Şuanda 322 konuk çevrimiçi
BugünBugün372
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14340
Bu ayBu ay14340
ToplamToplam10482764
Politikada zaman faktörünün önemi PDF Yazdır e-Posta


Politikada zaman faktörü çok önemlidir. Ne karar verdiğiniz kadar bunu ne zaman verdiğiniz de önemlidir. Bugün vermeniz gereken bir kararı ertelediğiniz ve diyelim bir yıl sonra verdiğiniz zaman o kararın artık eski önemi kalmamış olabilir.

Zaman faktörüyle ilgili olarak Sovyet devriminden örnek vereceğim.

Şubat 1917’de Çarlık kendiliğinden bir ayaklanmayla devrilmişti. Yerine kurulan Geçici Hükümet ise eski çizgiyi sürdürüyordu. Ülkenin en önemli iki sorunu olan savaştan çıkılması ve toprak devrimi yapılmadan duruyordu.

Lenin Nisan 1917’de Rusya ile savaş halinde olan Almanya’nın yönetiminin izniyle bir trenle Almanya’dan geçerek Rusya’ya ulaşır ve yaptığı ilk konuşmada işçileri Geçici Hükümet’i devirmeye ve sosyalist devrime çağırır.

İnsanlar –Bolşevikler dahil- bu konuşmayı şaşkınlıkla karşılar; yarı feodal bir ülkede sosyalist devrim, olacak şey mi bu!

Zamanın marksist teorisinde böyle bir şey yoktur. Sosyal demokrasinin uluslar arası bileşenlerinin önde gelen isimleri –mesela Almanya’da Rosa Luxemburg- Şubat devrimini selamlamıştır ama sosyalist devrim fikri ters gelmektedir.

Lenin’in Rusya’da demokratik devrim politik olarak tamamlanmıştır, bu devrimin kalan görevlerinin yerine getirilmesi sosyalist devrime kalmıştır tezini ifade ettiği Nisan Tezleri ile Ekim devrimi arasında sadece altı ay vardır. Bu altı ayda Bolşevikler azınlıkta oldukları Sovyetlerde çoğunluğu ele geçirmişler, Kornilov darbesine karşı durmuşlardır. Ne ki, düşünmek gerekir: Mutlaka tartışmışlardır ve öğrenmişlerdir ama Lenin’in tezlerini kabul etmeleri yıllar da alabilirdi. Çünkü bu görüşler yeniydi ve zamanın egemen marksizm anlayışına da hiç uymuyordu. Başlangıçta Nisan Tezleri’nden bir şey anlamayan Bolşeviklerin kısa sürede ikna oldukları anlaşılıyor. Zaten kısa sürede ikna olmasalardı altı ayda bu kadar işi ve bir de üstelik devrimi yapamazlardı. Bolşevikler çok ayrıntılı bir tartışmaya girselerdi zaman gelir ve geçer ve sonuçta bir şey yapamazlardı.

Lenin en başta Bolşevikleri ikna etmek için çalışmak zorundaydı, ama bu konunun sadece bir yanıdır. Bolşevik kadrolar da ikna olmak zorundaydılar. Bu iki zorunluluk da kısa sürede gerçekleşince mesele kalmıyor.

Politikada zamanında karar vermek önemlidir. O kadar önemlidir ki, bazen yanlış karar vermek, kararsız kalmaktan iyidir.

Buradan sözü 33 yıl önceki 1982 ayrılığına getireceğim. Hemen belirteyim, geçmişle defalarca uğraşmaktan bana sıkıntı gelmeye başladı. Uğraştık ve yapacağımızı yaptık. Bir örgütün tarihini kamuoyuna açık olarak irdeledik, içimize sızmış Muhabarat’ı ortaya çıkardık, örgüt içi infazları ve daha birçok konuyu açıklığa kavuşturduk ve varlığı yıllar önce sona ermiş olmasına rağmen adı pis amaçlar için kullanılan örgüte itibarını yeniden kazandırdık ve bu işi bitirdik.

Eski arkadaşların önemli bölümünün hala geçmişte takılıp kalmasına hayret ediyorum. Neden derseniz: 30 yılda köprülerin altından çok sular aktı demek yetmiyor, köprüler bile kalmadı. Evet, gelecek doğrusal zaman çerçevesinde geçmişin devamıdır ama o geçmişten uzaklaşmayanlar için de gelecek yoktur. Bu tespit herkes için geçerlidir. Kendini yenileyebilen insanları ve örgütlere bakın, geçmişle aralarına açık bir ara koymuşlardır. Geçmişteki bazı önemli olayları anarlar ama o günden bugüne uzanan bir çizgiyi izleyerek gitmezler. Bir çizgi vardır ama o çizgideki kopmaları ve ani sıçramaları geçememiş olanlar için gelecek çoktan bitmiştir. Geçmişe fazla bağlı olanın geleceği yoktur.

Somut örnek istiyorsanız PKK’ye bakın… Bunun için çizgisini onaylamanız gerekmiyor. Dönüşümler, sıçramalar ve kopmalar yaşadılar. Otuz yıl önceki günleriyle bugünleri karşılaştırılacak olursa, çok değiştikleri görülür. Sürekli geçmişle uğraşarak gelişmeleri mümkün de değildi.

