Şuanda 329 konuk çevrimiçi
BugünBugün6193
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13917
Bu ayBu ay13917
ToplamToplam10482341
Bolşevikler, Papa ve Ermeni soykırımı PDF Yazdır e-Posta


Bugün sosyalizmin resmi tarihi konusunda yazmaya başlayacaktım ancak sitenin sürekli izleyicisi bir arkadaş, “Papa’nın Ermeni soykırımıyla ilgili açıklaması” hakkında yazmamı ısrarla isteyince, konuyu değiştirdim.

Üstelik bu konunun da sosyalizmin resmi tarihiyle ilişkisi bulunuyor.

“Ermeni soykırımı yoktur” diyenler bunun için değişik gerekçeler ileri sürerler. Çoğunu biliyoruz ve sağlam temelleri de bulunmuyor. Bunlardan bir tanesi, “Ermeniler o yıllarda savaş halinde olduğumuz Çarlık Rusyası ile işbirliği yapıyordu. Bu nedenle sürüldüler ve bu sürgün sırasında da büyük can kaybı yaşandı” şeklindedir.

Soykırıma karşı getirilen bu gerekçe, 1909’da ya da Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından beş yıl önce Adana’da 20 bin Ermeninin öldürülmesini açıklayamadığı gibi, savaş bölgesinden uzakta bulunan İç Anadolu ve İstanbul ve hatta Trakya’daki Ermenilerin bile neden öldürüldüklerini ya da göçe zorlandıklarını açıklayamaz.

Bir başka gerekçe, Ermeni soykırımına “Bolşevik belgelerine” dayanılarak karşı çıkılmasıdır. Ermeniler özellikle İngiliz emperyalizminin oyununa gelmişlerdir (savaşta Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere karşıt saflardaydı), bu nedenle ayaklanmışlardır vb.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir: Bolşevikler söylemiştir diye doğru kabul etmek zorunda değiliz. İki nedenle değiliz:

Birincisi: o yıllarda SSCB’nin baş düşmanı olan İngiltere’nin sürekli suçlanması, Bolşeviklerin Ermeniler konusundaki görüşlerinin de doğru olmasını gerektirmez. Savaş sırasında rakip devletler birbirlerinin içinde karışıklık çıkarmaya çalışırlar. Osmanlı devleti de İngiltere’ye karşı cihat ilan ederek bütün Müslümanları bu ülkeye karşı savaşmaya çağırmamış mıydı? İngiltere’nin Ermenileri kışkırtmasıyla, Osmanlı’nın özellikle Hint Müslümanlarını (Hindistan o yıllarda İngiltere’nin sömürgesiydi) kışkırtması aynı şey değil midir?

İkinci neden ise, Bolşeviklerin o yıllarda Mustafa Kemal’in başında olduğu hareketle iyi geçinmek zorunda olmalarıdır. Anadolu’daki hareketin başarı kazanması, Türkiye sınırının güvenceye alınması demektir. Anadolu’da tek örgütlü güç İttihatçılardır ve M. Kemal’in kadrolarını da onlar oluşturmaktadır.

İttihatçıların Enver Paşa önderliğinde başka bir kesimi daha vardır. Bu kesim savaş bittikten sonra Doğu’ya çekilmiş ve Bolşeviklerden medet umar duruma gelmiştir. İttihatçıların bu kesimi Bakü’de yönetimi devirerek kenti Kızıl Ordu’ya teslim eder. Çizgileri, Enver Paşa’nın sözleriyle, “çıkarımız öyle gerektiriyorsa Bolşevik de oluruz” şeklindedir. Ne ki, Bolşevikler Enver Paşa’nın lider olarak tanınma isteğini kabul etmezler ve M. Kemal’i tercih ederler. Enver Paşa da bir süre sonra Türkistan’ı yeniden kurmak amacıyla Bolşeviklere karşı savaşırken hayatını kaybedecektir.

Ermeni soykırımını gerçekleştiren İttihatçılardır ve zor durumdaki yeni Sovyet hükümeti de onları karşısına almak istemez.

Benzer bir durum Mustafa Suphi ve yoldaşları öldürüldüğünde de görülecektir. Onları öldürenler Anadolu’daki İttihatçılardır. M. Kemal’in doğrudan müdahalesinin olup olmaması önemli değildir. Sovyet hükümeti önemli bir tepki göstermez.

