Şuanda 192 konuk çevrimiçi
BugünBugün5599
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13323
Bu ayBu ay13323
ToplamToplam10481747
Türkiye: alt emperyalizmin yükselmesi ve düşmesi PDF Yazdır e-Posta


Alt emperyalizmde iki nokta önemlidir:

İlki, alt emperyalizmde sermaye ihracı zorunlu değildir. Emperyalizm kelimesini görünce sermaye ihracından başka bir şey hatırlamayanların böyle düşünmesi normaldir. Bu kişiler emperyalizmi Lenin’in bu isimli kitabı yazdığı zamanki gibi sanıyorlar…

ABD dünyanın en borçlu ve en fazla sermaye ithal eden ülkelerinden bir tanesidir.

Bu durum ABD’nin en güçlü emperyalist ülke olmasını dışlamıyor.

Emperyalizmi esas olarak ekonomik temelde düşünür, devleti analize dahil etmezseniz, varılacak yer burasıdır.

Ülkemizde bir süreden beri görülen emperyalizm konusundaki kargaşada da Lenin’in emperyalizm tahlilinin rolü bulunuyor. Bu tahlil emperyalizmi kavramanın önünde, kısa olmayan bir süreden beri engel durumundadır.

Bunun aşırı bir örneğini ulusalcı denilen kesimde görebiliyoruz. Başlarına taş düşse emperyalizmden bilecekler… Ne ki, örnekler onlarla sınırlı değildir, olup biten her şeyi emperyalizmin planlarına bağlayanlar az değildir.

Alt emperyalizmin ikinci özelliği, bölgesel güç olmasıdır. Bu güç 2000 öncesi Türkiyesinde olduğu gibi esas olarak askeri olabileceği gibi, esas olarak ekonomik (Güney Kore örneği) de olabilir. Veya ekonomik ve askeri faktörler birleşebilir.

Güney Kore, Tayvan bir dönemler ekonomik alt emperyalizme örnek gösterilenler arasındaydı. Konumları Japonya’nın konumuna bağlıydı ve bu ülkenin ekonomik olarak gerilemesiyle birlikte bu ülkelerin de eski konumu kalmadı.

İsrail, Brezilya izlenmesi gereken örneklerdir.

Her ülke kendi özelinde ayrıca ele alınmalıdır…

Gelelim Türkiye’ye…

1990-2000 yılları arasında Türkiye, Rusya Federasyonu ile Kafkaslar ve Orta Asya’da egemenlik rekabetine girdi. ABD, Türkiye’yi destekliyordu, bu alana Türki cumhuriyetler üzerinde etkin olduğu varsayılan Türkiye vasıtasıyla girmek istiyordu. Hatırlanacaktır, zamanın partisi ANAP, ön plandaki kişi de Özal idi.

“Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar 200 milyonluk Türkiye” belirlemesi kendisine aittir.

Bu politika başarısızlıkla sonuçlandı. Türkiye bu alanda hiçbir şey yapamadı denilemez, ama yapabildikleri beklentinin oldukça altında kaldı. RF, bu alanda etkinliğini kurdu. Dahası, ABD-RF mücadelesinde Türkiye eski konumunu kaybetti.

Azerbaycan’da Türkiye’nin desteklediği devlet başkanı Elçibey darbeyle devrildi. Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı, Tansu Çiller’in başbakan olduğu dönemde Türkiye yeni devlet başkanı Aliyev’e karşı (SSCB Politik Bürosu’nda KGB sorumlusu idi) darbe yapmaya kalktı, ama kısa sürede bu ülkedeki elçisini geri çağırmak zorunda kalacaktı.

Gürcistan’da devlet başkanı olan (eski SSCB Dışişleri Bakanı) Schewardnadze’nin korumalarının maaşını bir dönem Türkiye ödüyordu. Konumunu sürdüremedi. Gürcistan’ın daha sonraki yönetimi ABD’ye güvenip RF’na kafa tutunca aralarında kısa süren savaşta neye uğradığını şaşırdı. ABD bu ülkeye askeri danışmanlar gönderdiği gibi, RF de ülkenin doğu kesimini neredeyse ilhak etti.

İsrail, İran ile komşu olan Azerbaycan’da askeri üs kurdu.

Türkiye büyük umut bağlanan Bakü-Ceyhan boru hattının yapılmasını sağlayabildi ama Azerbaycan yeterli petrol vermediği için hat tam kapasiteyle çalışmıyor.

Türkmenistan, Kazakistan ve Azerbaycan doğal gaz ve petrolünü Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak Nabucco hattı ise yapılamadı.