Kendini yeniden üretebilen gelişir, bunu yapamayan da geçmişte oynayıp durur…

Geçmişle sürekli oynadığınız zaman, o geçmişi de değiştirmek zorunda kalırsınız. Bu durumu sol hareketin genelinde görmek mümkündür. 12 Eylül öncesi için anlatılanlara bakın… 12 Eylül öncesi bu kadar iyi idiyse, 12 Eylül sonrasındaki bozgunun yaşanmamış olması gerekirdi. Konu bu kadar basit aslında…

Gelelim tekrar 1982 ayrılığına…

Bir bölüm arkadaş, “ayrılmasaydın bu örgüt bu hale gelmezdi” noktasına 1982’den yaklaşık 20 yıl sonra ulaştı. Çok geç tabii…

Dahası, hayretle fark ettiğim gibi 1982 ayrılığının boyutu da pek bilinmiyor. Gerçekte biliniyor ama öyle değilmiş gibi yorumlanıyor diyeceğim. Gizlisi saklısı yoktu ki…

Fransa’da, Almanya’da ve Suriye’de eşzamanlı sayılabilecek kadar yakın olarak yaklaşık 100-120 kişi ayrıldı. 12 Eylül sonrasının ilk büyük ayrılığıdır.  Sayı biraz daha fazla olabilir ama burası önemli değil…

Ben kimseye bir şey açıklamadan ayrılmış isem, bu kadar insan nereden çıktı diye sorulmalıdır.

Ben Suriye’de sadece dört ay kaldığım için –göreceğimi görmüştüm ama yine de kısa zamandır- örgütün Muhabaratlaştırılmasıyla ilgili yeterince somut bilgiye sahip değildim diyelim. Yeterli politik tecrübeniz varsa birkaç örnekten sonra gerisini çıkarırsınız ama bu herkes için geçerli değildir. Benden sonra bir buçuk yıl daha Suriye’de kalan arkadaşlar ayrılırlarken örgütte yaşanılan büyük çürümeyi ve Muhabaratlaşmayı açıkladılar. Müntecep Kesici bu nedenle öldürüldü, Aydın ve Hakan bu nedenle kaçırılıp öldürülmek istendi. Yeni kurulan Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi araya girdi ve Acilciler yönetimine sol içi şiddet nedeniyle ihtar cezası verdi.

Bunlar herkesin gözlerinin önünde oldu.

Suriye’de ayrılan arkadaşlar daha fazla orada kaldıkları için benden daha somut konuşuyorlardı.

Açıklamayı sadece ben yapmadım, onlar da yaptı.

Ayrıldıktan sonra orada bulunan TKP (B)’li arkadaşların kendilerine “size silah ve para desteği verebiliriz. Ayrı örgüt olun, TKEP’e katılmayın” teklifi getirdiklerini ancak Avrupa’dakilerden ayrı davranmak istemedikleri için kabul etmediklerini de daha sonra anlatacaklardı.

Görmek isteyenler için her şey yeterince açıktı. Görmek istemeyene de –en azından bir dönem için- göstermek mümkün değildir.

Başka bir örnek vereyim.

Ekim 1982’de Almanya’ya geldim. Altı ay sonra bu ülkedeki yaklaşık 300 kişilik sempatizan kitlemizin üçte ikisiyle ilişkiyi kesmeye karar verdik. Köln’deki dernek –ki tek derneğimizdi- bunlardaydı, ama olsun. Siyasi bir ayrılık gibi görüldü ama aslında ortada görüş ayrılığı yoktu. Bir bölüm sempatizan pis işlerle uğraşıyordu, kalanları da geldikleri köy ya da kasabanın psikolojisini burada yaşamaya yönelmişti.

Bu insanlarla bir yere gidilmezdi.

Ağır bir karar verdiğimi kabul ediyorum. Sempatizan kitlesinin üçte ikisiyle ilişkiyi kesiyorsunuz. Almanya komitesi de aynı görüşte olduğu gibi, komite dışındaki aday üyeler ve aktif sempatizanlar da aynı görüşteydi. İlişkimizin mazisi 6 ay fazla değil ama Emek dergisi Kasım’dan beri çıkıyor, Direniş –Yazın’ın ilk sayılardaki adı- yayına başlamış, geniş bir örgütlenme atağı içindeyiz ve bir Avrupa ülkesinde nasıl çalışma yapılır, açık bir perspektifimiz var. Biz bu işi yaparız duygusu vardı insanlarda… Ve bir yıl sonra bu kez ikinci kuşak temelinde örgütlenerek yaklaşık aynı taraftar sayısına tekrar ulaşmıştık.

Köln’deki çevre bu arada dağıldı, içlerinden küçük bir bölümü başarıyı görünce geri geldi. Diğerleri daha sonra ne yaptı, bilmiyorum, sanırım her şeyle ilgilerini kestiler.

1983 yılı başlarındaki bu kritik karar arifesinde bitmez tükenmez bir tartışmaya da girilebilirdi ve bunun da sonu kötü olurdu.

Konuşulacak olan konuşulur, defalarca tekrarlanmaz, ardından uygulamaya geçilir. Yapan yapar, yapmayan da yoluna gider…

Öyle kararlar vardır ki, zamanında vermezseniz, anlamlarını kaybederler.

Bugünkü anlaşmazlıkları sadece geçmişe bağlamamak gerekir. Gelecekle ilgili planlarınız ve yaptıklarınız farklıysa, bugünde yine anlaşamazsanız. Nietzsche’nin bu konuda güzel bir sözü vardır: Gelecek de en az geçmiş kadar bugünü belirler.

Gelecek için anlaşabiliyorsak, 30 yıl öncesi için anlaşsak da olur anlaşmasak da…