Şuanda 268 konuk çevrimiçi
BugünBugün5671
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13395
Bu ayBu ay13395
ToplamToplam10481819
Doğan Tarkan ve Nasuh Mitap: iki isim, tek cenaze töreni PDF Yazdır e-Posta


Nasuh Mitap’ı Ankara’dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

Cenaze namazıyla yapılan cenaze törenine bir kere daha canım sıkıldı da diyemeyeceğim…

Devrimcilerin bu türlü davranışlarına alıştık…

Bir türlü savunurlar, başka türlü yaparlar…

Hayatları boyunca ateist olarak yaşarlar, ölünce mümin olurlar!

Böyle davranmanın kişileri küçültmekten başka işe yaramadığını da sanırım anlamazlar…

Doğan Tarkan’ın cenaze töreninde de aynısı olmuştu.

Yeni bir yazı yazmak yerine yaklaşık bir yıl önce yazdığım yazıyı yeniden yayınlıyorum.

Doğan Tarkan yerine Nasuh Mitap yazın; değişen başka bir şey bulunmuyor…

 

 

Doğan Tarkan’ın ölümü ve cenaze töreni

 

Doğan Tarkan’ı sadece isim olarak biliyorum ve hiç karşılaşmadığımızı hatırlıyorum.

Kendisi solun bilinen isimlerinden bir tanesidir ve böyle olduğu için de camide cenaze namazı kılınarak kaldırılan cenazesi özellikle canımı sıktı.

Doğan Tarkan’ın ateist olduğunu düşünüyorum. Kendisini tanımadığım için böyle konuşuyorum ama bizim kuşakta herkes ateisttir, bu gerçeğe dayanarak Tarkan’ın da böyle olduğunu düşünüyorum.

Ateist bir insanın cenaze namazı kılınarak ya da dini törenle toprağa verilmesine eskiden beri tepki duydum ve bunun halen süregelmesine de şaşıyorum.

Aslında şaşırmamak gerek: bizdeki solun genel özelliğidir, bir türlü söyler ama başka türlü yapar. Doğan Tarkan için bu durum ne kadar geçerlidir, bilmiyorum. Kendisi dini tören istememiş ama geride kalan yakınları mı böyle istemiştir, bunu da bilmiyorum. Önemli olan sonuçta dini tören yapılmış olmasıdır.

Bu konudaki ilk tartışmayı Hikmet Kıvılcımlı’nın sanırım 30. ölüm yıldönümüyle ilgili olarak Almanya’da yapılan kalabalık bir sempozyumda yaşamıştım.

Hikmet Kıvılcımlı’nın Şişli camisinde cenaze namazı kılındıktan sonra yani dini törenle gömülmesine itiraz etmiş ve “hayatı boyunca ateist olduğunu söyleyerek yaşamış bir insanın bu şekilde toprağa verilmesinin yanlış” olduğunu söylemiştim.

Oradaki Doktorculardan bir tanesi, “Sizin halkın değer yargılarına saygınız yok” demişti.

Bu tipik bir anlayıştır! Halkın değer yargılarına saygı adına sahtekarlığı meşrulaştırmaya çalışan bir anlayış…

Kişi hem dindar hem de Marksist olabilir; itirazım yok.

Latin Amerika ülkelerinde gerilla savaşında hayatını kaybeden rahipler vardı.

Bazı insanlar orada hem din adamı hem de sosyalist idi; neden olmasın?

Bizde de olabilir ve itirazım yok. İtirazım bu işin gizli yapılmasınadır.

Hayatın boyunca ateist olduğunu savunarak yaşarsın, sonra da dini törenle toprağa verilirsin; böyle şey olmaz, olmamalıdır.

İnsanın kendine, kendi inançlarına saygısı yoksa, hiç kimseye saygısı yoktur.

Siz düşündüğünüz gibi yaşayın ve ölün; karşıtlarınız bile size saygı duyar.

Bu ülkede ilk kez açık olarak dini telkin istemeyenler 6 Mayıs 1972’de idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’dır.

Hüseyin İnan aynı zamanda Alevi dedesidir.

İdamdan önce dini telkin dinlemeyi reddettiler.

Ertesi günkü zamanın önde gelen gerici gazetesi Tercüman’ın büyük manşetini hala hatırlarım: Dini telkin istemediler.

Ya da dinsizliklerini orada bile gösterdiler.

Onlar böyle yaptıktan yıllar sonra onlara tepki gösteren mi oldu?

Hayır, tam tersine…

Yaşadıkları gibi öldüler ve karşıtlarının bile saygısını kazandılar.

Dini tören konusunda itiraz olarak denilebilir ki; mevzuat böyle, dini tören yapılmazsa sorun çıkıyor.

Bu doğru değildir.

Aziz Nesin kendi törenini önceden hazırladı. Ne dini tören yaşadı ne de belirli bir yerde mezarı bulunuyor.

Diyelim ki bir geçiş dönemi yaşıyoruz ve en azından cenaze namazı devreden çıkarılabilir. Mezarlığa hoca gelirmiş, birkaç dua mırıldanırmış; olsun o kadar. Bir devrimcinin cenazesine katılanlar da orada başka şeyler söylerler.

Hayatları boyunca ateist olduğunu iddia edenlerin bu işe artık bir yerden başlamaları gerekiyor.

Hayalci değilim; mevcut toplumsal koşullarda dini törenden tümüyle uzaklaşmak mümkün olmayabilir ama atılabilecek bazı adımlar vardır.

Birilerinin yapılan propagandaya, koparılan yaygaraya, psikolojik baskıya aldırmadan kafasını kaldırması gerekiyor.

Cehenneme mi gideceğim?

Gideceksem ben gideceğim, sana ne bundan?

Adını hatırlamadığım bir Fransız filozof cennetin sıkıcı, cehennemin ise renkli bir yer olduğu söylemişti.

Gerçekten de öyle!

Bir tarafta huriler ve gılmanlar geziyor; şarıl şarıl sular akıyor, ağaç gölgelerinde müminler dinleniyor falan filan…

Böyle yerde sıkılırım açıkçası!

Cehennemde çok sayıda tanıdık da bulunacağından orasını tercih ederim.

Bu bir şaka değil, meydan okumadır…

Kendi inancına sahip çıkmadır…

Yazıyı bitirirken aklıma bir şey geldi:

Bizde ölen insan yıkanır!

Neden yıkanır, Allah’ın huzuruna böylece temiz gidecekmiş!

Niye ki, öteki dünyada duş yok mu?

Ne saçma işler ve kimse sesini çıkarmazsa bu saçmalık sürüp gider…