Şuanda 307 konuk çevrimiçi
BugünBugün5718
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13442
Bu ayBu ay13442
ToplamToplam10481866
Diyalektik materyalizm ya da teori neden gelişmiyor? PDF Yazdır e-Posta


Otuz yıl önce, Mart 1985’te Gorbaçov Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri seçildi. Bu yazıda aradan geçen otuz yılda dünyanın ne kadar değiştiğini anlatmayacağım. Reel sosyalizmin çözülerek ortadan kalkması üzerinde epeyce yazı yazdım. Bu yazıları tekrarlamak yerine, o zamandan beri konuşulan “marksist-leninist teorinin geliştirilmesi gerekir” saptamasının neden bir türlü hayata geçemediği üzerinde duracağım. (Kimileri sadece marksist teori diyor.)

En az otuz yıldır gerçekte ise daha fazla zamandır teorinin geliştirilmesi gerektiğinden söz edilir; ama bir türlü yapılamaz ve yapılamayınca da yüz yıl hatta daha önceki saptamalar “bilimsel gerçek” adına tekrarlanıp durur.

Bilimin ne olduğunu bile bilmeyen tiplerin “bilimsel teori”leri artık gülünecek bir durum bile ortaya çıkarmıyor.

Marksizm-Leninizm bilim ise, neden bu bilim bir türlü gelişmiyor?

Bilim gelişir ve bilimde yanılgı ya da bulunan çözümün yetersiz olması ihtimali her zaman mevcuttur. Bilimsellik iddiasında olan kişi, bunları kabul eden kişidir. Marksist-Leninistler hariç… Marksizm-Leninizm –iddiaya göre- bilimsel bir teoridir; ama yanlışlıkları söz konusu olamaz. Bu teori bir türlü gelişmez de…

Son gelişmeyi Lenin gerçekleştirmiş, isterseniz Stalin, Troçki ve Mao’yu da ekleyelim, yine de 50-60 yıl öncesinde kalıyoruz.

Her alanda büyük gelişmelerin yaşandığı bir dönemde 50-60 yıldır gelişmeyen, geliştirilemeyen bilim olur mu?

Belma’ya Mektuplar kitabını okuyanlar bilir ya da sanıyorum kitabın internette yayınlanan bölümlerinde de bu kısım vardı; hapiste nihayet zaman bulmaktan ve eskiden beri istediğim bir konuda yoğunlaşmaktan söz ediyorum. Bu konu, bilimsel gelişmelerin çok gerisinde kalmış olan diyalektik materyalizmle uğraşmak ve bu büyük açığı kapatmaya çalışmaktır. Bu istek, örnekleri fazlasıyla görüldüğü gibi iyi niyetli bir cahilin isteği değildi. Bilimin bütün alanlarında büyük gelişme gerçekleşmişti ama esas ağırlık fizik konusundaydı. 20. yüzyılda fizikte iki büyük devrim gerçekleşmişti: Einstein’ın özel ve genel görelilik kuramıyla, Heisenberg ve Schrödinger’in adlarıyla anılmakla birlikte başka isimlerin de gelişmesine katkıda bulunduğu parçacık mekaniği ya da kuantum mekaniği…

Üniversite düzeyinde bu konuların eğitimini gördüğüm için bilgi düzeyim iyi sayılırdı.

Bunu şu nedenle belirtiyorum: yıllar sonra Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde yaşamış tanınmış bir bilim insanının, Robert Haveman’ın “Doğmatik Olmayan Diyalektik” kitabını okudum. Havemann, tipik bir marksistin asla aklına gelmeyecek bir soru soruyordu: sosyalist ülkelerdeki bilim insanları diyalektik materyalizmi neden ciddiye almazlar?

Havemann fiziko-kimya profesörüydü yani ne üniversitelerin ne de konunun yabancısı değildi. Sosyalist ülkeler dışındakilerden vazgeçtik, sosyalist ülkelerde bile bilim insanları diyalektik materyalizmi ciddiye almıyordu.

Havemann bunun başlıca nedenini Sovyet felsefecilerinin peş peşe yayınlanan ve Almancaya da çevrilen kitaplarına bağlıyordu. Felsefeci yapıtında fiziğin felsefesini yapıyordu ama fizik bilmiyordu. Modern fiziği bilen bilim insanları da bu kitaplara şöyle bir bakıyor, sonra da bir kenara atıyordu. Bir süre sonra da yeni çıkan kitaplara bakmak gereğini bile duymuyordu.

