Şuanda 252 konuk çevrimiçi
BugünBugün307
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14275
Bu ayBu ay14275
ToplamToplam10482699
Tek taraflı ateşkes, o kadar kolay mı! PDF Yazdır e-Posta


“PKK tek taraflı ateşkes ilan etmelidir” çağrısı bir süreden beri yapılıyor.

Hayret ediyorum!

İyi niyetle yapıldığına kuşku yok, ama bu işleri fazla basite alıyorlar.

Bir silahlı mücadele örgütünde –büyük bir örgüt üstelik- bu işler nasıl yürür, herhangi bir fikirleri bulunmuyor.

Sanılıyor ki, KCK yönetimi çağrı yaparsa eylemler sona erecek…

Az olmayan sayıda silahlı militanın bu karara itiraz edeceğini, bir bölümünün de dinlemeyeceğini düşünmüyorlar.

Yazıda barış döneminin sadece Türkiye sınırları içinde olduğunu, PKK ile savaşın sınırın hemen ötesinde şiddetle sürdüğünü anlattıktan sonra, silahlı mücadele örgütlerindeki psikoloji konusunda kendi deneyimimi aktaracağım.

Barış süreci de denilen süreç sadece Türkiye sınırları içinde gerçekleşti. Arada aksamalar olmakla birlikte esas olarak bu alanda gerçekleşti. Bir oranda Irak’ta ama özellikle Suriye’de PKK ile savaş sürdü. Şu farkla ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin askeri güçleri ve polisi bu savaşta doğrudan yer almadı. Rojava’ya saldıran İslam Devleti’ne (İD) her türlü yardımı yaptılar, ancak resmi olarak işin içine girmediler.

Türkiye’nin değişik bölgelerinden aralarında Kürtlerin de bulunduğu çok sayıda kişinin –kesin sayı bilinmiyor ama en az birkaç bin kişiden söz ediliyor-  İD’ye katılmasına çalıştılar. Dünyanın 80 ülkesinden yaklaşık 20 bin militan Türkiye’ye giriş yapıp buradan geçerek İD’ye katıldı. Yönetim aylarca bu konuda her türlü kolaylığı gösterdi denilebilir.

YPG ise askeri güç olarak sadece o bölgede doğanlara dayanmadı. Kandil’den gelen PKK’lilerin yanı sıra Kuzey Kürdistan’dan da çok sayıda militan sınırı geçerek YPG’ye ve İD’ye karşı savaşa katıldı. Bunların da kesin sayısı bilinmiyor ama birkaç bin olarak tahmin edilebilir.

AKP’nin tek başına iktidar olduğu Türkiye Cumhuriyeti ile PKK arasındaki savaş, biraz dolaylı biçimde şiddetle sürdü.

Ülke içinde de barış dağlarda vardı, yerleşim birimlerinde ise hemen her gün bir olay oluyordu.

7 Haziran seçiminden sonraki döneme böyle gelindi. Sona ermiş olan savaş yeniden başlamadı. Sınırın hemen bitişiğinde süren savaş içeriye taşındı.

Barış sürecini her iki tarafın da hazırlanarak geçirdiği ortada…

Yeni kalekollar ve barajlar yapıldı, özel birliklerin sayısı artırıldı. PKK ise yerleşim birimlerinde silahlı mücadele hazırlıklarını tamamladı.

Bu kadar hazırlığın ve sınırın hemen ötesinde süren şiddetli savaşın ardından bu savaş ülke içine de taşındı.

Tekrarlamak gerekirse: barış süreci boyunca savaş sadece ülke içinde yoktu, sınırın hemen ötesinde ise Türkiye adına savaşan ve her türlü desteği alan İD ile YPG’nin sert bir savaşı vardı. Bir tarafın arkasında Türkiye, diğerinde ise PKK vardı.

Bunu görmeden, olmayan birdenbire başlamış gibi düşünmek doğru değildir.

PKK-YPG, İD’ye karşı savaşta küçük olmayan kayıplar verdi.