Türkiye’nin bu dönemki ideolojisinin eksenini Türkçülük oluşturuyordu. Yöneldiği alan bakımından uygun bir ideolojiydi. Türk Dil Kurumu bu dönemde “Türk Lehçeleri Sözlüğü” çıkardı. Çıkardı ama dilde yakınlık aynı halk olmayı gerektirmiyor. Burada “Türk kökenli” tanımı bile sorunludur. Büyük bir ülke olan Özbekistan’da Özbekler kendilerine Türk denilmesinden hiç hoşlanmazlar. 1402 Ankara Savaşı’nda Yıldırım Beyazıd’ı yenerek Osmanlı İmparatorluğu’nda fetret devrinin başlamasına neden olan Timur, Özbektir.

Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye eskiden hiç yoktu, ANAP döneminde kaybetmesine karşın yine de bir şeyler kazandı, en azından bu alana girebildi.

Bu dış politikanın hayırlı sonuçlarından bir tanesi ise, MHP’nin “esir Türkler” söyleminin bitmesi oldu. MHP’liler SSCB’nin dağılmasının ardından Kafkaslar ve Orta Asya’ya gidip “Moskof mezalimi altında inleyen Türkler”i gördüler ve durumun hiç de sandıkları gibi olmadığını görüp, bu konudaki seslerini kestiler.

Gelelim alt emperyalizmin ikinci evresine…

Bu dönemin partisi AKP, ideolojisi İslamiyet, alanı da Ortadoğu’dur…

Bu evreye yeni Osmanlılık adı da verilmektedir ama bu isimlendirme doğru değildir.

Osmanlı’nın belkemiğinin Balkanlar ve burada yaşayan halklar olduğu unutulmaktadır. Osmanlı, Müslümanların egemen olduğu ama içinde Hristiyan halkları da barındıran bir imparatorluktu ve en gelişmiş bölgesi de Balkanlar’dı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmaya başladığı dönemde bunu engelleyebilmek için yapay bir Osmanlı vatandaşlığı yaratılmaya çalışılmıştı. Osmanlıcılık, Hristiyan Osmanlıları da kapsıyordu. Beklenebileceği gibi tutmadı.

Ardından pan İslamizm geldi, Müslüman olan halkları (Türkler, Kürtler ve Araplar) bir arada tutmak amaçlanıyordu. Bu da Birinci Dünya Savaşı’nda Arapların İngilizlerle birlikte davranması sonucu gerçekleşmedi.

AKP’nin yapmaya çalıştığı pan islamizmin günümüzdeki çeşididir, bir çeşit Osmanlıcılık değil…

AKP, kısa yoldan açıklamak gerekirse, yumurtaların tamamını aynı sepete koydu.

Türkiye, büyük bir ülke olmanın kültürel bileşenine sahip olmadığını da böylece göstermiş oluyordu. Hırslı, atak, fazlasıyla aceleci ve bu nedenle de pervasız ve sonuçta da beklenilene ulaşılamıyor.

Özal döneminde görülenin benzeri bir özellik karşısındayız: ihtiras büyük ama buna uygun çap bulunmuyor. Bunun adına “kifayetsiz muhteris” deniliyor.

RTE kültürel çapsızlığın farkında ve bu nedenle de geçenlerde bilim insanlarına (bunların çoğunun medrese kafalı olduğunu belirtmeye gerek yok) çağrıda bulunarak, Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yılı münasebetiyle araştırmalar yapılmasını, bilimsel incelemeler yayınlanmasını istedi.

Osmanlı bu savaşın önemli aktörlerinden bir tanesiydi ama bu savaşın tarihini İngilizlerden ve Almanlardan öğrenmek zorunda, Türkiye’nin kendi üretimi hayli zayıf durumdadır.

Tek başarılı olunan savaş, Çanakkale Savaşı’nda bile imparatorlukta geniş nüfuzu bulunan Almanların büyük payının bulunduğu ortaya çıkalı daha yeni sayılır…

Bizim tarihimiz çarpıtmaların tarihidir, ne yapar eder kendimizi öne çıkarırız. Gerçek ise, Çanakkale savaşında olduğu gibi yıllar sonra ortaya çıkar.

Tarihin gördüğü en beceriksiz Genelkurmay Başkanı Enver Paşa’yı, 80 bin askeri savaşa giremeden soğuktan dondurmayı beceren, ihtirası çapını kat kat aşan bu kişiyi “milli kahraman” ilan eden ve bu beceriksizliği asla sorgulamayan da bu ülkenin yönetimleridir.

Enver Paşa, Bakü’yü kurtarıp Bolşeviklere teslim eden İttihatçıların başındaydı. “Gerekirse Bolşevik de oluruz” bile diyordu. Birkaç yıl sonra Orta Asya’da Türkistan’ı yeniden kurmak için Bolşevikler’e karşı savaşırken hayatını kaybedecekti.

