Şuanda 241 konuk çevrimiçi
BugünBugün6168
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13892
Bu ayBu ay13892
ToplamToplam10482316
Bu halk hoşunuza gitmiyorsa, başka halk bulun PDF Yazdır e-Posta


1953 yılında yeni kurulmuş olan Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde (DAC) yaşanılan hoşnutsuzluk son yapılan zamlardan hareketle ayaklanmaya dönüşür. Reel sosyalist rejime karşı yaşanılan bu işçi ayaklanması Kızıl Ordu tarafından bastırılır.

Ayaklanmayı normal görmek gerekir çünkü İkinci Dünya Savaşı sona ereli sekiz, DAC kurulalı dört yıl olmuştur. Alman halkının sonuna kadar Nazileri desteklemesi ve bu nedenle de Tätervolk (suçlu halk) olarak adlandırılması dikkate alınırsa, DAC’nin faşist kültürün derin izlerini taşıyan bir halkla dayanan reel sosyalizm olduğu anlaşılır. Dışarıdan halk getiremeyeceğinize göre tutulabilecek başka yol da yoktur.

1953 ayaklanmasının bastırılmasının ardından iktidarda bulunan SED (Almanya Sosyalist Birlik Partisi) politik bürosu bir açıklama yaparak, halkın politbüronun güvenini kazanmak için daha çok çalışması gerektiğini belirtir. Bu ülkede yaşamakta olan Bertold Brecht konuyla ilgili bir şiir yazar ve sorar: politbüro kendisine başka bir halk arasa daha kolay olmaz mı?

Bu sözü, “bu halk hoşunuza gitmiyorsa kendinize başka bir halk bulun” olarak yorumlamak da mümkündür.

Değişik toplumlarda yaşayan gelişmiş insanların tarihte sık sık karşılaştığı bir durumdur burada söz konusu olan…

Nazilerin baskı ve terörü vardı ama onları destekleyen büyük bir kitle de vardı, işçi sınıfı dahil… Çok sayıda bilim insanı, felsefeci ve sanatçı gerek Yahudi oldukları için gerekse de bu rejime tahammül edemedikleri için ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

Frankfurt Okulu neredeyse tümüyle Yahudi kökenli felsefecilerden kuruluydu. Adorno, Horkheimer ve Marcuse ülkeyi terk edebilirken, Walter Benjamin Fransa’da bile Nazilerden kaçamadı ve yakalanmamak için intihar etti.

Marlene Dietrich Naziler iktidara geldiğinde dünya çapında tanınmış bir sinema oyuncusuydu. Nazilerin propaganda bakanı Göbbels’in rejimin sanatçısı olmak teklifini reddederek ABD’ye gider. Kadında Nazileri destekleyen halka karşı öyle bir nefret vardır ki, savaşın bitiminde ülkeye üzerinde ABD askeri üniformasıyla dönecektir. Sonraki yıllarda genellikle Almanya’da yaşamadı. Öldüğünde Berlin’de gömüldü ve nazi ordusunda çarpışıp da halen hayatta olan bir bölüm Alman da gelip mezarına tükürdü.

Bilseydi kadının umurunda bile olacağını sanmıyorum.

Sadece Almanya tarihinin değil dünya tarihinin bilinen bir ismi olmuşsun, nazi ne yaparsa yapsın…

Dietrich’in sesinden tanınan Lili Marlen şarkısı, İkinci Dünya Savaşı’nın asker şarkısıdır. Sadece Alman askerleri değil, İngiliz askerleri de kendi dillerinden yayın yapan radyodan ısrarla bu şarkıyı isterdi. Şarkı, Birinci Dünya Savaşı’ndaki bir olay üzerine kuruludur: bir asker izne gelir ve bir kadınla tanışır. Birbirlerini severler ve savaş sonrası ortak hayat için plan yaparlar. Ayrılırlarken adam bir sokak fenerini göstererek, savaş bittikten sonra, eğer kendisi sağ kalmışsa ve bu fener de hala yıkılmamışsa, orada buluşmalarını söyler. Savaş biter, kadın altı ay boyunca her akşam o fenerin altında bekler, ama adam gelmez.

Dietrich’in bu savaşı en iyi anlatan romanın, Garp Cephesinde Yeni Bir şey Yok’un yazarı olan ve kendisi gibi ülkeden kaçmak zorunda kalan Erich Maria Remarque olan yakın ilişkisi aslında tarihsel olarak birbirine uygun iki insanın ilişkisidir.

O dönemde Alman halkından nefret eden Alman sayısı az değildir. Kadının adını hatırlamıyorum, çok önce okumuştum… Ana dili Almanca ama eşi ve oğlu Naziler tarafından öldürüldüğü için Almanca konuşmayı kabul etmiyor. Başka dil öğreniyor, onu konuşuyor.

