Şuanda 317 konuk çevrimiçi
BugünBugün5738
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13462
Bu ayBu ay13462
ToplamToplam10481886
Meclis örgütlenmesi PDF Yazdır e-Posta


Aşağıda 40 YIL SONRA TDAS başlıklı uzun yazıda –kitapçık demek daha uygun olur aslında- yer alan Meclis Örgütlenmesi ile ilgili bölümü aktarıyorum. Sol hareketin bir bölümü sürekli aynı şeyi deneyerek başarısız olmaktan bıkmadı. İnsanımızdaki öğrenmeye uzak olmak özelliğine alıştım sanıyorum ama bu yine de şaşırmamı engellemiyor.

 

 

MECLİS ÖRGÜTLENMESİ

 

            Devrimci harekette çok sayıda insan merkezi örgütlenmeyle özdeşleştirilen parti örgütlenmesine haklı nedenlerle tepki duyuyor. Hiçbir özelliği olmayan kişilerin çeşitli yollardan merkeze girmeleri, yetki sahibi olmanın yeteneksizliği gizleme aracı olarak kullanılması, insanların konumlarının periyodik olarak yeniden değerlendirilmesi yerine merkeze bir kere girenin sürekli olarak kalması, üyelerin farklı görüş ve insiyatiflerinin bastırılması gibi…

            Demokratik merkeziyetçi (demokratik yanı çok az uygulanmış olmakla birlikte leninist parti örgütlenmesi bu isimle anılır) yapıya karşı, alternatif olarak meclis örgütlenmesi savunulmaktadır.

            Bu örgütlenmede –en azından formel olarak- hiyerarşik yapı yoktur, kararlar üyelerin katıldığı toplantılarda tartışılarak alınır. Merkez yerine koordinasyon denilir ve görevi de yönetmek değil, yapı içindeki değişik insiyatifler arasında eşgüdüm sağlamaktır.

            Meclis örgütlenmesini çekici kılan iki etken daha vardır: 12 Eylül’deki ağır yenilginin faturası merkezi örgütlenmeye çıkarılır ve ek olarak devrimci hareketin en kitlesel örgütlenmesi de bu özelliğini merkezi olmamaya borçlu olduğunu savunmaktadır…

             Meclis tipi örgütlenme birçok konuda benzememesine karşın Sovyet tipi örgütlenmeyi andırıyor. Sovyet ya da konsey tipi örgütlenme büyük kitle hareketlerinin tümünün başlangıcında görülür. Kitle toplanarak karar alır ve uygular ya da yasama ve yürütme arasında ayrım yoktur. Yöneticilerini kendisi seçer ve gerek gördüğü zaman görevden alabilir. Özellikler uzatılabilir… Önemli olan, bu tip örgütlenmenin tarihte ortaya çıkıp kaybolduğuna dikkat etmektir; bu tip örgütlenme sürekli olamamıştır. Karşı tarafın baskısı sonucu şu veya bu düzeydeki kitle hareketi bastırılmış ve Sovyet tipi örgütlenme dağılmıştır. Bir başka neden ise, bu örgütlenmeyi yapanların ısrarcı olmamaları ve kısa süre sonra önemli sorunlarla karşılaşmalarıdır.

            Marx-Engels’in Paris Komünü gibi bir kent ve birkaç aylık zamanla sınırlı önemli ama küçük bir deneyden çıkardıkları büyük sonuçları başka örneklerle irdelemek gerekir. Sovyet örgütlenmesi belediye sınırları dışına çıktığında büyük sorunlarla karşılaşır. Bunu 1918-1919 Almanya devriminde görmek mümkündür. Birimler arasında koordinasyon kurulamaması, bitmez tükenmez tartışmalar, toplumsal yaşamın farklı alanlarının birbirine bağlanmasındaki zorluklar ve diğerleri… (Paris Komünü örneğinde takıp kalmayan ve sonraki uygulamaları da inceleyen önemli bir yapıt için bkz. Pannekoek, 2008, aynı konuda Max Adler’e de bakılabilir.)

            Konuyla ilgili olarak önemli incelemeler yapan Alex Demirovic’in saptaması önemlidir. Sovyet tipi örgütlenme bütün kitle hareketlerinde başlangıçta görülmekle birlikte süreklilik kazanamamıştır. Bu başarısızlık teorinin ilk halinde kalmasını sağlamış ve eleştiriden de muaf kılmıştır. (Bkz. Almanya solunun önemli teorik dergilerinden Prokla, Sayı 155)

            Sonuçta garip bir durum ortaya çıkıyor: Marx-Engels’in Paris Komünü’nde kendini yönetmeyle ilgili görüşlerini okuyup sürekli olarak tekrar ederseniz ve imkan bulduğunuzda hayata geçirmeye çalışırsınız; ne ki, önceki örneklerde görüldüğü gibi teori bir türlü uygulanamaz. Gerekçe olarak burjuvazinin baskısını ya da SBKP örneğinde olduğu gibi Bolşeviklerin önemli bir kesiminin uygulamaya karşı olmasını gösterirsiniz ve bu söylem yıllarca sürüp gider. Teoride yetersizlik olabileceği, bir türlü uygulanamayan bir görüşü sürekli tekrarlamanın anlamsızlığı ise düşünülmez.

            Evet, Sovyet örgütlenmesine dışarıdan ve içerden zorluk çıkarılmıştır, ama bunu söylemek başarısızlık için gerekçe değildir. Engeller ve zorluklar yapılan işe dahildir; böyle düşünülmesi gerekir. Engeller ve zorluklar doğal olarak olacaktır; başarısızlığı bunların çıkarılmasında değil, bunların aşılmasında yeterli olunamamasında aramak gerekir. Soruna bu yönden bakıldığında yerel demokrasi, taban demokrasisi gibi kavramlardaki önemli eksiklikler daha kolay görülebilir.