SSCB’nin o dönemde dış politikasını tümüyle kendi varlığını güvenceye almak doğrultusunda sürdürmesi normal karşılanabilir. Normal olmayan, başka ülkelerin komünistlerinin de bu politikayı aynen benimsemesidir. Bunların başında da Türk komünistleri gelir.

SSCB’nin dış politikada kendi çıkarları doğrultusunda davranması ve bunu da genel doğru olarak ilan etmesi Lenin ve Troçki döneminde başlamıştır. Stalin bu çizginin başlatıcısı değil, sürdürücüsüdür.

Aynı anlayışın SSCB sona erdikten 25 yıl sonra da etkisini sürdürmesi hayret vericidir. Bolşeviklerin Anadolu’daki Ermeni halkıyla ilgili o günkü görüşlerini bugün hiçbir şekilde savunmak zorunda değiliz.

Dahası var…

Ermeni soykırımı 1920’li yıllarda bile fazlasıyla belgelidir. Almanya ve Fransa’nın devlet belgelerinde vardır. Bu belgeler Anadolu’da görevli bulunan Alman ve Fransız diplomatik temsilcileri tarafından raporlar halinde hükümetlerine gönderiliyor. Bunların bir bölümü zamanın dergilerinde ve gazetelerinde yayınlanıyor. Belgeler bugünkü düzeyde yayınlanmamış olabilir ama soykırımın boyutlarını ortaya koyacak ölçüde yayınlanmışlardı.

Hitler bile, örnek gösterdiğine göre, Ermeni soykırımını biliyordu.

Dolayısıyla, “Ermeni soykırımı hakkında o yıllarda hiç yayın yoktu, bu nedenle bilmiyorduk” demek geçersizdir. Birazcık araştıran için fazlasıyla yayın vardır. Ne ki, Anadolu’da İttihatçılar hakim durumdadır, Sovyet hükümeti de onlarla iyi geçinmek istemektedir. Bu durumda ülke içinde tabanı çok zayıf olan ve manevi olarak da Sovyet desteğine muhtaç olan ülkemiz komünistlerine soykırımı görmezden gelmekten başka yol kalmamıştır.

Taner Akçam Frankfurt’ta verdiği bir konferansta, TKP’nin kuruluş kongresine katılanlardan bir kişinin soykırımda aktif rol oynadığını açıklamıştı.

Yarı feodal bir ülkede o sırada bundan haberleri yoktu denilebilir, ama sonraki yıllar için aynısı söylenemez.

TKP, 1930’lu yıllarda Kürtlerin Türkleştirilmesine destek olmakla kalmamış, Ermeni soykırımını da görmezden gelmiştir.

Unutulmaması gerekir ki, TKP kadrolarının en azından bir bölümü o yılların geçerli dili olar Fransızcayı biliyordu ve 1915’i öğrenmek için küçük bir araştırma yapmaları yeterli olurdu.

Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, sonraki yıllarda, “Soykırım İttihatçıların işidir, biz Osmanlı değiliz, yeni bir ülkeyiz” diyerek işin içinden çıkabilirdi. Böyle yapmaları imkansız denilecek kadar zordu çünkü genç Türk burjuvazisinin gelişmesinde Ermenilerin el konulan malları önemli rol oynamıştır.

Sık sık “Türkler ve Kürtler Kurtuluş Savaşı’nı birlikte verdiler” denilir ama bunun nedeni sorulmaz. Kuzey Kürdistan’ın bir bölümü gerçekte Batı Ermenistan’dır ve bu bölgedeki Ermenilerin sürülmesi ve katledilmesinde Kürtlerin de önemli payı bulunmaktadır (Hamidiye Alayları bu payın örgütlü gücüdür).

Ermenilerin ve Rumların Anadolu’dan temizlenmesini Hıristiyan halkın Müslümanlar tarafından tasfiyesi olarak görmek gerekir. O yıllarda etnik kimlik, dini kimliğin gerisindedir. Esas olan Müslümanlıktır, Türk veya Kürt olmak değil…

Bu durumu mübadele yıllarında da görmek mümkündür. Sadece Rumlar değil az sayıdaki Hıristiyan Türk de Anadolu’dan sürülmüştür. Türk dediğin Müslüman olur, Hıristiyan ya da Musevi (Gagavuz Türkü) Türk olamaz!