Büyük felsefeciler (Schopenhauer, Marx, Hegel, Kant, Feuerbach, Nietzsche) ve klasik müzikçiler yetiştirmiş bir halk nasıl bu duruma geldi sorusu, savaş sonrasında Adorno başta olmak üzere felsefecilerin ve sosyal bilimcilerin temel sorusu olacaktır.

Bunu açıkladılar da… Nazilerin güçlü kadrosu tartışma götürmez olmakla birlikte, halkın bu kadroyu dinleyebilecek duruma gelmesi nasıl oldu sorusu tartışma ve araştırmalardan sonra büyük oranda açıklığa kavuşur. (Bu konuyu başka yazılarda açıklamıştım, yeniden üzerinde durmayacağım.)

Yaşadığı ülkenin halkından nefret etmek ya da en azından ona karşı hoş duygular beslememek Mao okumuş olanlar için garip olabilir. Mao sık sık halktan öğrenmek gerektiğinden söz eder. Unutulmaması gerekir ki, Mao’nun sözünü ettiği halk, o zaman büyük oranda köylülerden oluşan Çin halkıdır ve sık sık da ayaklanır. Kızıl Ordu’nun yüzde 80’inin okuma yazması yoktur ama bu onların ayaklanmacı bir geçmişten gelmelerini engellemedi.

Halk denildiği zaman hangisi diye sormak gerekiyor.

Gelelim bize…

Öcalan’ın başlangıçta Kürt halkını sevdiğini hiç sanmıyorum. Bu halk için kullandığı belirlemeler dikkate alınırsa, en azından düşmüş olarak nitelendirilen bir halkın sevilmesi mümkün değildir. Onun çok sayıda özelliğine karşı olmanız, onu değiştirmek için çalışmanızı engellemez.

Benzeri bir durum Türkler için de söylenebilir. Özal döneminden başlayarak Türkler tam bir çöküş içine girdiler. Eskiden az buçuk değerler vardı, giderek hepsi paraya dönüştü. Paracılık, çıkarcılık, yalancılık ve yozlaşmanın her çeşidi aldı başını gitti…

2000’li yılların başlarından itibaren bu halktan da bu halkın solundan da uzaklaştım. Kopmadım ama uzaklaştım ve bu sayede en başta sinirlerim düzeldi. Bir oranda eskiden beri var olan bir ilişkim, Kürtlerle ilişkim sürdü ama esas olarak Alman soluna girdim. Burada altı yıl kadar bulunduğum bölgede sorumlu düzeyde faal oldum. Daha sonra Barış Meclisi gibi Kürtlerle ilişkisi olan ama bununla sınırlı olmayan bir faaliyette faal oldum. Alman soluyla ilişkim sürekli devam etti. Halen teorik yayınlarını izlerim, değişik kesimlerinin toplantılarına arada bir de olsa katılırım. Bu faaliyet bana çok şey kazandırdı.

Gezi, benim için, Türk halkının tarihe dönüşüdür. Büyük bir olaydı ama bize özgü değildir ve başka ülkelerdeki örneklerini biliyorsanız bu büyük olayın yine tekrarlanacağını düşünmezsiniz. Burası önemli değil, özellikle kültürel etki yönünden büyük bir olaydır.

Bir halktan hoşlanmıyorsanız başka bir halk bulabilmenin imkanlarına sahip olmanız gerekir. Türkiye’de yaşayanlardan bazıları Kürt halkını buldular ve bu kendileri için önemli bir çıkış oldu. Ben daha şanslıydım, Alman halkı da vardı. Son yirmi yılda çok değişen bir halk… Üç halkın dönemlere göre değişen kombinasyonuyla hem sonuç veren işlere girdim hem de psikolojim sağlam kaldı.

1990-2010 arasında sadece Türklerle ilişkim olsaydı bu mümkün değildi. Herkes hata yapar. Alman solunda da hata yapılıyor, hatanız nerede görüyorsunuz ve düzeltmeye çalışıyorsunuz. Türk solunda ise o dönemde hata nedir bu bile belli değildi çünkü hatalar asla düzelmiyordu. Herkes kendini tekrar etmekle meşguldü.

Kendini tekrar etmek özelliği ortadan kalkmadı ama artık değişim de var.

Sadece Türk halkına mahkum olanların durumu hiç iyi değildir. Ulusalcıların bağırıp çağırdıklarına bakmayın, çok kötü durumdalar… Ulusal değerler kimsenin umurunda değil ya da kaç para ediyorsa o kadar umurunda.

Kürtlerin mücadelesi Türklerin ve solun değişmesini de olumlu yönde etkiledi. Bakalım bu etki nereye kadar gider?

Almanya solu ise Avrupa’nın en güçlü solu olarak imtiyazlı bir durumda ve ben de bunun tadını çıkarıyorum.

Fakat o kadar büyük konular var ki, nasıl öğrenilir bilemiyorum.

İhtiyaç olduğunda başka bir halk bulmasını bilemek gerekiyor kısacası…