosyal ilişki hiç yaşanmamış olunca, biyolojik ilişki anlam taşımaz ya da ancak Türk filmlerinde anlam taşır. Bu saatten sonra ancak iki iyi arkadaş olunurdu, onun da bir süre sonra olmayacağı ortaya çıktı.

Sıkı kemalistti ve benim kızacağımı sanıyordu. Hiç kızmadım, benim tepki vermememe kendisi kızdı ve sonra bir daha da görüşmedik.

Kız kardeşimle konuştuğumda arada bir “bu çocuk daha iyi olabilirdi” der. Evet, olabilirdi ama elimde hiç imkan yoktu. “Senin elinde şu imkan vardı, kullanmadın” denilse, eleştiriyi kabul ederim, ama kimse böyle bir şey söyleyemiyor. İmkan olmayınca da kendi kendine dertlenmenin anlamı bulunmuyor.

Benzer sorunlar ikinci kızımda da çıktı ama bu kez elim kolum bağlı değildi. Bilinen uygulama, yine engellemeler yapılmaya çalışıldı ama bu sefer yürümedi. Bu sefer hareket imkanım vardı. Sınıfta kaldı, okulda kötü duruma düştü, sonra biraz düzeldi, annesinden ayrılıp bana geldi. Bir yıl sonra uyarmak zorunda kaldım: “Derslerinde iyi ol dedim ama okul birincisi olmaya ne gerek var!” Anlıyorum tabii, kendini ispat tarzı bu…

Almanya okul sisteminde liseye gidememişti, tekrar aynı düzeye yükselip gitti, liseyi bitirdi. Ardından matematik öğretmeni olmak için üniversiteye başladı, sonra öğretmenlikten vazgeçti. Bir ara bocaladı, şirket muhasebeciliğini istedi, biraz beklemesi gerekiyordu. “Ne gerek var, doğa bilimleri okusana, fiziğin iyi, oraya gir” dedim. “Fizik zor” dedi. Kolay olan ne var ki!

Fizik bölümüne girdi (öğretmenlik değil, bunun için ayrı eğitim alınıyor. Matematikçi ve fizikçi firmalar tarafından çok aranıyor). Şimdi ikinci sınıfta, iyi gidiyor. Bütün bunları aynı zamanda çalışarak yaptı, şimdi burs da aldı, artık gerisini kendisi yapar.

Kendine güvenen sağlam bir kişiliği var, gerisi de çok önemli değil…

Hiçbir zaman annesiyle bağını kesmesini istemedim ve kesmedi de…

Bu şekilde dengeli bir gelişme yaşadı ve bundan sonrasını artık kendisi yapar…

24 yaşında, gerisi kendisine ait…

Deniz’in de Ömür gibi sağlam ve kendine güvenen bir kişiliğe sahip olmasını, ben dahil kimseye bağlı olmamasını isterdim ama, imkanım yoktu…

İnsan içine doğacağı ortamı kendisi seçemiyor ve pekala uygunsuz bir ortama doğabiliyor.

Çaba gösterip oradan kurtulabilmesi gerekir. Hele de imkanları varsa mutlaka yapabilmesi gerekir…

İnsanın kendisine karşı önemli sorumlulukları olduğuna her zaman inandım ve bu nedenle de bir şeyi yapamayınca birilerini suçlamayıp hep kendime baktım. Evet, negatif etkileri olan insanlar da olmuştur ama sonuçta ben yapamadım.

İnsanın kendi sorumluluğu vardır ve bunu bilmesi gerekir.

Eskiden de buna inanırdım ve hala aynı düşüncedeyim.

 

www.enginerkiner-mektuplar.blogspot.com