Kürtler ve Türkler Kurtuluş Savaşı’nda birlikteydiler. Başka faktörlerin yanı sıra Ermeni halkına karşı işlemiş oldukları ortak suç onları birlikte davranmaya itmiştir.

Buradan soykırımda kitlenin rolü konusuna geçebiliriz.

Bu konuda yazmıştım, kısaca özetlemekle yetineceğim:

Devlet olmadan soykırım olmaz ama soykırım sadece devlet tarafından da yapılamaz. Halkın şu veya bu oranda aktif katılımı şarttır. Ermenilerin evlerindeki porselenleri, koltuk takımlarını ve hatta perdeleri alanlar herhalde askerler değildi.

Konuyla ilgili olarak o dönemde yazılan raporlar, Ermeni mallarının paylaşımında merkezi otorite-yerel otorite ve halk arasındaki çelişkiden söz edilmektedir. Başka  deyişle kapanın elinde kalmaktadır.

Anadolu’nun Ermenilerden ve Rumlardan temizlenmesi gerçekte Müslümanların Hıristiyanlara karşı uyguladığı bir temizlik operasyonudur.

“Müslümanlar öyle şey yapmaz” denilirse, bunun, “Yahudi soykırımını Naziler yaptı, Alman halkının katkısı yoktur” demekten farkı yoktur.

Müslümanın Müslümana bile ne yaptığını Ortadoğu’da fazlasıyla görüyoruz.

Ermeni soykırımı aslında az araştırılmıştır. Değişik dillerde yayınlanmış çok sayıda yapıt varken hala az araştırmadan söz edilebilir mi? diye sorulabilir.

Burada söz konusu olan sadece yeni bilgilerin bulunması değildir. Önemli olan, bu konudaki araştırmaların iki yönden tamamlanmasıdır:

Birincisi: bu soykırım, bütün soykırımlar gibi, kitlenin katılımıyla gerçekleşmiştir. 1909’da Adana’da 20 bin Ermeninin öldürülmesinde o yıllarda henüz zayıf olan İttihat ve Terakki’nin rolü azdır. 1915’in tek uygulayıcısı ise sadece İttihat ve Terakki değildir. Siyasi sorumluluk ondadır, yönlendiren (zamanın Alman hükümetinin desteğiyle) odur, ama hele de yarı feodal bir ülkede bu kadar geniş çaplı bir mülksüzleştirme, sürgün ve yok etmeyi sadece devlet otoritesi yerine getiremezdi.

İkincisi: Ermeni soykırımının Türk ulusal kimliğinin oluşmasındaki rolüdür. Ulusal kimlik; dil, din, toprak ve yaşanmış olaylar birlikteliğine dayanır. Fransızların işgal bölgesi olan Antep’te başlangıçta direniş yoktur. Ne zaman ki, Ermeni askerler Fransız üniformasıyla bölgeye gelirler, direniş başlar. “Kovup mallarına el koyduklarımız geri geliyorlar…”  Fransızlara karşı ulusal direniş Ermeni askerler üzerinden gerçekleşir.

Papa’nın Ermeni soykırımından söz etmesini konu yapacaktım ama buna gerek kalmadı. Papa’nın açıklaması önemlidir ama çok sayıda ülke yıllardan beri Ermeni soykırımını tanıdığını zaten açıklamıştı. Papa’nınki de önemli bir ektir.

20. yüzyılın ilk soykırımını Almanlar Afrika’daki küçük bir sömürgelerindeki direnişi kırmak için yapmışlardı. Ermeni soykırımı 20. yüzyıldaki ilk değil, ikincidir.

Türkiye soykırımı tanıyan her ülkeye tehdit savurur, elçisini geri çağırır; biraz zaman geçer, unutur. Hatırlarsanız bir ara Fransızca derslerinin okullardan kaldırılması bile konuşmuştu! Böyle yapılsaydı eminim ki Fransız kültürü de bundan çok etkilenecekti!

Kendini komik duruma düşürmekte de üstümüze yoktur, biliyorsunuz…