Şuanda 266 konuk çevrimiçi
BugünBugün319
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14287
Bu ayBu ay14287
ToplamToplam10482711
Acilcilerin kuruluş efsanesi PDF Yazdır e-Posta


Devrimci Yol’un (DY) 1975-80 dönemine ilişkin değişik isimlerle yapılan söyleşiler kitap olarak yayımlanıyor. Oğuzhan Müftüoğlu ile söyleşinin yanı sıra Tarihle Söyleşiler adıyla da iki kitap yayımlandı. 1974-75 yıllarında Ankara’da bulunup da daha sonra Acilciler adını alacak yapıdan söz etmemek olmaz. Aslında pekala olur çünkü hemen her hareket Ankara’da şu veya bu oranda vardı. Bizim özelliğimiz DY ile aramızda yaşanılan polemikler, özellikle öğrenci hareketindeki çekişmelerimiz ve teorik olarak bu hareketin gelişmesini etkilememizdir. Türkiye Devriminin Acil Sorunları (TDAS) o dönemki tahminimizin üzerinde etkili olduğunu bu söyleşilerden öğrenebiliyoruz.

Bu söyleşilerde garip olan, o yıllarda dernek örgütlenmesi ve dergi yayını yapmadığı için adı bulunmayan, daha sonra Acilciler olarak anılacak örgütün kuruluşuna ilişkin efsanelerin yer almasıdır. Başka kentlerde bulunanların duydukları söylentilere inanmaları olağan karşılanabilir, ama o yıllarda Ankara’da olanların benzer anlayışa sahip olmaları ilginçtir.

Bu kitapta söyleşisi yer alan Halil İbrahim Arı – “DY’un hatırlamak istemediği provokasyon” başlıklı yazıya bakınız) bizim için “kendilerini feshetmemişler” diyebiliyor. Herhalde büyüklerinden böyle duymuş ama bu doğru değil… Feshedilecek bir şey yoktu ki, feshedelim. ODTÜ’de THKP-C’nin görüşleri çerçevesinde çalışma yürüten grup Kızıldere’den önce yoktu, daha sonra kuruldu.

Kimbilir belki de “1972-74 arasında çalışma yapmamalıydınız” denilmek isteniliyor.

Politik çalışma için kimseden izin alınmaz. Nitekim biz de almamıştık. Biz derken ODTÜ’deki üç fakültenin sorumlularından söz ediyorum. Diğer iki arkadaşla 1975 yılında yollarımız ayrılacaktı. Onlar o zamanki adıyla Devrimci Gençlik tarafında olacaklar, biz yolumuza devam edecektik. Daha sonra Acilciler olarak anılacak örgütün doğuş yeri bu gruptur daha doğrusu bu grubun bir bileşenidir.

DY’den arkadaşların bir türlü anlayamadıkları da budur. Böyle bir şey nasıl olabilir?

Bizi ODTÜ çevresinde bir grup sanıyorlardı, 1975 yılının ikinci yarısında yaklaşık on yerleşim biriminde TDAS ile karşılaşınca şaşırdılar ve kuruluş efsanemiz de buradan kaynaklandı.

Bu efsaneye göre, kuruluşumuz Kızıldere sonrasına kadar uzanıyordu.

İlgisi yok… Böyle olsaydı 1974 affıyla hapisten çıkanları beklemezdik. Hapisten çıkan ve aralarında sonraki DY kadroları da bulunan kişilerin THKP-C ile ilgilerinin kalmadığını görünce kendi yolumuza gitmeye karar verdik.

Başka bir yazıda da açıkladığım gibi, bizim asıl çalışma alanımız ODTÜ dışıydı. ODTÜ’deki ilişkilerimizin bir bölümü okul değiştirdiler (mesela o sırada SBF’ye bağlı olan Basın Yayın Yüksek Okulu’na gittiler), herkesi memleketinde çalışma yapmaya yönlendirdik (mesela Balıkesir’deki çalışma böyle başlamıştı).

Taner Akçam farkında olmadan bizim örgüt içindeymiş!

