Şuanda 253 konuk çevrimiçi
BugünBugün308
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14276
Bu ayBu ay14276
ToplamToplam10482700
Kumaş aynı, sadece renk farklı... PDF Yazdır e-Posta


Yıllar önce sevdiğim bir söz vardı: biz komünistler farklı bir kumaştan dokunmuşuz. Sanıyorum Komüntern zamanından kalma bir sözdü; kim söylemişti, hatırlamıyorum. Sonraki yıllarda hayretle bunun doğru olmadığını gördüm. Komünist kumaşının farkı, rengindeydi; kumaş aynı kumaştı ama renk farklıydı. Kiminin kumaşı siyah kimininki kahverengi, kimininki yeşildi; komünistlerinki de kırmızıydı. Renk değişiyordu ama kumaş aynıydı.

Türkiye bir şiddet toplumudur. Erkeklerin birbirlerine, kadına ve çocuğa yönelik olarak uyguladıkları şiddet hayatın her alanında görülebilir. (Kadının da çocuğa yörelik şiddeti vardır.) Bu ortamda sosyalize olan bir insan şiddeti içselleştirir. Sonraki yıllarda ister faşist isterse komünist olsun, şiddet duygusu sahip olduğu ideolojiyle eklemlenir.

Türkiye bir erkek toplumudur. Sadece Türkiye değil, tarihe karışmış bütün reel sosyalist ülkeler de erkek toplumuydu. Devrim olunca bu durum değişmiyor. Devrim kadınlar için çok şey yapıyor ama toplum yine de erkek toplumu olarak kalıyor.

Bir erkek toplumunda sosyalize olan ya da toplumsal değerleri bilinçsiz olarak içselleştiren sosyalistlerin erkek egemen düşünceye sahip olmalarına şaşırmamak gerekir. Teoride bunu kabul etmeyebilirler, ama pratikte böyle davranırlar.

Erkek egemenliğini, hakim ulus anlayışını teorik olarak reddetmek, pratikte de bu yönde davranmak anlamına gelmiyor. Erkek egemenliği, milliyetçilik, şiddet gibi yaşanmış toplumsal sosyalizasyonun yerleştirmiş olduğu değerler, teorik düşünceyle (sosyalizm/komünizm) eklemleniyor ve varlığını sürdürüyor.

İnsan en erken 17 yaşında devrimci olur. Devrimci olduğu zaman, başlangıçta yüzeysel de olsa “bilimsel dünya görüşü” denilen komünizmi öğrenmeye başladığı zaman “boş kağıt” değildir. Komünizmin değerleri boş kağıda yazılmaz, tersine toplumsal değer yargılarıyla dolu olan kağıtta eski yazılar arasında kendilerine yer açarlar.

17 ve daha yukarı yaşlardaki kişi bebek değildir; birinci sosyalizasyonu (aile içi sosyalizasyon) ve ikincisini (okul ve dışarıya açılma) yaşamış, bu sosyalizasyonlardan toplumda hakim değer yargılarını alarak bilinçsiz olarak içselleştirmiştir. Komünizmin değerleri de bunlara eklenir. Onları ortadan kaldırmaz, eklenir.

İnsanın yaşamış olduğu sosyalizasyonun kendisine kazandırdığı değer yargılarından kurtulması, bilinçsiz olarak içselleştirdiklerini bilince çıkarıp onlarla hesaplaşması ancak sürekli sorgulama ve eğitimle mümkündür.

Büyük bir dünya görüşü olan sosyalist anlayışı şu veya bu çeşidiyle kabul edince iş bitmiyor, farklı bir aşamada yeniden başlıyor.