7 Haziran seçiminde istediği sonucu alamayan AKP, barış sürecini bitirdi ve savaş ilan etti.

Böyle bir sürecin ardından ülke içine de açık olarak taşınan savaşta saldırılarınızın düzeyini düşük tutabilirsiniz, ama tek taraflı ateşkes ilan etme kararı olacak şey değildir.

Kobane’de saldırılan YPG şahsında PKK idi.

Sürekli saldırılan durumunda olup ardından da tek taraflı ateşkes ilan etmek olmaz.

Yapılabilecek olanın en fazlası, çatışmanın düzeyini sınırlı tutmaya çalışmaktır. Bunda da yoğun saldırı karşısında ne kadar başarılı olunabileceği kuşkuludur.

Tek taraflı ateşkes çağrısı yapanlar savaşın dağlardan daha fazla kentlerde ve küçük yerleşim birimlerinde sürdüğünü değerlendirmiyorlar.

Dağda rakip saldırırsa bir oranda çekilebilirsiniz. Kentte ise bunu yapamazsınız; ya teslim olursunuz ya da savaşırsınız. Bu nedenle savunma durumunda kalmak kentte mümkün değildir. Saldırı geldi mi onu göğüslemekten, cevap vermekten başka çareniz yoktur. Bir dağı bırakıp ötekine gidebilirsiniz ama küçük bile olsa kenti bırakamazsınız.

Kentteki savaş dağdakinden farklıdır. Şehir gerillası, kır gerillasından çok farklıdır.

Şehirde saldırı altında ateşkes olmaz.

Gelelim 1976’de kendi yaşadığım tecrübeye…

1976 yılı 26 Ocak’ında Beylerderesi’nde yenilen büyük darbeden sonra birkaç ay içinde örgüt toparlanmıştı ve bundan sonrası için iki görüş vardı: politik-askeri bir çıkış yapmak için hazırlanmalıyız görüşüyle, buna yaklaşık hazır olunduğunu savunan görüş…

Halkın Devrimci Öncüleri adıyla çıkış yapacak olan örgütün genel komitesi dört kişiydi: birisi daha sonra ayrılacak ve bu kesim devrimci Savaş adını kullanacaktı. Yüksel ve Rıza hemen çıkış yapılmasından yanaydılar. Ben ise ortacıydım diyebilirim. Çıkışı biraz erken buluyordum, doğru dürüst silahlanamamıştık bile…

Ayrılık fiilen 1976 sonunda gerçekleşti ama gerçekte iki ay önce de olabilirdi. İstanbul’un açık olarak bir tarafta yer almaması ertelemeyi getirdi. Burada sorun sadece teorik yetkinlik meselesi değildir, tek para kaynağı İstanbul’du. Alınan az miktarda silahın, yapılan askeri eğitimin, TDAS’ın ikinci baskısının yapılmasının kaynağını burası sağlamıştı.

26 Ocak Beylerderesi’nin birinci yıldönümünde ciddi bir politik-askeri çıkış yapmazsak bazı arkadaşlar ayrılacaktı. Durum bu aşamaya gelmişti. Psikolojik olarak bu arkadaşları iyi anlıyordum, yetersizliklerimizi anlattığımda bana hak verir gibi görünüyorlardı ama sonuçta çıkışı istiyorlardı.

Çok ilginç bir ayrılık oldu: eylem tecrübesi olanların bir bölümü hemen çıkışa karşıydı. Yine eylem tecrübesi olanların diğer bölümü ise orta konumdaydı. Askeri tecrübesi en az olanlar ise hemen çıkıştan yanaydı.

Daha fazla beklemek mümkün değildi, çıkışa karar verildi ve ayrılık da gerçekleşti.

Dönem farklıdır, örgütler farklıdır ama bir nokta benzerdir: silahlı mücadele örgütlerinde bir nokta gelir, insanları tutmak mümkün değildir. Hele de ülke içinde değil ama sınırın hemen ötesinde aylardan beri savaş içinde olan insanları ve onların herkesi doğal olarak etkileyen psikolojisini gayet iyi anlıyorum.

Barış isteğinizi tekrarlarsanız, iki taraflı ateşkese hazır olduğunuzu belirtirsiniz; ama tek taraflı ateşkes, bu olmaz!