Sovyet felsefecileri Engels ve Lenin’i okuyunca (Doğanın Diyalektiği, Anti Dühring, Materyalizm ve Ampiriokritisizm) her şeyi bildiklerini sanıyorlar ve fiziğin gelişmesine yön vermeye kalkıyorlardı. Çok şey biliyorlardı kuşkusuz ama fizik bilmiyorlardı.

Bu alandaki kitaplar bu felsefecilerin değişik incilerini barındırdı. Önce görelilik kuramına karşı çıktılar, hele de parçacık mekaniğine kesin olarak karşılardı.

Werner Heisenberg Nazilerle iyi geçinen bir bilim insanıydı ve belirsizlik ilkesi o zamana kadarki dünya görüşünü de fena halde sarsıyordu.

Diyalektik materyalizm 1925 yılında formüle edilen belirsizlik ilkesi konusundan halen çıkamamış durumdadır. Ya da 90 yıl geridedir ve anlaşılan odur ki orada kalmayı da sürdürecektir.

Uzunca bir süre Heisenberg’in adıyla anılan bu fizik yasasını reddetmeyi tercih ettiler.

Kimin umurunda?

Yıllardır fizik kitaplarına geçmiş yasa değerinde bir belirleme; sen kabul etsen de olur etmesen de olur…

Sonraki yıllarda bu konuyla ilgilenmeyi sürdürdüm ama başka bir yönden…

19. yüzyıldaki bilim anlayışıyla 20. yüzyıldaki arasındaki fark nedir?

19. yüzyılda fizik yasaları ya da genel olarak doğa bilimlerinin yasaları bire bir olarak değil ama aynı anlayış çerçevesinde toplum bilim yasalarına çevriliyorlar.

20. yüzyılda ise, özellikle bu yüzyılın ilk çeyreğinden sonra doğa ve toplum bilim yasalarının birbirlerinden çok farklı oldukları iyice anlaşılıyor.

Marksist-Leninistlerin Heisenberg’in belirsizlik ilkesinden nefret etmeleri anlaşılabilir, çünkü bu ilke, adı üzerinde, küçük parçacıkların yerinin ve hızının belirlenmesinde belirsizliği getirmektedir. Bu yasayı toplumların gelişme yasalarını ifade ettiğini iddia eden tarihsel materyalizme nasıl tercüme edebilirsiniz?

Sonraki yıllarda şunu anlamam mümkün oldu: diyalektik materyalizm üzerine çok laf edenler, gölge boksu yapmaktan başka iş yapmıyorlar. Gelişmelerden haberleri yok, olmasını da istemiyorlar çünkü kafaları karışacak…

İdealizm konusu büyük oranda ortadan kalkmış durumda…

Madde bizim dışımızda bizden bağımsız olarak vardır. Bunun aksini iddia ederek Politzer’in kitabındaki ilkel idealizmi savunanlar yıllardan beri neredeyse bulunmuyorlar.

Festival de bundan sonra başlıyor. Özellikle bizdeki Marksist-Leninistlerin haberi yok ama materyalizmin yıllar öncesindeki bilinen haline önemli eleştiriler yöneltiliyor.

Madde bizim dışımızda var, ama bunun ilerisi de var.

Her madde özellikleriyle birlikte vardır. Bir maddeyi tarif ederken özelliklerini sayarsınız. Özellikleri olmayan madde yoktur.

Bu özelliklerin tümü bizden bağımsız mıdır, yoksa bu özelliklerden bazılarını biz mi belirliyoruz?

Madde yaptığımız ölçmeye göre farklı özellik gösterir.

Bir çeşit deneyde ışık parçacık özelliği gösterirken, başka bir çeşit deneyde dalga özelliği gösterir.

Maddenin size yansıyan özelliği, onu nasıl gözlemlediğinize bağlıdır.

Burada insanın rolünü de içeren “katılımcı evren” denilen anlayış ortaya çıkıyor.

Bu anlayış, materyalist bir anlayıştır, çünkü biz olmasak da maddenin var olacağını kabul eder. Ne ki, insanın olduğu bir ortamdaki madde ile, insanın olmadığı bir ortamdaki madde, aynı madde değildir. Basit bir örnek vermek gerekirse, renk insanın maddeye atfettiği bir özelliktir. Renk yoktur, ışığın değişik dalga boyları vardır. Ve başka canlıların gözleri maddeyi insanın gördüğünden farklı olarak görür.