“Fotoğrafta kadın da var mıydı?” başlıklı yazıda belirtmiştim. 1987 yılında Moskova’da Ekim Devrimi’nin 70. yılı nedeniyle yapılan büyük toplantıdaydım. Dünyanın hemen her ülkesinden (Çin ve Arnavutluk yoktu) SSCB yanlısı ya da en azından karşıtı olmayan sosyalist ve ilerici partilerin temsilcilerinin yer aldığı salonda 200’den fazla insan vardı. Bu kalabalık dünya sosyalist hareketini ve ona karşı olmayanların büyük bölümünü temsil ediyordu ve salondaki kadın sayısı on tane kadardı.

Ezilenleri genel olarak temsil ettiğini iddia eden politik bir akım, gerçekte onların yarısını temsil ediyordu. Kuşkusuz alt kademelere inildikçe kadın oranı artıyordu ve bu da hiç yoktan iyiydi ama teorideki ve pratikteki içerik birbirine hiç uymuyordu.

Konuya örgütler çerçevesinde değil de, hakim toplumsal değer yargıları ve bunların içselleştirilmesi bağlamında bakarsanız, anlamanız kolaylaşır.

İslami anlayışa uygun olarak kadını erkekten aşağı gören AKP’de kadınların büyük rol oynamasını anlayabilirsiniz. AKP’nin cinsler asındaki hiyerarşiyle ilgili olarak hakim değer yargılarını gerektiğinde konuyu sürekli cinselliğe çekerek korumaya çalışmasının nedenini de anlayabilirsiniz. Bu değer yargıları bir şekilde sarsılırsa, bütün yapı sarsılır. Bu nedenle “seni görmek ve duymak istemiyorum” anlamında arkasını dönen kadınların bu davranışını onların kalçalarına bakarak yorumlarsınız.

Türkiye toplumunda kadın görünür oldu. Vardı, her alanda önemli rol oynuyordu ama geri plandaydı ve kendisi de bundan pek rahatsız değildi. İçselleştirilen toplumsal hiyerarşi burada da etkisini gösteriyordu. Görünür olmak, gelişme yolunun daha az engelli olması demektir ama daha alınması gereken uzun bir yol vardır.

1993 yılında Havana’daydım. Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde eğitim gördüğü için Almanca bilen kadın rehberimiz, Küba için, “burası bir erkek toplumudur” demişti. Cinsler arasındaki ilişki son derece rahattı ve bu devrimden önce de böyleymiş ve devrimden sonra kadınlar için gerçekleştirilen iyiye yönelik düzenlemelere rağmen Küba yine de bir erkek toplumuydu. En büyük değişme evliliklerdeki çocuk sayısının azalmasıydı (5-6’dan ikiye inmişti).

Bu durumu aslında gerilla ordusunun bileşiminde de görmek mümkündür. Az sayıda kadın vardır ve bunlardan birisi daha sonra Che’nin ikinci eşi olacaktır. Toplumu Batista diktatörlüğünden kurtaranlar büyük oranda erkeklerden oluşmaktadır. Savaş iki yıl değil de daha uzun sürseydi belki daha farklı olabilirdi. Savaş öncesi toplumdaki ve savaştaki egemenlik daha sonraki toplumda da değişerek de olsa kendini sürdürecektir.

Yeni insan komünist düşüncenin önemli hedeflerinden birisidir. Varolan insanı değiştirmek, yeni bir insan yaratmak ve bunu da düşünce düzleminde değil, içinde yaşanılan ilişkileri değiştirerek yapmaya çalışmak… Büyük üretim araçlarının kamulaştırılması, sömürüye son verilmesi, gerçek eşitlik vd.

74 yıllık iktidardaki reel sosyalizm deneyinin ardından olumlu değişikliklerin gerçekleştiği ama bu amaca ulaşmakta genel olarak başarımız olunduğu söylenebilir.

Sadece cinsler arasındaki ilişki konusunda değil, milliyetçilik konusunda da böyledir.

Kendilerinin ayrı cins bir kumaş olduğunu iddia edenlerin kumaşı hiç de çok farklı değilmiş…

Renk farklılığını kumaş farklılığı sanmamak gerekiyor.