AKP ve kişi olarak RTE’nin Ortadoğu ülkelerindeki prestijinin yükselmesi ve düşmesiyle ilgili olaylar üzerinde durmayacağım. Bunlar biliniyor…

Bunun yerine yükselme ve düşme faktörleri üzerinde durmak yerinde olur.

Türkiye’nin Ortadoğu’da yükselmesinde ekonomik gücün önemli yeri bulunuyor.

Yirmi yıl önce Türkiye şirketlerinin Arap ülkelerinde büyük inşaat ihaleleri almaları, değişik sanayi dallarında büyük ihracat yapmaları, Güney Kürdistan’ın neredeyse her ihtiyacının Türkiye’den karşılanıyor olması söz konusu değildi. Türkiye bir dönem Suriye’ye de büyük ihracat yapıyordu, bu ihracat bitmemiş olmakla birlikte Suriye’deki iç savaş ve AKP’nin tutumu nedeniyle hayli gerilemiş durumdadır.

Keza petrol dahil olmak üzere değişik alanlarda ihracat yasağı uygulanan İran’ın Türkiye üzerinden ihracat yaptığı ve Türkiye’nin de gerekli komisyonunu aldığı da biliniyor.

Türkiye’nin bu konumunda değişiklik olmadı. İsrail ile yoğun ekonomik işbirliği –arada atılan diplomatik postalara rağmen- sürüyor. Arap ülkelerine yönelik ticari faaliyette, özellikle Mısır’a yönelik olanda gerileme bulunuyor, ama bölgede köklü bir değişmeden söz etmek mümkün görünmüyor.

Kültürel etkiye gelince…

Tür dizilerinin Arap televizyonlarında gösterilmesi eskisine göre azaldı ama sürüyor. Kültürel etkinin önemli bileşenlerinden birisi olan dilin yaygınlaşması, Güney Kürdistan dışında gerçekleşmedi. Kürtçeye önem veriliyor ve yeterince olmasa da bu dilde eğitim yapılıyor. Bu durum Türkçeyi geriletmedi, tersine yaygınlaştırdı bile denilebilir, özellikle Güney Kürdistan’da…

Askeri olarak bakıldığında Türkiye’nin durumu eskisine göre daha geridedir. AKP dönemi, içerde olduğu gibi dışarıda da ordunun ön planda görünmediği bir dönemdir. Ordunun yerini içerde polis almıştır.

AKP’nin Ortadoğu’daki etkinliği zayıfladı, ama buradan neredeyse ortadan kalktı gibi bir sonuca varmak yanlış olur. Bizde politik tahliller kişilerin istek ve psikolojik durumlarına göre yapıldığı için böylesi değerlendirmelere rastlanabiliyor. Ne ki, bunlar gerçek değildir.

AKP’nin çapsızlığını unutarak aşırı ihtiraslı davranması, ABD’den bile daha pervasız hareket etmesi ona kaybettirdi. ABD hatasından öğreniyor ve politikasını ona göre ayarlıyor, Türkiye daha geç öğreniyor.

Arap ülkelerinde ılımlı İslam sayılan Müslüman Kardeşler’i desteklemenin kaçınılmaz olarak El Kaide ve benzeri örgütlerin güçlenmesine yol açacağı görüldü. Arap ülkelerinde İslamiyet Türkiye’ye göre daha fazla topluma nüfuz etmiş durumdadır. Bu nedenle bu tür örgütlerin gelişmesi için zemin daha elverişlidir. ABD bunu gördü, Türkiye göremedi ve Müslüman Kardeşler’i desteklemeyi sürdürdü. Bunun da bedeli bu örgütün Tunus’taki seçimi kaybetmesi, Mısır’da iktidardan uzaklaştırılması ve İslam Devleti, El Kaide türevleri gibi örgütlerin güçlenmesiyle birlikte açık başarısızlık oldu.

Ortadoğu gibi kaygan bir bölgede, yumurtaları aynı sepete koyup tek yönlü politika izlemek başarısızlıktan başka sonuç vermez. Ortadoğu’da konumlar sürekli değişir, sözler tutulmamak için verilir, dost ve düşman sürekli yer değiştirir. Bu kadar kaygan bir zeminde birkaç yönlü politika izleneniz, kimseye kesin angaje olmamanız gerekir…

AKP sıkı Müslüman ama Ortadoğu’yu anlayamamış, daha öğrenmesi gerekenler bulunuyor.

Buradan Kobani’ye geçeceğim…

AKP’nin Kobani’ye yönelik politikası başarısız oldu, ama hepsi bu kadar mı?

Ve buradan hareketle AKP’nin Ortadoğu’da etkisinin kalmadığını söylemek sadece yanılgı olur.

 

Sürecek…