            Meclis tipi örgütlenmenin tarihi bu kadar uzun değildir, ama başarısızlık konusundaki benzerlik çarpıcıdır.

            Meclis tipi örgütlenmenin devrimci harekette ilk uygulanma örnekleri olarak ülke içinde Fatsa, dışında Almanya örnekleri verilebilir. Fatsa’yı değerlendirme dışı bırakmak gerekir çünkü yapanların anlatısıyla durumu bilen farklı örgütlerden insanların anlatıları birbirinden farklıdır. Fatsa’da demokratik uygulamalar yapıldığı, halkın yönetime katılmasının bir oranda da olsa sağlandığı doğrudur; ne ki aynı Fatsa’da yıllardan beri gerici partilerin seçim kazandığı da gerçektir. Sağlam bir uygulamanın daha kalıcı iz bırakması beklenirdi.

            Almanya’da yaşanılan ve adına insiyatif örgütlenmesi denilen uygulama daha açıklayıcıdır. Burada sorunları yalın olarak görebilmek de mümkündür çünkü Sovyet örgütlenmesinde olduğu gibi bu uygulamayı dağıtmaya çalışan baskı söz konusu değildir ve buna rağmen başarılı olunamamıştır.

            1980’ler Almanya’da Yeşiller’in yükseldiği yıllardır. Yeşiller, parti örgütlenmesine karşı insiyatif türü örgütlenmeleri savunurdu. Bu örgütlenmeler hiyerarşik olmayacak ve taban demokrasisine dayanacaktı. Almanya’da Devrimci İşçi adını taşıyan Devrimci Yol’un Yeşiller’e yakınlığı nedeniyle bu anlayışı hemen benimsemesi şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan, aynı anlayışın Yeşiller’de ve Türkiyelilerde birbirinden farklı sonuçlar vermesidir.

            Şu veya bu örgüt ya da bir deyimle örgüt olmayan örgüt tipi, hangi toplumda uygulandığı dikkate alınmadan herkesin kullanabileceği eşya örneğinde olduğu gibi oradan oraya taşınamaz.

            Sol veya değil her örgüt içinden doğduğu toplumun kültürel özelliklerini yansıtır. Bu yansıtma sağ ve sol örgütlerde farklı olabilir ama toplumun kültürel özelliklerinden bağımsız bir yapı söz konusu olamaz. Almanya’daki örgütlenme anlayışlarından –insiyatif gibi- hoşunuza gideni alıp, oldukça farklı bir kültürel yapıdan gelmiş Türkiye insanına uygulamaya çalışırsanız, başarılı olamamak bir yana, neden böyle olduğunu da anlayamazsınız. Burada sorunu kötü niyet, dar örgütsel çıkarları düşünmek çerçevesinde görmemek gerekir. Bunlar vardır, olumsuz etkileri de inkar edilemez; ne ki, bunlar olmasaydı da başarılı olunamayacaktı.

            Almanya bir performans toplumudur, Türkiye ise değildir. Almanya’da herhangi bir konu uzun veya kısa süre tartışılır ve herkes görüşünü ifade ettikten sonra tartışma biter, uygulamaya geçilir. Görüş birliği sağlanamamışsa uzlaşma arayışına gidilir, olmuyorsa herkes kendi anlayışını uygulamaya yönelir. Türkiye insanında ise bu aşamaya bir türlü ulaşılamaz, bitmez tükenmez tartışmalar –kendini tekrarlıyor olsa bile- sürüp gider. Sonuç, doğal olarak, yapının işlevsiz kalması, adı var kendi yok durumuna gelmesi ve dağılmasıdır. Çok sayıda Meclis örgütlenmesinin sonu böyle oldu.

Demirovic bu bıktırıcı gevezeliğin Sovyet tipi örgütlenmede de görüldüğünü ve uzun

tartışmalardan bıkan kitlenin toplantılara katılmamaya başladığını belirtir. Adler ve Pannekoek 20. yüzyıl başındaki Sovyet deneyinden söz etmektedir ama sorun değişmemiştir.      Son yıllarda ÖDP gibi “parti olmayan parti” örneklerinde görülen Meclis tipi örgütlenmenin sonuçsuzluğunu yaşadık. Benzer örnekleri Meclisler kurmak kararı alan ama uygulayamayan HDK’da ve Gezi sonrası İstanbul’da oluşan ve bir süre sonra varlığı sona eren yerel meclislerde de gördük.

            Einstein, “sürekli aynı şeyi yaparak farklı sonuç alacağını sanmak aptallık göstergesidir” derken, doğa bilimlerindeki örneklerden hareket etmişti. Toplumsal konularda ise sürekli değişim olduğu için, burada tekrarlanmayı daha genel çerçevede ve değişen kültürel ortamı dikkate alarak değerlendirmek gerekir.

            Sonuçsuz ve sürekli tekrarlanan tartışma ve sürtüşmelerin –diğer adıyla didişmenin- yaygın olduğu bir kültürel yapı içinden çıkan devrimci hareketin, bu özellikten bağımsız olacağı düşünülemez. Bitmez tükenmez tartışmaların iş yapmanın yerine geçtiği bir yapı kaçınılmaz olarak dağılır ya da katılan sayısı o kadar azalır ki, adından başka Meclis’e benzeyen özelliği kalmaz.

            Kimsenin önceliğinin bulunmaması ve herkesin görüşünü serbestçe söyleyebilmesiyle sorunların büyük oranda çözülebileceğini sananlar için şaşırtıcı bir sonuç, ama durum budur ve aynı örneği yeniden yaşamanın anlamı da yoktur.