Şuanda 224 konuk çevrimiçi
BugünBugün273
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14241
Bu ayBu ay14241
ToplamToplam10482665
Evet, ülkenin yönetim şekli değişti! PDF Yazdır e-Posta


Türkiye Cumhuriyeti, son cumhurbaşkanlığı seçiminden önce parlamenter bir cumhuriyetti. Cumhurbaşkanı TBMM tarafından seçilirdi. Bu aynı zamanda TBMM tarafından da görevinden alınabilir anlamına gelir. Hatırlarsanız, Özal’ın Cumhurbaşkanlığı zamanında, bazı CHP’liler tarafından “onu onursuzca aşağı indireceğiz” denilirdi. TBMM’deki çoğunluk kendi seçtiği cumhurbaşkanının icraatından memnun değilse onu görevden alabilirdi.

Recep Tayyip Erdoğan için ise benzeri bir ifade kullanılamıyor. Kendisini TBMM seçmediği için görevden de alamaz.

RTE’ın halk tarafından cumhurbaşkanı seçildiği günden beri bu ülkenin yönetimi değişmiştir. Cumhurbaşkanı artık devleti temsil eden, TBMM’nin çıkardığı yasaları onaylayan bir makam olmanın ötesinde yetkilere sahiptir, sahip olmak zorundadır. Eskiden olduğu gibi yetkisi TBMM’nin altında olan bir makam değildir, çünkü ikisini de aynı irade –halk oyu- seçmiştir.

Burada anlaşılmayacak bir şey olduğunu sanmıyorum.

Bir ülkede cumhurbaşkanı halk tarafından doğrudan seçiliyorsa, o ülkede şöyle ya da böyle başkanlık sistemi var demektir. En bilinen iki örnekte, ABD ve Fransa’da devlet başkanı halk tarafından doğrudan seçilir. Cumhurbaşkanı ya da devlet başkanının yetkileri ülke anayasasına göre değişebilir, açık olan bu ülkede başkanlık sisteminin olduğudur.

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği bir ülkede başkanlık sisteminin gündeme gelmesi kaçınılmazdır.

Türkiye son cumhurbaşkanlığı seçimi öncesindeki gibi bir yapıya sahip olamaz, nasıl bir yapıya sahip olacaktır; sorun budur. Türk tipi başkanlık sistemi –ya da padişahlık sistemi- mi olacaktır, yoksa ABD tipi mi? Ya da Fransa tipi mi?

ABD tipi başkanlık sisteminde başkanın geniş yetkileri eyalet örgütlenmesi ve yerel birimlerin özerkliğiyle dengelenmiştir.

ABD’de ırk ayrımına karşı mücadelenin gelişmesini konu alan Selma isimli filmi izlemiş olanlar hatırlayacaktır. Selma isimli küçük bir kentin valisi, ABD Başkanı Johnson’a “bu kent halkının nasıl yaşaması gerektiğini siz belirleyemezsiniz” diyebilmektedir.

Türkiye’nin şöyle veya böyle bir başkanlık sistemine geçeceği cumhurbaşkanı halk tarafından seçilirken belliydi. Normal olarak önce konu tartışılır, ülke için başkanlık sisteminin gerekli olduğu konusunda uzlaşmaya varılır, anayasa bu yönde değiştirilir ve ardından da devlet başkanı halk oyuyla seçilir. Bizde ise süreç tersinden gitti. Önce devlet başkanı genel oyla seçildi, ardından yetkilerinin ne olacağıyla ilgili anayasa değişikliği gündeme geldi.

Nasıl bir anayasa değişikliği, nasıl bir yeni anayasa; kavga bunun üzerinedir.

“Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmesin, eskiden olduğu gibi TBMM tarafından seçilsin” demek için geç kalındı. Hem halkın seçtiği cumhurbaşkanı seçimine katılıp hem de tersini savunmak olmaz.

“Seni başkan yaptırmayacağız” söylemi de içerik olarak dolu sayılmaz. Sonuçta birileri başkan olacak çünkü cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle başkanlık sistemi kabul edilmiş durumdadır.

Bir parti her şeyden önce nasıl bir başkanlık sistemi istediğini ortaya koymalı ve böylece AKP’yi de bu konudaki görüşünü açıklamaya zorlamalıdır.

Başkanlık sistemini istemek kendi başına fazla anlam taşımıyor çünkü birbirinden farklı başkanlık sistemleri bulunuyor.

“Başkanlık sistemine karşıyız” diyemezsiniz, o zaman ilgili seçime hem de aday çıkararak neden katıldınız?

“Önce başkan seçilirim, ardından da kendime uygun anayasa için hem partiyle aşağıdan ve hem de güçlenmiş konumumla yukardan bastırırım…”

Yapılan budur!

RTE’nin yetkilerini aşan davranışlarının yasal dayanağı bulunmuyor.

Diğer yandan RTE’nin yetkilerinin cumhurbaşkanının TBMM tarafından seçildiği dönemdeki kadar sınırlı olması da mümkün değildir.

Cumhurbaşkanının yeni yetkileri nasıl olacaktır, bu da belli değildir ve mücadele de bununla ilgilidir.

 

Bu ülkenin nasıl bir başkanlık sistemine ihtiyacı bulunuyor konusunda yoğunlaşmakta yarar bulunuyor.

Bunu yapmadan sadece yasadışı davranışlara karşı çıkmak yetersiz kalır.