İyi de biz kendisinin içimizde olduğunu hiç düşünmemiştik!

Demek haberimiz olmayan gelişmeler olmuş…

Yayımlanan söyleşilerden anlayabildiğim kadarıyla o dönem çok kısıtlı şartlar altında bile genişleyebilmiş olmamızın inandırıcı bulunmaması çalışma tarzı anlayışından kaynaklanıyor. Şöyle düşünüyorlar olsa gerektir: çok sayıda ilişki ortaya çıkmış, çok kişi deşifre olmuş; böyle bir durumda ihtiyatlı bile yürütülse üç yılda o günün koşullarına göre küçük sayılmayacak bir yaygınlık sağlayan çalışma nasıl yapılmış olabilir?

Tespit doğru; birçok ilişki açığa çıkmıştı, takip vardı, çok kişi deşifre olmuştu…

Ama biz bunlarla çalışma yürütmedik. Eğer bunlarla çalışma yürütmeye kalksaydık kısa sürede yakalanırdık. Ankara’da İleri Dergisi’nin son sayısının yazı işleri sorumlusuyken yazı konusunda gittiğim evler vardı. Hiç birisine uğramıyordum. İnsanların durumunu bilmiyordum. Belki de evde karakol kurulmuş, birileri gelir diye bekliyorlardı. ODTÜ içinde de politik çalışma yürüttüğümüz insanlar THKP-C çizgisine sempati duyan ama politik eylemlilik olarak geçmişleri boş olan kişilerdi. Polisin bu insanları bilmesi mümkün değildi. Çalışmamızı tümüyle bu insanlar üzerinden yürüttük.

Zaten DY’liler de 1974 sonrasında geçmişin bilinen isimlerine değil de ağırlıkla bu insanlara yönelmediler mi?

1972-74 arasındaki birikim olmasaydı daha sonra ayrı bir örgüt olarak ortaya çıkamazdık ve bu birikimin de herhangi bir anlaşılmaz yanı bulunmuyor.

Halil Yasin Ketenoğlu’nun aynı kitapta yer alan söyleşisinde daha gerçekçi bir değerlendirme yapılıyor. (S. 131)

1975 yazında yayımlanan TDAS broşürüyle ilgili gelişmeler konusunda fikri soruluyor.

Ketenoğlu’nun broşürden hızlı şekilde haberi olmuş. Sonra şöyle devam ediyor:

“Broşürü çıkaran gruptan Engin Erkiner, yanlış hatırlamıyorsam, 1971 döneminde DEV-GENÇ’in çıkardığı İleri dergisinin sorumlu yazı işleri müdürü. Bizim İlhan Kalaylıoğlu da yine o dönemdeki Kurtuluş’un sorumlu yazı işleri müdürü, demin bahsettiğim Malatyalı arkadaş. Bu arkadaşlar hani nehir kurur da böyle derin çukurlarında bazı su birikintileri olur ya, işte THKP-C Kızıldere’den sonra örgütsel olarak bir anlamda varlığını yitirmişken çeşitli yerlerde operasyona uğramayan, soruşturmaya uğramayan su birikintileri kalmış, onlardan biri görebildiğim kadarıyla… Bu su birikintisinden giderek bir dere, bir nehir oluşturma süreci var, çabası var. Ben onlarla o dönem bire bir hiç muhatap olmadım, sonra bazı acı deneyimlerim oldu. Dediğim gibi, İstanbul’daki ilişkilerimin bazıları anlarmış, onlar daha sonra Acil’e evrildi. Ama broşürleri çok erken geldi elimize, üzerinde konuşup tartıştık. Başlangıçtaki durumları buydu ama biz şöyle bir bilgiye sahiptik: THKP-C örgütlenmesinden, o dönemden kalan birtakım adamlar var.”

Bu ifadede doğru olmayan bir bilgi bulunuyor.