Materyalist indirgemecilik de yıllardan beri güncel bir konudur…

Bu indirgemecilik insanla ilgili her şeyin sonuçta maddeye, maddenin şu veya bu haline veya bunların kombinasyonuna indirgenebileceğini savunur.

Beyin araştırmalarının büyük tartışma konusu da budur.

İnsan beyni kültürü nasıl üretir? Hangi fizik ve kimya reaksiyonlarının sonucu olarak ve beynin hangi bölgesinde bu üretim gerçekleşir?

Ezberinize dayanarak, idealizm deyip geçebilirsiniz, ama öyle değil…

Bu soruyu soranlar, beyin ruhu nasıl üretir, sorusuna cevap verebilenlerdir. Ya da beynin dışında ruh yoktur, ama iş burada bitmiyor.

Bu materyalizm, artık ilkel sayılan bu materyalizm yüz yıl önce anlam taşıyordu; artık taşımıyor.

Diyalektik materyalizmin geliştirilmesi konusundan vazgeçtim, çünkü buradan toplum yasalarına geçemezsiniz. Ayrıca geliştirilebilir ama diyalektik materyalizm geliştirilebilirse eğer, toplumun gelişme yasalarının da daha iyi anlaşılabileceği sanılıyor; ilgisi yoktur. Toplumların gelişmesi konusu bambaşka bir alandır.

Yıllar öncesinden örnek verilebilir.

Lenin’in devrim ve örgütlenme teorilerine önemli katkıları bulunuyor.

Keza yarı feodal yapıya sahip toplumun sanayi toplumu düzeyine ulaşabilmesi için burjuvazinin iktidarda olduğu özel mülkiyetin geçerli olduğu koşulların dışında başka bir yol önermiş ve bu yol da daha sonra hayata geçirilmiştir. Sosyalist modernleşme olarak da adlandırılan bu yol tarihte ilktir. Daha önce böyle bir gelişme yolu olabileceği öngörülmemişti. SSCB’nin izlediği bu yol daha sonra çok sayıda az gelişmiş ülkenin de farklı bir tarzda da olsa izlemeye çalıştığı yol olacaktır.

Lenin diyalektik materyalist felsefeye herhangi bir katkı yapmadan bunları yapmıştır.

Felsefe Defterleri ve Materyalizm ve Ampiriokritisizm’de bu katkıyı göremezsiniz.

İlginçtir, Lenin bu kitaplarını yazdığında fizikteki ilk büyük devrim (özel görelilik kuramı – 1905) gerçekleşmişti. Lenin bu konuda bir şey söylemez ve doğrusunu yapar. Lenin hukukçudur ve modern fizik gibi bilmediği bir konuda laf etmeyecek kadar da akıllıdır.

Şöyle bir itiraz öne sürülebilir: fizikte 20. yüzyılda gerçekleşen büyük değişikliklerin diyalektiğin yasalarına aykırı olmadığını savunan ve yazanlar da bulunuyor.

Evet, var ama buradan bir şey çıkmıyor.

Her şey değişir, çelişki vardır vd. gibi belirlemelere karşı çıkan yok ki zaten…

Diyalektikte var olanlara ek yeni belirlemeler yapabilirseniz, o zaman gelişmeden söz edilebilir. Aksi durumda bu temelde bir yere varmak mümkün değildir ve nitekim yıllardır varılamıyor da…

Nitekim son elli yılda materyalist devlet teorisinde (marksist değil materyalist deniliyor) ortaya çıkan gelişmelerle diyalektik materyalizmin gelişmesi arasında bağlantı kuramazsınız.

İlkinde farklı görüşleri de içeren büyük gelişme söz konusudur, ikincisinde ise en az yüz yıldır söylenilenler aynıdır.

David Harvey’in “yeni emperyalizm” teorisiyle diyalektik materyalizmin gelişmesinin ilişkisi yoktur.

Önce diyalektik materyalizmin geliştirilmesi gerekir, sonra gerisi gelir diyorsanız, daha çok uğraşırsınız…

Sürekli aynı şeyi yaparak sonuç alamamak ve belki alırız diye bir kere daha denemek ilginç bir psikolojiyi yansıtır.

Bu psikolojiden kurtulmak gelişmenin ilk şartıdır denilebilir.