Ocak 1971’de 6. sayısı yayımlanan İleri Dergisi’nin yazı işleri sorumlusuydum. İleri yayınına son verdi, yerine THKP-C’nin gayrı resmi yayın organı sayılan Kurtuluş gazetesi yayımlanmaya başladı. Bu gazete ve Kurtuluş Yayınları’nın işleriyle İlhan Kalaylıoğlu, Ali Orhan Yücelalp ve ben uğraşıyorduk. Yusuf Küpeli’nin yazdığı 1965-71 Türkiye’de Devrimci Mücadele ve Dev-Genç broşür olarak yayımlandı. Kesintisiz Devrim 1’e ise 12 Mart sonrasında Baylan Matbaası’nda polis el koyacaktı. Gazete de üç sayıdan sonra yayınına son vermek zorunda kaldı. 12 Mart muhtırasından bir süre sonra gazete bürosunu kapatıp boşalttık.

Bu üç kişi arasındaki ilişki daha sonra kesildi.

İlhan’ın, 1972’de THKO’lu bir grubun İstanbul-Ankara uçağını Sofya’ya kaçırmasının ardından gözaltına alındığını ve ağır işkence gördüğünü duymuştum. Olayla herhangi bir ilgisi olduğunu sanmıyorum. İlhan ile gazetenin kapanmasının ardından ne görüştüm ne de aynı örgüt içinde yer aldım.

Ali Orhan gizlenecek yer bulamayınca köyüne gider ve büyük toprak sahibi bir “köy ağası”nın ihbarı üzerine yakalanır. Daha sonra felsefe öğretmeni olmuş, emekli oluncaya kadar çalışmış. Kendisini bir daha hiç görmedim ama kayınbiraderi Frankfurt’ta idi ve ben de tesadüfen öğrendim. Bilgileri ondan aldım.

Kurtuluş kapanınca Ankara’daki merkez irtibatla görevlendirildim. Gizlenen insanların kaldıkları evler arasında ilişki kuruyordum. Bir evde Yusuf Küpeli, diğerinde Ertuğrul Kürkçü ile Sinan Kazım Özüdoğru vardı.

12 Mart 1971 sonrasında THKP-C’de örgütsel ayrılık henüz yaşanmamıştı.

Benim gibi görevli başka arkadaşlar da vardı ve irtibat yerimiz de Kızılay’daki Yuvam Emlak’tı. Selahattin Güleç ile daha sonra öldürülen Koray Doğan’ı biliyorum, başkaları da vardı ama bazılarını kişi olarak bilmeme karşın ne yapıyorlardı, bilmiyorum.

Yakalanmalar sonucu Yuvam Emlak deşifre olunca bir süre ortadan kaybolmam istendi. Ben de Ankara’daki askeri bir fabrika olan Etlik’teki Ana Tamir Fabrikası’nda üç aylık okul için zorunlu stajımı yaptım. Daha sonra Selahattin beni tekrar buldu. Yeni bir büro tutulmuştu ve ülkenin bazı kentlerinden gelenler buraya haber bırakıyordu. Benim işim burada oturmak ve arada bir uğrayan, normalde ne zaman geleceği belli olmayan Selahattin ile bu kişilerin buluşmasını sağlamaktı.

Ankara’da durum sıkışmaya başlayınca bu büro da kapatılacaktı.

Bu arada yakalanan arkadaşlardan “dikkat edin, takip var” bilgisi geldi. Ben de düzenli okuluna giden ve Kızılay’daki tanınmış bir kahvede –Taraça- geç saatlere kadar arkadaşlarıyla briç oynayan birisi olarak hayatımı sürdürdüm!

Kızıldere’den birkaç ay sonra da ODTÜ’deki grup kurulacaktı…

O dönem buydu.

Bunları yaşayan sadece ben değildim. THKP-C içinde değişik görevlerde bulunmuş başka arkadaşlar da vardı. Ne yapıyorlardı somut olarak bilmiyorum ama bir şeyler yaptıklarını biliyordum. ODTÜ’deki bu kesim 1972-74 arasında birlikte çalışacak, 1974 affının ardından ayrışacaktı.